BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Doğu Ergil yazdı |

Türkiye'de sıradanlığın anatomisi: Vasatlığın felsefesi ve ahlaki bedeli

Doğu Ergil yazdı |

Doğu ERGİL

Bazen en kötü şeyler bile bizi şaşırtacak biçimde sıradandır. O yüzden Hannah Arendt, “Kötülük çoğu zaman şeytanî değil, sıradandır.” demiştir. Bu nedenle de çoğu kez sıradanlığın görünmezliğine aldanırız.

Sıradanlık, modern çağın en yaygın ama en az sorgulanan “yorgunluğudur.” İnsanların çoğu ne fazla iyi, ne fazla kötü görünmek isterler: Ne bilgiç, ne de cahil… Arada bir yerde durmak onları görünmez kılar; bu da güvenlidir ve vasatlığı alabildiğine çoğaltır. “Vasatlığın enerjisini artırır” da denebilir.

Vasat insan, anlamla değil onayla yaşar; fark yaratmakla değil, uyum göstermekle övünür. Böylece, Arendt’in “Kötülüğün Sıradanlığı” dediği olgu toplumsal bir ruh haline dönüşür. Kötülük, artık nefretle değil, ilgisizlikle (iyilik yapmayarak) yapılır.

“Sıradanlık, kötülüğün değilse bile kayıtsızlığın en rahat maskesidir.”

Bu konuda üç düşünür bize yol gösterir:

José Ortega y Gasset, “Kitlelerin İsyanı” adlı eserinde 20. yüzyılın insanını “ortalama/vasat insandan memnun” bir varlık olarak tanımlar.

Bu yeni insan, geçmişteki kahramanlık, derinlik ve anlam arayışlarının yerini “konforlu memnuniyete” bırakmıştır…

Ona göre modern birey, artık “üstün insan” olmayı değil, “rahat insan” olmayı ister. Kitlelerin egemenliği, değerleri değil, beğenileri belirler hale gelmiştir.

Bugün bu olgu dijital kültürde en belirgin biçimini bulur: Beğeniler, hakikatin yerini; trendler, düşüncenin derinliğini; hız, sabrın erdeminin yerini almıştır.

Ortega’nın uyarısı hâlâ yankılanır:

“Kitlelerin memnuniyeti, uygarlığın yavaş çöküşüdür.” – Nietzsche: Sürü Ahlakı ve Vasatın Erdemi

Nietzsche, “Zerdüşt Böyle Buyurdu”da “son insan” figürünü tanıtır -risk almayı istemeyen, büyük ideallerle değil, küçük konforlarla yetinen, çok şeyden haberi olan ama hiçbir şey uğruna fedekârlık yapmayan, mücadele etmek istemeyen insan… Bu, yeni çağın örneğidir; “son insandır”!

“Son insan” figürü, bugünün vasat insanıdır. Sürü ahlâkı, tehlikeden kaçmayı erdem, sıradanlığı denge, konformizmi olgunluk sayar. Oysa Nietzsche’ye göre hayat, çeşitlilik getirecekse, değişim tohumlarını (bu doğumdur) taşıyacaksa “tehlikelere karşı yaşama cesareti” ister. Oysa sürü, farklı olanı dışlar; çünkü farklılık huzuru bozar. Vasatlık, bu huzurun bedelidir: düşünmeyen ama itaat eden bireyler topluluğu…

“Sürü, iyiliği huzurda; büyüklüğü itaatte arar.

Oysa insan, tehlikenin sınırında derinleşir.”

Hannah Arendt’in ünlü kavramı “kötülüğün sıradanlığı”, bireyin kötülüğü bilinçli bir seçimle değil, düşünmeden işleyebileceğini söyler.

Arendt’in (Yahudi katliamının yürütücülerinden) Eichmann üzerine yaptığı gözlemler, ahlaki felaketlerin çoğu zaman “düşünmeyen memurlar” eliyle gerçekleştiğini gösterir. Bu durum, sıradanlığın en tehlikeli biçimidir: Ahlakî otomatiklik…

İnsan artık sorgulamaz; “kendine verilen görevi” yerine getirir. Bu görev ister devlete ister topluma ister kariyere ait olsun; kişi hakikati değil, normu izler.

“Kötülük çoğu zaman nefretin değil, düşünmemenin sonucudur.” – H. Arendt

Bugünün vasat insanı da benzer bir konumda: Etik kararlar almak yerine, “çoğunluk ne yapıyorsa onu yapar.” Böylece kötülük, artık fark edilmeyecek kadar sıradanlaşır.

Eğer kötülük fark edilemeyecek kadar sıradanlaşmışsa vasatlık, artık bireysel bir zayıflık değil, toplumsal bir sistem haline gelmiştir.

Ekonomiden eğitime, siyasetten sanata kadar her şey, “ortalama beğeniye” göre sıralanır. Sıradanlık kültürü, bir yandan eşitlik ve “benzerlik” getirirken bir yandan da yüksek ideali (daha iyiyi, mükemmeli aramayı) ortadan kaldırmıştır.

Artık, mükemmel değil “yeterince iyi” olan tercih edilir. Çünkü daha kolaydır. Derinlik yerine erişilebilirlik, özgünlük yerine uyum, hakikat yerine “uygunluk” benimsenmeye başlanır. Bu süreç tanıdık geliyor mu?!

“Modern insan, mükemmellikten korkar; çünkü o, vasatın huzurunu bozar.”

Bu toplumsal atmosferde yaratıcılık yalnızlaşır, düşünce yavaşlar, sıradanlaşır; ahlâk esner. Böylece “vasatlık kültürü”, çağın görünmez ideolojisine dönüşür.

Direniş: Derinliğin Etik Sorumluluğu ve Yaratıcılığın Sorumluluğu

Sıradanlığa direnmek, gürültüyle değil, derinlikle mümkündür.

Derinlik, bugünün dünyasında bir entelektüel lüks değil, ahlaki bir zorunluluktur. Çünkü düşünmek, sadece bilmek değil, sorumluluk almaktır; itiraz etmek ve değiştirmek sorumluluğu….

Ortega’nın “azınlığın kültürü”, Nietzsche’nin “üst-insanı” ve Arendt’in “düşünen insanı” —hepsi aynı çağrıyı yapar: Düşün ama yalnız düşün! Düşüncen senin olsun, çoğunluk tercihi değil! Düşünmek, insana kendi vicdanını iade eder.

“Sıradanlık bir hastalıktır; tek tedavisi, düşünmeyi göze almaktır.”

Vasatlıktan Kurtulmak, İnsan Olmaktır

Sıradanlık, konforun kılığına girmiş bir korkudur. İnsan, özgünlükten değil, sorumluluktan korktuğu için vasatlaşır (diğerine benzer).

Ama her çağda, sessiz bir azınlık bu akışa direnir: Derin ve farklı düşünen, derin ve farklı hisseden, derin yaşayan ve “olandan başkasının da olabileceğine inanan” insanlar…

Onlar çağlarına sığmazlar ama çağlarını tanımlarlar. İçlerinden çağlarını değiştiren insanlar da çıkar. Ne kadar çok desteklenirlerse değişim o kadar hızlı olur. Direnç ne kadar çoksa değişimin hızı ve çapı o kadar zayıf olur. Keşke onların kıymetini bilsek, hapislere, sessizliğe ve suskunluğa terk etmesek!

“Vasatlık, insanın kendine ihanetidir.

Derinlik, bu ihanete sessiz bir başkaldırıdır.”

Benzer Haberler