X platformunda başlayan tartışma, Alevilik ile etnik kimlik arasındaki ilişkiyi yeniden gündeme taşıdı. Kürt Aleviler “yok sayılma” hissini dile getirirken, sanatçılar ve akademisyenler konunun tarihsel, siyasal ve kültürel boyutlarına dikkat çekiyor.
GÜLER YILDIZ
25 Eylül’de sanatçı Erdal Erzincan sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Aleviliğin “72 milleti içine alan kadim bir gelenek” olduğunu belirterek şu ifadeyi kullandı:
“‘Kürt Alevi’, ‘Türk Alevi’ diye bir tabir yoktur; Kürtçe konuşan Alevi, Türkçe konuşan Alevi vardır. Aleviliğin lisanı hal dilidir, ibadet dili ise Türkçedir.”
Alevilik, 72 milleti içine alan kadim bir gelenektir. “Kürt Alevi” ya da “Türk Alevi” diye bir tabir yoktur; Kürtçe konuşan Alevi, Türkçe konuşan Alevi veya Zazaca konuşan Alevi vardır. Aleviliğin lisanı hal dilidir, ibadet dili ise Türkçedir. Gelenek bize bunu böyle aktarıyor.
— Erdal Erzincan (@erdalerzincan) September 24, 2025
Bu sözler, özellikle Kürt Aleviler arasında tepkiye yol açtı. Erzincan’ın “ibadet dili Türkçedir” ifadesi, asimilasyon politikalarını meşrulaştırmakla eleştirildi.
Kurmancî ve Kirmanckî klam ve beyitleriyle tanınan sanatçı Mikail Aslan, Erzincan’a doğrudan yanıt verdi:
İbadet dilimiz Türkçe değildir, annem Türkçe bilmiyor ve ibadetini Kirmancca/Zazaca yapıyor. İbadet dilinin kısmen Türkçeleşmesi Cumhuriyet sonrasındaki asimilasyon polikasıyla gerçekleşen bir durumdur.
Onlarca beyitini söylediğiniz Davut Sulari’nin ibadet dilini, cem û cemaat… https://t.co/yDuPJCCEdb— Mikaîl Aslan (@MikailAslan_MA) September 26, 2025
Gazeteci Ali Duran Topuz ise meseleye daha geniş bir perspektiften yaklaştı. Erzincan’ın sözlerini bir “tez”in “hakikat” gibi sunulması olarak değerlendirdi ve ekledi:
דSuriye’de Aleviler kırım tehdidi altında, Türkiye’deki Kürt Aleviler ise dilsel ve inançsal asimilasyon baskısıyla yüz yüze. Böyle bir konjonktürde, doğru sözler bile öfke yağmuruna tutulabiliyor.”
Topuz’a göre asıl sorun, sosyal medyanın bu tür tartışmaları büyüten, nüansları kaybettiren doğası.
MİKAİL ASLAN: “BU MESELE ÇOKTAN KONUŞULMALIYDI”
NûMedya24’ün sorularını yanıtlayan Mikail Aslan ise bu çıkışın kendisi için bir “kimlik beyanı” olduğunu söylerken, tartışmanın “Kürt Alevilerin artık rahatça konuşabileceğini gösterdiğini” belirtiyor.
Mikail Aslan’ın anlattıkları, Kürt Alevilerin cemlerde yaşadığı dışlanmayı gözler önüne seriyor: “25 yıl önce cemlerde Kürtçe ya da Zazaca söylediğimde toplumun yarısı kalkıp gidiyordu. ‘Ben ne yaptım ki bu insanlar gidiyor?’ diye dedelere soruyordum. Zazaca ya da Kürtçe söylediğimizde ötekileştiriliyorduk.”
Aslan’a göre bu dışlama “yeni” değil, Alevi hareketi içinde öteden beri var. Fakat son yıllarda Kürt Alevilerin “biz varız” diyerek daha yüksek sesle konuşması, bastırılmış bir kimliğin görünür hale geldiğini gösteriyor.
“ERDAL ERZİNCAN’I DEĞİL, ÜSTENCİ TÜRKLÜK ZİHNİYETİNİ TARTIŞMALIYIZ”
Alevi ve Zaza sanatçıların, “Türkçülük” anlayışı altında ezilmesinin yarattığı kırgınlığın büyük olduğunu söyleyen Mikail Aslan, bu anlayışa karşı çıkmanın artık zorunlu hale geldiğini vurguluyor. Ona göre tartışmanın bu biçimde patlak vermesi belki ideal bir yol değil, ama gecikmiş bir yüzleşmeyi gündeme taşıdığı için önemli. Yine de Aslan, bu polemiği uzatmak istemediğini, söylenmesi gerekenin söylendiğine inanıyor:
דBu olay Erdal Erzincan’ın şahsıyla alakalı değildir; tartışma, onun ötesinden bir yere, Türklüğün üstenci yaklaşımına işaret ediyor. Kişileri tartışıp yıpratmak yerine, türetilmiş bu zihniyeti konuşmamız gerekiyor. Erdal Erzincan tanıdığım, muhabbetim olan ve değer verdiğim bir insandır. Sorunumuz kişilerle değil, bu zihniyetledir.”
Aslan, meselenin kimi çevrelerin iddia ettiği gibi “iki konser daha almak” ya da “birkaç kuruş fazla kazanmak” olmadığını söylüyor. Esas meselenin, Alevi sanatının içindeki kast sisteminin sarsılması olduğunu düşünüyor. Ona göre yüzlerce Alevi sanatçısının sessizliği de dikkat çekici. “Sanki ben onu linç ettirmişim; ben Kürtçüyüm ya, bu olaya ben sebep olmuşum gibi, diğer tarafı korumaya aldılar.”
TARTIŞMANIN ARKA PLANI: ASİMİLASYON, HASSASİYET VE ZAMANLAMA
Aslan’a göre sosyal medya böylesi tartışmalar için sorunlu bir mecra. Oysa asıl tartışılması gereken, neden Kürtçe ya da Zazaca beyit okuyanların, şarkı söyleyenlerin ötekileştirildiği. Bunun tarihsel kaynaklara dayalı bir şekilde incelenmesi gerektiğini vurguluyor.
Alevi hareketi içindeki anti-Kürtçü, anti-Zazacı eğilimlerin köklü mü yoksa sonradan mı eklendiğini sorguluyor:
“Sanatçılar, ozanlar, Alevi müziği yapan insanlar arasında bu meseleye değinen bir duyarlılık görmedik. Bir kez olsun, ‘bu baskıyı kırmak için ben de Zazaca ya da Kurmanci bir beyit söyleyeyim’ diyen olmadı.”
Aslan’a göre, üretimi zaten kısıtlanmış, müziğinde süreklilik engellenmiş bir halkın yaşadığı baskıya söz üretilmemesi büyük bir eksiklik. Üstelik bu baskıyı aşmaya çalışanlar da ötekileştiriliyor.

Aslan, ibadetin dilini örneklerle anlatıyor:
“Munzur Baba’ya, Düzgün Baba’ya gidersin; niyazını, duanı istediğin dilde edersin. Ama cem töreni bir ‘ayin’dir. İbadet diliyle ayin dili neden ayrı olsun?”
Ona göre, 1960–70’lere kadar cemler Türkçe yapılmadı. Davut Sulari’nin Hınıs’taki cemlerde Zazaca beyitler söylediğini, ama başka yerlerde aynı beyitleri Türkçeleştirmek zorunda kaldığını hatırlatıyor. Asıl itirazı bu reddiyeye: “Kendi dilinde söylediğinde kabul görmüyor, Türkçeye çevirmek zorunda kalıyor. Sonra da ‘siz yoksunuz’ deniyor.”
“BİZ VARIZ VE BURADAYIZ”
Aslan artık bu reddiyeci tavırla yüzleşmenin zamanının geldiğini düşünüyor: “Çok uzun zamandır devam eden yok sayma, ötekileştirici dilin kendini onarması ve kapsayıcı olması gerekiyor. Biz varız ve buradayız. Bunu söyleyenlerin sanat yapmasına engel olmak, onları etiketlemek bizi bir yere götürmez. Hakikat bizi taşır, reddiyecilik değil.”
Herkesin kendi dilinde ibadetini, ayinini, cemini yapabileceğini vurgulayan Aslan, bunun ciddi bir tarih okuması gerektirdiğini, Alevi toplumunun bu konuyu düşünmesi ve tartışması gerektiğini söylüyor.
Son olarak, Alevi hareketinin 30–40 yıldır Aleviliği “Türkmenlik” üzerinden anlatan bir çizgiye sıkıştığını belirten Aslan, bugün yaşanan patlamayı “kaçınılmaz” buluyor: “Herkesin söylemek istediği bir şey var… Bu bir yara. Resmi tez o kadar sirayet etmiş ki toplumun içine, bu patlamanın yaşanması kaçınılmazdı. Ben kendimi Dersimli bir Alevi Kürt olarak tanımlıyorum. Kürtlük ve Alevilik sonradan öğrendiğimiz bir kimlik değil; içine doğduğumuz, parçası olduğumuz bir yaşam biçimi. Bundan nasıl vazgeçebilirim?”
ALEVİ SANATÇILARI NEDEN SESSİZ?
Tartışmada dikkat çeken bir başka nokta, yüzlerce Alevi sanatçısının sessizliği. Aslan, “Bir gün dönüp de ‘bu baskıyı kırmak için ben de bir Zazaca ya da Kurmanci beyit söyleyeyim’ diyen olmadı” diyerek sanatçıların sorumluluğunu hatırlatıyor.
Aleviliğin “mazlumdan yana olma” ilkesini anımsatan Aslan, Kürt kimliğinin bastırılması karşısında sanatçıların da açık bir tutum alması gerektiğini savunuyor.
ERZİNCAN’DAN İKİNCİ AÇIKLAMA: “SÖZLERİM ÇARPITILDI”
Tepkiler üzerine Erzincan yeni bir paylaşım yaparak yanlış anlaşıldığını belirtti: “İbadet dili derken cemlerde bağlama eşliğinde söylenen deyişlerin Türkçe olmasını kastettim. Bu benim görüşüm değil, halkın tercihidir. Sözlerim çarpıtılıyor. Bu ülkenin en büyük hastalığı ırkçılıktır.”
PEKİ MESELE NE?
Bugün tartışılan sadece bir tweet değil. Mesele, Aleviliğin etnik kimlikle nasıl ilişkilendirileceği, Kürt ve Zaza Alevilerin neden uzun yıllardır “öteki” hissettiği, Alevi hareketinin içinde Türkçü bir damarın olup olmadığı.
Aslında sorulması gereken sorular şunlar:
- Alevilik tarih boyunca hangi dillerde icra edildi?
- Cumhuriyet sonrası asimilasyon politikaları bu pratikleri nasıl dönüştürdü?
- Alevi sanatçılar neden sessiz kalıyor?
- “72 milleti bir gören” Alevilik, Kürtleri neden dışlıyor?
AÇIK BİR YÜZLEŞME İHTİYACI
Kürt ve Zaza Aleviler “biz buradayız” diyerek kendi hakikatlerini hatırlatıyor. Bu tartışma bir linç kampanyasına indirgenmeden, Aleviliğin tarihsel çoğulluğunu ve kapsayıcılığını yeniden hatırlatmaya vesile olabilir.
Alevi akademisyenlerin, sanatçıların ve kurumların şimdi yapması gereken, bu tartışmayı bir kutuplaşma değil, bir yüzleşme fırsatı olarak görmek.