Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Doğan Cihan yazdı |

Suriye’de Süveyda kırılması!

Doğan Cihan yazdı |

Yaşananlar, Colani’nin kurmaya çalıştığı “yeni Suriye” vizyonuna ağır bir yük, siyasi hanesine ise silinmesi güç bir kara leke olarak yazıldı. Her fırsatta kamuoyunun karşısına çıkan Colani, Suriye’de tüm inançların ve etnik toplulukların haklarının garanti altında olduğunu, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin herkesin yaşam hakkını savunacağını iddia etti. Ancak sahadaki gelişmeler, bu söylemlerin yalnızca retorikten ibaret olduğunu hızla ortaya koydu.

Doğan Cihan

Suriye’de 27 Kasım’da başlayan iç savaşın ardından, gerçek adı Ahmed Hüseyin El-Şara olan Ebu Muhammed el-Colani, 2024 yılının sonlarında Şam’da kontrolü ele geçirerek iktidara geldi. Bu gelişme, Suriye’de 61 yıldır iktidarda olan Baas rejiminin sona ermesiyle sonuçlandı.

O tarihten bu yana ülkede yeni bir siyasi denklem oluştu ve dengeler hızla değişti. Colani liderliğindeki Suriye, kısa sürede uluslararası güçlerin dikkatini çeken bir merkez haline geldi; diplomatik temaslar artarken, başkent Şam yabancı heyetlerin uğrak noktası oldu. Arap ülkelerinden Avrupa devletlerine kadar birçok ülke, Colani ile görüntü vermek için adeta sıraya girdi.

Bu sürecin doruk noktası, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da Colani ile yaptığı görüşme oldu. Bu buluşma, Suriye’de siyasi normalleşme yönünde esen rüzgârların artık resmen tanındığının bir işaretiydi.

Colani’nin geçmişi, herkesin görmezden gelmeye çalıştığı karanlık bir hikâyeyi barındırıyordu. Irak’ta, DAİŞ lideri Ebubekir el-Bağdadi tarafından Suriye’ye gönderilmişti. Görevi, El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi’ni kurmak ve burada örgütün etkisini yaymaktı. El Nusra, kısa sürede Suriye’de çok sayıda insan hakları ihlali ve savaş suçu ile anılır hale geldi.

Zamanla Colani, El Nusra’yı Hayat Tahrir el-Şam (HTŞ) adı altında yeniden yapılandırdı. Yıllarca yeraltında yaşamış, radikal selefi grupları yönetmiş, katliamlarla suçlanmış, cezaevine girmiş bir figürün bir sabah devletin başına geçmesi, uluslararası kamuoyunda şaşkınlıkla karşılandı. Cübbe, sarık ve silah yerini aniden takım elbise, kravat ve diplomatik söylemlere bıraktı.

Şam’a ayak bastığı gün, uluslararası medya kuruluşları Colani’yle röportaj yapmak için sıraya girdi. Bu röportajlar aracılığıyla, geçmişi dikkatlice törpülenmiş bir imaj sunuldu. Colani, artık Suriye’yi yeniden inşa etmeye kararlı bir devlet adamı olarak tanıtılıyordu. Görüntülerde suçtan arındırılmış, profesyonel ve kararlı bir lider vardı; geçmişe dair sorular ise nadiren gündeme geliyordu.

Ancak bu makyajlı portre çatlamaya başladı. Colani’yi iktidara taşıyan uluslararası aktörlerin desteğiyle yükselişi sürerken, Suriye’nin Alevi nüfusunun yoğun yaşadığı Lazkiye ve Tartus bölgelerinde huzursuzluk baş gösterdi. Bu gelişmeler, Colani’nin ideolojik çizgisi ve karakteriyle ilgili daha önce dillendirilen endişeleri doğrular nitelikteydi.

Yine de, bu uyarı işaretlerine gözlerini kapatan ve Colani’yi bir “çözüm ortağı” olarak görmekte ısrar eden güçler vardı.

Suriye’nin Lazkiye ve Tartus kentlerinde, Colani’nin Savunma Bakanlığı’na bağlı paramiliter güçleri, sivil halka yönelik sistematik saldırılar başlattı. Kadın, çocuk, yaşlı ya da erkek ayrımı gözetmeksizin binlerce Alevi yurttaş katledildi. Kentler yakıldı, yıkıldı; evler talan edildi. Sokak ortasında, canlı yayın kameralarının önünde gerçekleşen infazlar, akıl almaz şiddet yöntemleriyle birleşerek dünyanın gözleri önünde bir felakete dönüştü.

Bu katliamlar, Colani’nin yükselişine destek veren uluslararası aktörlerde sarsıcı bir etki yarattı. İlk etapta, sessizlik tercih edildi. Resmî açıklamalardan kaçınıldı, bölgedeki olaylar görmezden gelindi. Ancak uluslararası medya, sessizliği uzun süre sürdüremedi. Bölgeden gelen haberler, tanıklıklar ve görüntüler, yaşananların büyüklüğünü gözler önüne serdi.

Colani’nin neden olduğu bu yıkım, onu iktidara taşıyan güçlerin kurduğu dengeleri altüst etti. Sessizlikleri yalnızca utancı değil, aynı zamanda stratejik başarısızlıklarını da yansıtıyordu. Arka planda, Colani’ye verilen destek geri çekilmeye çalışıldı; ancak bu süreç yavaş, etkisiz ve yetersizdi. Bu esnada, bölgede tarihî boyutta bir katliam yaşandı.

Olaylardan aylar sonra, Reuters’ın ulaştığı mesajlaşmalar, katliamların resmi kanallar tarafından koordine edildiğini ortaya koydu. Mesajlara göre, Savunma Bakanlığı Sözcüsü, Telegram grupları üzerinden operasyonları yönetmiş; İçişleri Bakanlığı’na bağlı Genel Güvenlik Servisi ise saldırılarda aktif rol almıştı. Uluslararası hukuku açıkça ihlal eden bu belgeler, Colani rejiminin şiddeti kurumsallaştırdığını ve devlet mekanizmasını doğrudan bir baskı aracına dönüştürdüğünü doğrular nitelikteydi.

Bu yaşananlar, Colani’nin kurmaya çalıştığı “yeni Suriye” vizyonuna ağır bir yük, siyasi hanesine ise silinmesi güç bir kara leke olarak yazıldı. Her fırsatta kamuoyunun karşısına çıkan Colani, Suriye’de tüm inançların ve etnik toplulukların haklarının garanti altında olduğunu, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin herkesin yaşam hakkını savunacağını iddia etti. Ancak sahadaki gelişmeler, bu söylemlerin yalnızca retorikten ibaret olduğunu hızla ortaya koydu.

22 Haziran günü, Şam’daki Mar İlyas Rum Ortodoks Kilisesi’nde düzenlenen bir canlı bomba saldırısı, bu kırılgan tabloyu bir kez daha paramparça etti. Patlamada 25 kişi yaşamını yitirdi, 63 kişi ise yaralandı. Colani yönetimi, olayın hemen ardından kamuoyuna “sorumluların yakalandığı” yönünde açıklamalar yaptı. Ancak bu hızlı refleks, saldırının üzerinin örtülmeye çalışıldığı yönündeki şüpheleri daha da güçlendirdi.

Peki gerçek failler kimdi? Bombayı kim, neden patlattı? Bu soruların cevabı, halkın büyük bir kısmı için artık bir sır değildi. Saldırı, Colani’nin iktidarında Arap Sünni toplumu dışındaki tüm topluluklara karşı sistematik bir dışlamanın yaşandığını bir kez daha gözler önüne serdi. Önce Aleviler, şimdi de Hristiyanlar hedef alınmıştı. Bu durum, Colani ve iktidarının, kendileri dışında hiçbir inanç grubuna ya da etnik kimliğe yaşam hakkı tanımayacağını ilan ettiği yeni bir dönemin başlangıcıydı.

Tüm bu gelişmelere rağmen, uluslararası aktörler—özellikle Avrupa ülkeleri ve ABD—Colani rejimiyle kurdukları angajmandan geri adım atmadı. Aksine, Suriye üzerindeki yaptırımların bir kısmı kaldırıldı; Colani’nin ekonomik ve siyasi projelerine destek sunulmaya devam edildi. Görünürde istikrar adına atılan bu adımlar, gerçekte bir otoriterleşme projesinin finansmanına dönüşmüş durumdaydı.

Colani artık ayakları yere basmayan bir lider profili çiziyor, iktidar sarhoşluğuyla siyasal ahkâm kesiyordu. Bu özgüven, Mart ayının başında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Abdi ile imzalanan dikkat çekici bir anlaşmayla doruğa ulaştı. 10 Mart’ta Şam’da varılan bu mutabakat, Colani yönetimiyle SDG arasında ilk kez doğrudan kurumsal bir temas anlamına geliyordu.

Ancak Colani, bu anlaşmanın gereklerini yerine getirmek bir yana, kısa süre sonra anlaşmayı fiilen unutmuş görünüyordu. Bunun yerine, SDG’den tek taraflı taleplerde bulunmaya başladı. Silah bırakmalarını, belirli kentlerden tamamen çekilmelerini ve söz konusu kentlerin tüm idari yetkilerini Colani’nin merkezî yönetimine devretmelerini istiyordu.

Bu yaklaşım, yalnızca müzakere sürecinin ruhuna aykırı değildi; aynı zamanda Colani’nin farklı güç odaklarıyla kurduğu ilişkilerde artık denge değil, tahakküm aradığını gösteriyordu. Diplomatik jestlerin yerini dayatma, mutabakatların yerini ise tehditkâr söylemler almaya başlamıştı. Bu gelişme, Colani’nin giderek daha otoriter ve öngörülemez bir aktöre dönüştüğünün işaretlerinden biriydi.

9 Temmuz’da, Şam’da kritik bir diplomatik zirve düzenlendi. SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nden İlham Ehmed ve Foza Yusuf’un da aralarında bulunduğu heyet; Colani iktidarını temsilen gelen bir heyet ve Suriye Dışişleri Bakanı Esaad Hasan Şeybani başkanlığındaki hükümet heyetiyle bir araya geldi. Görüşmelerde ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ve Fransa heyeti arabuluculuk rolünü üstlendi. Toplantının temel amacı, 10 Mart’ta imzalanan anlaşmanın uygulamaya geçirilmesiydi.

Ancak toplantı beklentilerin aksine sert ve gerilimli bir atmosferde gerçekleşti. Colani yönetiminin müzakere değil, üstünlük dayatan yaklaşımı, karşı tarafı “teslim alma” stratejisi izlediği yönündeki izlenimi güçlendirdi. Bu durum, arabulucu olarak masada bulunan Barrack’ın Colani heyetinin pozisyonuna açıkça yakın durmasıyla daha da derinleşti. Fransa heyeti, görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından kendi gözlemlerini raporlaştırarak Paris’e ve ardından Washington’a iletti. Raporda, Barrack’ın tarafsızlık ilkesini zedelediği açıkça ifade edildi.

Bu gelişmenin ardından taraflar arasında diplomatik cepheleşme hız kazandı. Basına yansıyan sert demeçler yaklaşan bir krizin habercisiydi. ABD’li temsilci Barrack, yaptığı açıklamalarda SDG’yi “ağırdan almakla” suçladı; ardından “SDG’ye borçlu değiliz” ve “Suriye ile Irak’ta federalizm olmaz” gibi ifadelerle tansiyonu daha da yükseltti.

Barrack’ın sözleri, sadece Kuzey ve Doğu Suriye’de değil, tüm Kürt kamuoyunda derin bir tepkiyle karşılandı. Kürt siyasi partileri art arda açıklamalar yayınladı; Barrack’ın istenmeyen kişi ilan edildiği bildirildi. Kürdistan Bölgesi’nde kamuoyu da bu tepkilere katıldı ve Barrack’ın itibarı büyük ölçüde zedelendi.

Gelişmeler üzerine Barrack ABD’ye döndü; bazı Kürt televizyon kanallarına bağlanarak sarf ettiği sözleri telafi etmeye çalıştı. Ancak bu çaba, krizi yatıştırmak yerine daha da içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Kürt siyasetçiler, Barrack’ın açıklamalarının kişisel görüşleri olduğunu ve ABD’nin resmî politikasını yansıtmadığını vurgulayarak kendisini yalnız bıraktı.

Tüm bu diplomatik gerilime karşın, SDG sahadaki pozisyonunu korumakta kararlı olduğunu gösterdi. Askerî ve siyasi varlığını sürdüren SDG, müzakere masasındaki iradesini de terk etmedi.

Şam’daki sonuçsuz toplantıdan 4 gün sonra Suriye’nin güneyindeki Dürzi topluluğunun yaşadığı Süveyda kentinde Colani çeteleri ile Dürzi topluluğu arasında çatışmaların yaşandığı basına yansıdı. Bunun üzerine bütün gözler Süveyda’ya çevrildi. Birkaç saatin ardından Süveyda bütün dünyanın gündemine girdi. Bunun bir sebebi vardı. Colani’nin Savunma Bakanlığı personelleri, ordusu, İçişleri Bakanlığına bağlı güçleri, DAİŞ, HTŞ, SMO, El Kaide radikal örgütler „Arap ve Bedevi aşiretleri“ adı altında Süveyda’ya Dürzi topluluğuna saldırmaya başladı. Bu Colani’nin kendi öz ajandasıydı. Ve bu ajandada, ‘Sünni ve Arap olmayan kim varsa Suriye’de yaşam yoktur’ diye yazıldığı bir kez daha görüldü. İktidara geldikten sonra da bu ajandasını peyderpey gerçekleştirme pratiği içerisine girdi.

Şam’daki sonuçsuz zirvenin üzerinden yalnızca dört gün geçmişti ki, Suriye’nin güneyinde yeni bir kriz patlak verdi. Dürzi topluluğunun yoğun olarak yaşadığı Süveyda kentinde, Colani’ye bağlı silahlı unsurlar ile yerel halk arasında şiddetli çatışmalar yaşandığına dair haberler basına yansıdı. Kısa sürede tüm dikkatler Süveyda’ya çevrildi. Yalnızca saatler içinde kent, dünya gündeminin merkezine oturdu. Bunun haklı bir nedeni vardı.

Colani’ye bağlı Savunma Bakanlığı personeli, ordu güçleri, İçişleri Bakanlığı’na bağlı emniyet birimleri ve paramiliter oluşumlar — HTŞ, SMO, El Kaide kalıntıları ve eski DAİŞ bağlantılı unsurlar — Arap ve Bedevi aşiret kimlikleri altında organize edilerek Süveyda’ya yönlendirildi. Saldırının doğrudan hedefi, Dürzi topluluğuydu.

Bu, spontane gelişmiş bir güvenlik olayı değil; Colani’nin uzun süredir şekillendirdiği ve adım adım uygulamaya koyduğu ideolojik ajandanın yeni bir halkasıydı. Onun ajandasında, “Sünni ve Arap olmayan hiçbir kesime Suriye’de yer yok” yazılıydı.

İktidara geldiği günden bu yana Colani, mezhebi ve etnik çeşitliliğiyle bilinen Suriye toplumunu tek tipleştirme hedefi doğrultusunda harekete geçti. Alevilere, Hristiyanlara ve şimdi de Dürzilere yönelik baskı ve saldırılar, bu doğrultudaki dönüşüm stratejisinin parçasıydı. Süveyda’daki olaylar, uluslararası toplumun uzun süredir görmezden geldiği bu gerçekliğin artık inkâr edilemeyecek bir biçimde sahaya yansımasıydı.

Colani yönetimi, Süveyda’daki direnişi bastırmak amacıyla ülke genelinde “genel seferberlik” ilan etti. Resmî açıklamalarda, “cihat” çağrısı yapılırken, eli silah tutan herkesin Süveyda’ya yönelmesi gerektiği duyuruldu. Bu çağrının ardından Dera, Şam, Halep, Hama, Humus, İdlib gibi birçok kentten silahlı gruplar Süveyda’ya sevk edildi. Colani iktidarının yönlendirdiği bu güçler, uluslararası kamuoyunun gözleri önünde kente saldırdı.

Çatışmalar hızla bir katliama dönüştü. Süveyda’nın sokakları, talan edilen evler ve yakılan mahallelerle savaş alanına dönüştü. Bazı gruplar, sosyal medyada paylaştıkları videolarda yakaladıkları yaşlı Dürzi şeyhlerinin bıyıklarını keserek, fiziksel şiddeti yalnızca bir savaş taktiği değil, aynı zamanda bir aşağılama aracı olarak kullandıklarını kendileri belgeledi. Bu görüntüler, Colani yönetiminin farklı kimliklere karşı yürüttüğü kampanyanın şiddet boyutunu gözler önüne serdi.

Ancak bu kez işler Colani’nin planladığı gibi gitmedi. Alevi ve Hristiyan topluluklara karşı uyguladığı baskı ve sindirme politikalarını, Dürzilere karşı aynı biçimde sürdüremedi. Beklenmedik bir gelişmeyle İsrail, Süveyda’daki Dürzi topluluğa destek için devreye girdi.

16 Temmuz’da İsrail, Colani’nin Şam’daki sarayına, Savunma Bakanlığı yerleşkesine ve Süveyda’ya saldıran bazı çetelere yönelik hava saldırıları düzenledi. Bu saldırılar yalnızca Colani’nin askerî kapasitesini değil, aynı zamanda onun iktidarının sembolik gücünü de hedef aldı. Şatafatlı iktidar söylemi yerle bir olurken, Colani’nin mutlak hâkimiyet iddiası ciddi şekilde sarsıldı. Bu müdahale aynı zamanda, Colani’ye açık veya örtük destek sunan uluslararası güçlere de sert bir mesaj niteliği taşıyordu: Bu rejimin sürdürülebilirliği sanıldığı kadar güçlü temellere dayanmıyordu.

Öte yandan Dürzi topluluğu, özsavunma hakkını kullanarak karşısında direnmeyi başardı. Bu süreçte Colani, İsrail’in düzenlediği hava saldırıları nedeniyle bir süre kamuoyunun karşısına çıkamadı. Suriye üzerine çalışan analistlere göre bu durum, Colani için ciddi bir darbe oldu ve onun ilk büyük yenilgisi olarak değerlendirildi.

Bu gelişmeler, yalnızca askeri sahada değil, diplomatik cephede de Colani’nin pozisyonunu zayıflattı. 9 Temmuz’daki Şam zirvesinde SDG karşısında sergilediği baskıcı ve üstünlükçü tutumdan eser kalmamıştı. Colani’nin “güç gösterisi” hedefi, bir haftalık süreçte tam anlamıyla çöktü. Suriye’de güç dengeleri kısa sürede dramatik biçimde değişmişti.

Bu sarsıntının ardından, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack hızlıca devreye girdi. Ürdün’ün başkenti Amman’da, Colani’nin Dışişleri Bakanı Esaad Hasan Şeybani ile görüştü; ardından SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi ile ayrı bir toplantı gerçekleştirdi. Barrack, Colani’nin Süveyda’da yaşadığı darbeyi dengelemek adına, SDG’den bir “iş birliği jesti” talep etti: Suriye Savunma ve İçişleri Bakanlığı ile SDG’nin ortak koridor açması“.

Oysa bu, yalnızca bir hafta önce, Colani’nin aynı SDG’ye teslimiyet dayattığı bir masadan kalktığı düşünülürse, yaşanan dönüşüm çarpıcıydı. Artık yardım isteyen tarafta Colani yönetimi vardı. Bu, Suriye’deki güç dengelerinin ne denli kırılgan ve değişken olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

SDG Komutanı Mazlum Abdi, Barrack’ın önerisini nazikçe ama net biçimde geri çevirdi. Süveyda’da yaşananların Colani iktidarının bilinçli uygulamaları olduğunu vurguladı. Abdi, SDG’nin koridor açmaya hazır olduğunu ifade ederek, SDG’nin yalnızca askeri değil, siyasi açıdan da ne kadar stratejik bir pozisyona sahip olduğunu ortaya koydu.

Amman’daki toplantının bir diğer çarpıcı boyutu, diplomatik usullere daha uygun bir biçimde yürütülmesiydi. 9 Temmuz’daki Şam toplantısına kıyasla daha dengeli geçen bu görüşmede, Abdi’nin Dürzi lider Şeyh El-Hicri’nin Suriye Anayasa müzakerelerine dahil edilmesi gerektiğini vurgulaması dikkat çekti. Bu öneri, SDG’nin çok-etnili ve çok-inançlı bir gelecek vizyonunu savunduğunun güçlü bir işaretiydi.

Toplantının ardından taraflar, görüşmelerin daha derinlikli biçimde sürdürülmesi için Fransa’nın başkenti Paris’te yeni bir toplantı yapılması konusunda uzlaştı. Zirvenin artık Şam yerine Paris’te gerçekleşecek olması, Colani yönetiminin Suriye içinde belirleyici güç olmaktan uzaklaştığının ilk açık göstergesi oldu.

Ayrıca, Fransa’nın arabuluculuğu ve ev sahipliği, uluslararası dengeler açısından da önemli mesajlar taşıyordu. Paris yönetimi uluslararası koalisyonda uzun süredir SDG ile istikrarlı bir ilişki sürdürüyor. Fransa’nın, SDG’nin yapısının korunmasından yana olduğu, özellikle Kürtlerin ve diğer etnik-dini grupların haklarının anayasal güvence altına alınmasını güçlü biçimde savunduğu biliniyor.

Benzer Haberler