BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Faik Bulut yazdı |

Yerel demokrasi, kent ve barış etkinlikleri hakkındaki izlenimlerim

Faik Bulut yazdı |

Faik BULUT

Geçtiğimiz hafta DEM Parti, süreçle bağlantılı olarak birbiri ardı sıra İstanbul’da kimi etkinlikler düzenledi. Bunlarla ilgili gözlemlerimizi paylaşmak istiyoruz.

Tarihin, anın ve geleceğin dönüştürücü gücüne çağrı

İstanbul’da DEM Parti, TİP, EMEP, TÖP, SMF ve EHP’nin katıldığı “Barış ve Demokrasi için Buluşuyoruz Mücadelenin Olanaklarını Konuşuyoruz” başlıklı iki günlük bir çalıştay düzenlendi. Sonuç bildirgesinde “Barış ve demokrasinin ancak halkın birleşik ve ortak mücadelesiyle mümkün olacağı” vurgulandı. Bildirgenin içeriğini şöyle özetleyebiliriz:

Bizler biliyoruz ki; sahici barış, hukukun ve adaletin tesis edilmesi ve demokrasi mücadelesinin birlikte yürütülmesi ile mümkündür. Kayyım kararlarının geri çekilmesi, hasta tutsakların serbest bırakılması, AYM ve AİHM kararlarının uygulanması için hiçbir yasal engel yoktur; yalnızca siyasi irade eksiktir.

Bizler Kürt sorununun eşit haklara dayalı çözümünü ve ülkenin demokratikleşmesini temel alan bir barış hattını önemsiyoruz. Emek, demokrasi, barış güçleri olarak bugün bu hattı birlikte örmek, demokratik hakları ve siyasal özgürlükleri kazanmak bizim tarihsel sorumluluğumuzdur.

Barış ve demokrasi mücadelesi, iktidardan beklentiyle ve bekleyerek değil; ancak halkın kendi öz gücüyle, birleşik mücadelesiyle kazanılabilir. Demokrasinin güçlenmesi yerelden yükselen bir örgütlenme ve halkın bizzat kendi kendini yönettiği, denetim yetkisine sahip olduğu bir yerel demokrasi anlayışı ile mümkün olabilir. Bu nedenle barış ve demokrasi mücadelemizi, yerel talepler ve yerelin mücadele güçleriyle birlikte büyütmekte kararlıyız.

Partilerin, sendikaların, meslek örgütlerinin, kadın ve gençlik inisiyatiflerinin, inanç örgütlerinin, ekoloji ve köylü hareketlerinin, doğasını, suyunu, toprağını ve varlığını savunan tüm halk örgütleri ile demokrasi ve barışı esas alan siyasi yapıların özgünlükleriyle dahil olduğu ortak-birleşik bir mücadele hattında buluşulması gerekliliği her zamankinden daha açıktır. Bugün değiştirici ve dönüştürücü gücü açığa çıkaracak olan, halkın örgütlülüğü ve birleşik mücadelesidir.

Bu inançla, çağrımız; barışın, demokrasinin ve özgürlüğün ortak mücadele imkânının güçlendirilmesi ve büyütülmesi için bu sorumluluğu duyan tüm toplumsal ve siyasal kesimlere; tarihin, anın ve geleceğin dönüştürücü güçlerinedir.”

Emekçi kesimin barışsever ve temkinli hali

Eş zamanlı olarak gerçekleşen bir organizasyon da Sosyal Adalet Hareketi (SAHİ) inisiyatifinde yapıldı. “Emek Mücadelesi ve Barış” şiarıyla TÜMTİS’in Fatihte’ki binasında emekçi ve sol oluşumların ağırlıklı olduğu bir konferans-forum düzenlendi. Katılımcı emekçiler farklı görüşlerdeydi. İçlerinde milliyetçi, dindar (İslamcı), sosyal demokrat ve sosyalistler vardı. Hepsinin de ortak paydası barışsever ve süreç destekçisi olmalarıydı. Onlara göre barış olursa, emek hareketinin de önü açılacak ve hak talepleriyle mücadeleleri daha fazla gündem oluşturacaktı.

Emekçiler, sendikacılar ve onlarla birlikte hareket eden sol/sosyalist aydınların barış süreci konusunda AKP iktidarına güvenlerinin olmadığı anlaşılmaktaydı. Nedeni ise AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Kendi iktidarının devamı için bu süreçten faydalanmak istediği” kanaatiydi. DEM Partisinin cumhurbaşkanı seçimleri ve devamındaki gelişmelerde Erdoğan ile AKP’ye destek vereceğine inanmaları hususunda fazla renk vermeyen bu topluluk, DEM ile Kürtlerin bir şekilde kendi çizgilerini bulabileceklerini tahmin ediyor.

HDK’nın başlattığı “Sosyalizm Konferansı” ise 8-9 Kasım 2025’te söyleşi, tartışma ve forum tarzında gerçekleşti.

Bakırköy’deki Yerel Demokrasi Konferansı

Çok sayıda siyasi parti, sivil toplum örgüt temsilcilerinin yanı sıra belediye eşbaşkanları, aydınlar, akademisyenler ve yurttaşların katıldığı konferans salonuna, “Özgür kent, özgür cumhuriyet”, “Jin jiyan azadî”, “Ekolojik toplum, özgür doğa”, “Yerel demokrasi ile demokratik toplum inşası”, “Kayyım rejimi değil, halk iradesi” pankartları asılmıştı. Konuşmacıların kimi tespitlerini aktardıktan sonra, gözlem ve izlenimlerimi aktarmak istiyorum.

Barış Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Tahmaz: Merkezi müzakerelerle barışın inşası olamaz. Bütün dünyada yerel yönetimlerin üzerine barış konusunda düşen sorumluluklar var… 2015’te Türkiye AB müzakereleri sürecinde önüne konulan “sürdürülebilir kalkınma, adalet ve barış” için yerel yönetimlerin önüne 17 alt başlıktan oluşan görev tanımlarına yer verdi. Ne yazık ki hem iktidar hem de Türkiye siyaseti bunu ciddiye almadı.

Mimar Doç. Dr. Gül Köksal: Planlamalarda tepeden inme merkeziyetçi bir bakış açısı var. Kentleşme planlamaları insanı hak almaya iten bir durumda. Aslında biz bir hak inşasından bahsediyoruz. Eşitlikçi, kadın özgürlükçü, ekosisteme uyan yeni bir paradigmadan bahsediyoruz. Yani Kapitalist Moderniteye karşı Demokratik Modernite vurgusunda bulunuyoruz. Biz birlikte yaşama kültüründen, bir hak inşasından söz ediyorsak Kapitalist modernitenin tepeden dayattığı kentleşmeye karşı devrimci dönüşümcü bir durumdan bahsediyoruz demektir. Meseleye sadece kenti değil, aynı zamanda bireyi de (sadece kullanan/tüketen değil-FB) dönüştüren bir yerden bakmalıyız.

Fındıklı Belediyesi Başkanı Ercüment Şahin Çervatoğlu: Kapitalizm varsa orada bir savaş vardır. Ne zamanki savaş sona erer, insanın insanı ve doğayı sömürmesi biter, o zaman barış gerçek barış olur. Barışı savunmak insani görevdir… Yukarıda savaşanların barış ilan etmesi ve birbirlerine karşı zulmü ortadan kaldırmasıyla barış gelmez diye düşünüyorum. Barış ancak ve ancak halkın doğrudan demokrasiyi inşa etmesiyle gerçek anlamını ve zeminini bulur. O nedenle doğudan batıya barışı inşa etmek halkların kendi iradesiyle demokrasi inşa etmesinden geçer. Kent barışının da böyle inşa edilebileceğini düşünüyorum.

Fikri Sönmez Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Naci Sönmez: Kuzey ve Doğu Suriye’deki yerel yönetim halkın toplumsal sözleşme zemininde kendi kendini yöneterek uyguladığı yerel demokrasi modelidir. Fatsa’da fiilen yapılmaya çalışılan da budur. İlk kadın hareketinin filizlendiği yerdir burası. Can Yücel, Fatsa’ya indiğinde rüyada olduğunu sanmıştır. Fatsa’nın ara sokaklarındaki kadınlarla konuşmuştur. Kadınlar ona “Terzi Fikri, bizi şiddet gösteren eşlerimizden korumuştur” demişler. Bizler de yerellik, halkçı, ekolojik, kadın özgürlükçü belediyecilikte duyarlı olmalıyız.

DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Rüştü Tiryaki: DEM belediyeleri yerel demokrasi konusunda çığır açacak yöntemler uyguladılar… Bütün dünyada yerel yönetimler güçlendirilirken ekonomik, politik olarak bizde ise tam tersi bir seyir izleniyor. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı bir genelge yayınlayınca, belediyeler gazete alamaz duruma geldi. Hiçbir belediye Çevre Şehircilik Bakanlığından izin almadan inşaat yapamaz oldu. Kayyım atanan yerlerde seçilmiş belediye meclis üyeleri bile toplanamıyor.

Van Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Neslihan Şedal: Kadın özgürlükçü, ekolojik bir belediyeciliğin olması gerekir. Süreç için mücadele edeceğiz. İmralı başta olmak üzere tüm cezaevlerinin açılması gerekiyor. Siyasetçilerin bırakılması ve kayyımların yerine seçilen belediye eşbaşkanların getirilmesi lazım… Ulus-Devlet aklı kendine göre tekçi bir sistemdir; onun modeli risk oluşturan, alternatif olan sistemi de ekarte ediyor. Bizim Fatsa’da, Batman’da yaşadığımız buydu. Demokratik modellerimizin hedef alınmasıydı.

Tuncer Bakırhan: Yerel demokrasi çok hayati bir mesele

DEM Parti Eş Genel Başkanı, Demokratik Yerel Yönetimler Kurulu tarafından düzenlenen Yerel Yönetim Konferansı’nın açılış konuşmasını yaptı, kısaca şunları söyledi:

Bugün aslında çok hayati bir meseleyi, yerel demokrasiyi tartışacağız. Zaten genel olarak da demokrasi arayışı olan, demokrasi sorunu yaşayan bir ülkede bulunduğumuz için yerel demokrasiyi aramamız da gayet normaldir. Birlikte tartışarak bir yol bulacağız. Demokrasimiz hasta, yerel demokrasi daha da hasta. Bu durumda merkeziyetçi yönetimden vazgeçilip, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerekiyor. 

Türkiye’de hiçbir dönem olmadığı kadar yerel yönetimler tehdit altında ve çok zayıf bir noktada bulunuyor. Cumhuriyet kurulurken de yerel yönetimler büyük bir basınç altındaydı, büyük bir merkezileşme baskısı vardı. Ama özellikle 20 Temmuz 2016’dan sonra benim de burada oturan birçok arkadaşımızın da içinde olduğu yeni bir dönem başladı. Yerel iradeyi yok sayan ve gasp eden başka bir basınçla karşı karşıya kaldık.

O gün bugündür bu merkeziyetçilik dalgası giderek artıyor. Düşünün bir kent, %60-70 oranında yerel temsilcisini seçiyor. Birisinin hoşuna gitmiyor ve o iradeyi gasp ediyorlar. Ben Siirt’te başkan iken belediyeye kayyım atadılar, ikinci defa kazandık. Üçüncü sefer büyük bir farkla kazanmamıza rağmen ‘kayyım atanacak’ diye bekliyorduk.

Bunun karşısında durmak gerekiyor. Bu 86 milyonun meselesidir. Siirt’e sesiz kalındığı için bugün İstanbul’un gündemi budur. Bizler içerideyken sessiz kalındığı için bugün Ekrem İmamoğlu içeride. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun ve benzer durumda olan belediye yöneticilerinin tutuksuz yargılanmaları, görevleri başına dönmeleri gerektiğini belirtmek istiyorum.

Biz hep bu noktada durduk. Biz, Ahmet Türk ile Ekrem İmamoğlu’nu hiç ayırt etmedik. Biz, aynı şekilde tarif edilmememize rağmen irade gaspı nerede olursa olsun aynı yaklaşımla yaklaştık. Kayyım neredeyse buna karşı birlikte mücadele etmemiz gerekiyor. Şişli ile Hakkâri’yi eşitlemediğimiz zaman bu merkezileşme, anti demokrasi uygulamaları devam eder gider. Her renkten siyasi partiler karşı durmazsa, bu uygulamayla karşı karşıya gelmeye devam edeceğiz.”

Prof. Mithat Sancar: Yerel demokrasi, bir toplumsal yaşam biçimidir.

İmralı Heyetinden Prof. Mithat Sancar, Ankara’da düzenlenen “Barış ve Demokrasi için Buluşuyoruz Mücadelenin Olanaklarını Konuşuyoruz” başlıklı toplantıda yerel demokrasinin önemini şöyle detaylandırıyordu:

“Yerel demokrasi sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda bir toplumsal yaşam biçimidir. Kentler, farklılıkların bir arada yaşadığı ve demokrasinin yeşerdiği temel mekânlardır.  Eski bir Alman deyişi var: ‘Kent havası özgür kılar.’ Bir yerel yönetimden söz edebilmenin iki temel şartı vardır. Biri, yöneticilerinin halk iradesiyle iş başına gelmesi; diğeri ise yönetebilmek için yetki, imkân ve güvencelere sahip olmaktır. Seçilmiş irade yok sayılıyorsa, yerel yönetimler merkezi idarenin şubelerine dönüşür. Eğer bu damarları (yerel demokrasiyi) keserseniz o zaman ülkede demokrasiyi yerleştirme imkânınız da olmaz.

Kendini yönetmenin en önemli yolu kentini yönetebilmekten geçer. Kentini yönetemeyenin kendini yönetebilmesi de söz konusu olmaz. Yerel demokrasi bireyin kendini gerçekleştirmesi için temel bir zemindir. Denetim ve şeffaflığın olmadığı ortamlar yozlaşma, yolsuzluk ve ranta kapı açar.  Yerel demokrasi bu tehlikelere karşı en önemli güvencedir.

Alexis de Tocqueville der ki: ‘Özgür halkın asıl gücü kentlerdir:’  Yerel demokrasi aynı zamanda barışın hem imkânı hem de güvencesidir.  Eğer barışı kentte sağlayamazsanız yukarıya taşımanız da zorlaşır. Yerel demokrasi, kalıcı barışın tabanda sahiplenilmesi ve yaşanmasıyla mümkündür.”

Söyleyeceklerim var

Yerel demokrasi hususunda atölye çalışmaları yapıldı; temsili demokrasi, demokratik toplum, cinsiyet eşitliğine dayalı demokrasi, toplumcu-katılımcı yerel yönetim, ekolojik toplum konuları ele alındı.

Bize göre başlıca eksiklikler şunlardı:

Atölye çalışmalarına katılanların uzmanlık kapasitesi yeterli değildi. Kayyım meselesinin sırf eril zihniyete bağlanması da yanlıştı. İktidar meselesinden kopuk olarak ele alınması ise başlı başına hataydı. On yıllar boyu feminist diplomasi uyguladığını söyleyen İsveç’in Ukrayna-Rusya savaşı sonrası aniden militarist siyaset izlemesi böyle bir yanlış mantıkla açıklanamaz. Dinci gericiliği sadece ulus-devlete bağlamak da yanlıştı. Nitekim eski çağlarda bile devletler gericilik üretebiliyordu. Avrupa’daki 30 yıl savaşları bunun bariz örneğidir.

Bakırköy’deki toplantıya gelince, katılım beklentinin altındaydı. 39 ilçeden 10’ar kişi gelse 400 kişi katılmış olurdu. Anlaşılıyor ki Kürtler kendi sorunlarına bunca duyarlıyken diğer meselelere olması gereken ilgiyi göstermiyorlar. Haliyle yakıcı güncel olaylarda yeterince toplumsallaşamıyorlar.

Görülen o ki Kürtler Kürt birliği ve parti toplantılarıyla fazla ilgilenmiyorlar. Tipik örneği Esenyurt’taki mitingde görüldü. Katılım 3000 kişiyle sınırlıydı. Birkaç gün öncesindeki Koma Amed konserine 300 bin kişi katılmıştı. Çünkü bu topluluk canlı bir ruh ve nostalji taşıyordu.

Kent konusundaki düşüncelerde tam bir karmaşa var. Kent ve demokrasi- kent ve yerel yönetim hususunda da bir anlayış birliği bulunmuyor. Biliniyor ki kent mahallelerden başlar. Kendine özgü eğitim sistemi, iletişimi, ekonomisi, güvenliği, değerleri ve dayanışması vardır. Buna bağlı olarak ticari merkezi ve yaşam alanları bulunur. Toplumsal denetim sayesinde kriminal suçlar nispeten azdır. Nitekim Doğu kentlerindeki geleneksel mahalleler, suç oranının yüksek olduğu gettolara benzemez. Çünkü oralarda toplumsal denetim vardır, kültürel doku daha sağlamdır.

Mersin’de ise farklı bir gelişme yaşandı, turunçgiller şehri giderek farklılaştı. Huzurlu şehir, göçler ve sanayileşme nedeniyle kaotik bir ortama geçti. Aşırı iç ve iç göç alan bu şehir imar anarşisinin tahribatına uğradı. Liman gibi ticari merkezler, yasadışı faaliyet alanlarına dönüştü. Yoksullar kent çeperlerine sürüldü, merkez sözde suçlardan ve suçlulardan arındırıldı, ancak şehir tüm renklerini kaybetti. Kültüründen, değerlerinden, toplumsal yaşantısından uzaklaştı.

Yerli ve yabancı göç akınıyla birlikte imar anarşisinin yol açtığı rant kavgaları yüzünden Teksas diye anılan Esenyurt, bu haliyle yerel demokrasinin kolay inşa edileceği ilçelerden değildir.

Kent ve demokrasi meselesi: Van ile Varto örneği

Bu konudaki atölye çalışmalarının yansımaları esasen HDP geleneğini taşıyan belediye yönetimlerinin tecrübelerini içeriyor ve geleceğe ışık tutuyor. Van ve Varto belediyelerinin çalışmalarında bunu daha net görüyoruz. Özellikle Van’daki belediye mensupları son derece toplumcu-katılımcı bir temele dayanıyor. Kayyım atanmasına rağmen belediye başkanları ve meclis üyeleri boş durmuyor; görevdeymiş gibi halkla toplantılar yapıyor, ortak kararlar alıyor ve çözüm için çaba sarf ediyorlar. Varto’dakilere gelince bir ilki başardılar; bütçeyi halkla birlikte kararlaştırdılar. Tek eksiklik kararlaştırılan bütçenin hayata geçirilmesinde zorlanmaları oldu.

Bir Babil geleneği: Yok saymak ve kendine mal etmek

Sümerli öğretmen Ludingirra hatıralarında şöyle diyor: “Babilliler bize egemen olduklarında varlığımızı yok saydılar; tarihi ve kültürel mirasımızı ise kendilerine mal ettiler.” AKP hükümetinin 2026 bütçe tasarısı üzerine Meclis’teki görüşmelerinde takınılan tavır tam da buna işaret ediyor, aktaralım:

DEM Partili Sabahat Erdoğan Sarıtaş, “Bölge illerine ayrılan pay yüzde 5’in bile altında” diyerek bakanlığın bütçe tasarısına tepki gösterdi; aynı partiden Beritan Güneş Altın ise kültürel tahribatlara dikkat çekerek şunları söyledi:

Kültür politikalarınız şiddet gösterisine dönüşmüş durumda. Cizre’de bulunan Mala Dengbeja’ya gelelim. Tarihi milattan önceye dayanan bu merkez, yıllarca Kürt kültürünün merkezlerinden biriyken şu an kültürel faaliyetlerin engellendiği bir alana dönüşmüş durumda. Buna kültürel kırım demeyelim de ne diyelim? Başka bir yer: Birca Belek. Adını söylerken bile ürperiyorum şu an çünkü binlerce yıl ürettikleriyle tarihi değiştirmiş bu yapı şu an kültür çalışmaları için değil, müze için değil, bir şahsın özel ofisi olarak kullanılmakta…

Bakanlığınızın İlk Eser Programı’na dâhil olmak isteyenler için esas kriterin Türkçe olması olarak belirlenmesi ayrımcılık değil mi? Belki ilk eserini Kürtçe yazmak istiyor, belki Süryanice yazmak istiyor, belki Ermenice yazmak istiyor; bu ayrımcılığı peki nereye koyacağız?

Sayın Cumhurbaşkanı’nın yakın zamanlarda dünya rekoru olarak nitelendirdiği ve ‘Halk kütüphanelerinde 25 milyon kitap var’ dediği halk kütüphanelerini size sorduk Sayın Başkan; ‘Bu 25 milyon kitap içerisinde ne kadar Kürtçe kitap var?’ dedik. Bize resmen asimilasyonun cevabını verdiniz. Çünkü 25 milyon kitap içerisindeki Kürtçe kitap sayısı yüzde 0,08. Biz bunu asimilasyon dışında açıklayamıyoruz.

Barajlarla sistematik bir şekilde boğmak istediğiniz bir kültürel miras ve bir tarih var ve siz bu yıkımın sorumlususunuz; tarihe hesap veremeyeceksiniz çünkü baraj yapıldıktan sonra sular altında kalan yerlerin yüzde 90’ından fazlası Kürtlerin yaşadığı ve tarihsel izler bıraktığı yerler. Daha vahimi, bu yerler Urfa ve Adıyaman arasında. Urfa bugün, dünya tarihini değiştiren merkezlerin olduğu bir yer ve siz, Urfa ve Adıyaman arasındaki bu fiziki yakınlığı bile gözetseydiniz oraya kurulan barajların dünya tarihini nasıl boğmak istediğini, nasıl insanlık suçu işlediğini bir kez daha anlardınız ve tanıklık ederdiniz.”

Mardin Milletvekili George Aslan ibadethanelerin durumuna değindi:

Türkiye genelinde binlerce kilise ve manastırın önemli bir kısmı harabe durumdadır. Bazıları ahır ya da depo olarak kullanılmakta, bir kısmı da camiye dönüştürüldü. Van, Hakkâri ve Mardin Ermeni ve Asuri Süryanilerin yoğun yaşadıkları yerlerdi. Hakkâri bölgesinde geçmişte yüzlerce kilise bulunuyordu. Günümüzde bunlardan Koçanis Kilisesi, Mar Şalita Kilisesi, Mar Abdişo Manastırı gibi yalnızca 20-30 kadarı ayakta kalabilmiştir. Bu yapılar da ne yazık ki yarı yıkık durumdadır.”

Iğdır Milletvekili Yılmaz Hun ise Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın adeta tek bir kimliği merkeze aldığını, Anadolu’nun çok dilli ve çok kültürlü hakikatini görmezden geldiğini söyleyerek devam etti: “Millî kültür adı altında Kürtçe, Zazaca, Ermenice, Lazca, Süryanice, Arapça gibi diller yok sayılmaktadır. Alevi, Bektaşi cem evlerini merkeze bağlayan asimilasyoncu yapılar, Kürt sanatçılara verilen konser yasakları, Kürtçe şarkı söyleyen sanatçılara açılan davalar; bunlar kültür politikası değil, kültürel mühendisliktir. Bu ülkenin kültürel bütçesi tüm dillerin, tüm kimliklerin eşit temsiline dayanmalıdır…” dedi.

Kentlerin epistomolojik özellikleri

Kentleri değerlendirirken bir epistomolojik bir de ontolojik özelliklerine bakmak lazım. Epistomolojik yanını Derya Aydın’ın 8 Kasım 2025 tarihli tanımıyla anlatmak isterim:

Epistemik rejim, yalnızca bilgiyi üretenlerin değil, bilginin üretildiği bağlamın ve metodolojinin sorgulanmasını da zorunlu kılıyor. Bilme biçiminin yöntemlerini kimler belirliyor? Şeyler nasıl tasnifleniyor, hangi ölçütlerle anlam kazanıyor? Nitelik niceliğe ve anlatı temsile dönüştüğünde neler kayboluyor; hangi sesler, varlıklar, hakikat rejimleri sessizleştiriliyor? Dışlamaya, yok saymaya ve hatta yok etmeye dayalı modern hegemonik epistemik zeminde kimler kazançlı çıkıyor, kimler kaybediyor? Modern epistemoloji hangi ahlaki düzeni yeni, yine ve yeniden üretiyor, hangi özneyi ve öznelliği meşrulaştırıp hangisini unutturuyor? Hangi değer rejimini yeniden üretiyor?

Öznelliğin ve özgürlüğün kurucu biçimde yeniden buluşabileceği yeni epistemik ölçütleri tahayyül etme, bilginin hakikat rejimlerinin sınırlarını aşarak gücün yeniden tanımı ve dağıtımı, tarihsel tanınma ve adaletin kurucu olanağını içeren bir siyasal alana işaret ediyor. Bu bağlamda bilgi, artık yalnızca hakikatin bir temsili değil; sömürgeci, ırksal, ataerkil ve sınıfsal epistemik düzenlerin çözülmesi yönünde işleyen bir direniş pratiği ve öznenin kendi sınıfını ve konumunu tanıma, yeniden kurma ve dönüştürme edimidir. Öyle ya, bilginin üretimi, dağıtımı ve meşrulaşması hiçbir zaman salt nesnel-bilimsel değil, aynı zamanda toplumsal ve politik bir mücadele alanıydı.”

Bize göre Kürt coğrafyasındaki kent hayatının tarihi ve kültürel varlıklarını sadece resmi açıdan inkâr edip egemenlerin malı mülkü ata mirası olarak sunmak yetmiyor. Ayrıca kültürel ve tarihi miras yozlaştırılıp muhtevası boşaltılarak imha yoluna gidiliyor. Ressam-sanatçı Vahap Aydoğan’ın bu konudaki 2 Kasım 2025 tarihli yorumu isabetlidir:

Bugün ekranlarda izlediğimiz ‘Uzak Şehir’ ve ‘Halef’ gibi diziler, bölgenin tarihini, kimliğini ve çelişkilerini anlatmak yerine, onları tüketilebilir bir egzotizm nesnesine dönüştürüyor. Kamera taş evlerin taşına âşık; ama insanın çatlağına, acısına bakmayı reddediyor. Kadının susturulması ‘gelenek’ kisvesiyle, erkeğin saldırganlığı ise ‘kader’ maskesiyle estetikleştiriliyor. Şiddet ışıkla yıkanıyor, görgüsüzlük otantiklik diye cilalanıyor, töre ise anlamını yitirmiş bir dekor motifine dönüştürülüyor. Bu diziler bir coğrafyanın ruhunu değil, yalnızca vitrinini kurcalıyor; hakikatin yerine iyi kadraj, gerçeğin yerine güzel ışık koyuyor, insanın yerine ise bir imaj yerleştiriyor.”

Kentlerin ontolojik özellikleri

Meselenin ontolojik yanını ise Rize-Fındıklı Belediye Başkanı Ercüment Şahin Çervatoğlu’nun halkçı belediyeciliğe örnek olabilecek tavrıyla anlatmak isterim:

Terzi Fikri’nin Fatsa modelinin günümüzdeki türevi olan bu model mevcut sistemi rahatsız eden bir nitelik taşımaktadır. Bir o kadar da halka yararlıdır. Kurulu düzen her ne kadar bu modelden hoşlanmasa da engellemeye kalksa da nihayetinde Fındıklıdaki halkçı belediye anlayışı örnek alınabilecek bir model olarak devam etmektedir. Her durumda bu model egemenler açısından henüz varlık/yokluk meselesi değil, tahammül edilebilecek bir anomalidir.

Buna karşılık Kürt coğrafyasındaki şehirler iktidar açısından tarih, kültür ve demografik anlamda muhakkak değiştirilmesi, hatta kaldırılması gereken uygulamalardır. Sözgelimi Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Bölge Umum Müfettişliklerinin Şark Raporlarına baktığımız zaman görülecek olan şudur: Kürdün varlığı yoktur, dili yoktur, tarihi yoktur, sosyolojisi yoktur, kültürü yoktur, yaşamı yoktur varsa da eğitilmesi, terbiye edilmesi, uygarlaştırılması gereken biyolojik ilkel bir varlıktır.

Binlerce yıllık Diyarbakır surlarının yıkılıp Toledo’ya öykünülerek sözüm ona modernize edilmesi bu zihniyetin tipik tezahürüdür. Tarihi ve kültürel eserler bu zihniyete uygun olarak farklı şekillerde sunulmaktadır. Mevcut kentlerin yerel demokrasi ve cinsiyet eşitliği temelinde yönetilmesi kurulu düzen açısından varlık-yokluk meselesi olarak ele alınmaktadır. Kayyım atamalarının temelinde bile bu düşünce tarzı yatmaktadır. Kısacası bizlere “Kürdü Kürt,  Demokratı demokrat, Muhalefeti muhalif bir belediye nasıl yönetir?” denilmektedir.

Benzer Haberler

Komisyonun 17. toplantısı bugün |

İki bakan ve Kalın sunum yapacak: Gündemde neler var?

Faik Bulut yazdı |

Yerel demokrasi, kent ve barış etkinlikleri hakkındaki izlenimlerim

Cezaevi kapasitesi taştı l

Her yıl 100 mahpus cezaevlerinde ölüyor

Bahçeli’nin İmralı çıkışının ardından |

Adalet Bakanı Tunç’tan ilk açıklama: Takdir yetkisi komisyona aittir

Bahçeli’den İmralı çıkışı |

Gerekirse alırım yanıma üç arkadaşımı İmralı’ya gitmekten gocunmam

Bakan Yerlikaya açıkladı l

En çok soruşturulan AKP'li belediyelermiş

2026 Dünya Kupası |

Katılmayı garantileyen ülkelerin sayısı 34'e çıktı