BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Faşist rejimlerin bileşeni olarak siyasetin estetikleştirilmesi- II

Faşist rejimlerin bileşeni olarak siyasetin estetikleştirilmesi- II

Faik BULUT

Siyasetin estetikleştirilmesi konusu ilk kez Walter Benjamin tarafından faşist rejimlerin temel bileşeni olarak ortaya atılan bir tezdi. Peki, bu fikrin sahibi nasıl biriydi?

Walter Benedix Schönflies Benjamin (15.07.1892/Berlin – 26.9.1940/Portbou-İspanya), Alman filozof, edebiyat eleştirmeni, kültür tarihçisi ve estetik kuramcısıdır. 1926-27’de Paris’te yaşarken, komünizme olan ilgisi 1927 kışında onu Moskova’ya taşımıştır. Orada kız arkadaşı Asja Lacis ile birlikte kaldı. 1930’lu yılların başlangıcında Bertolt Brecht ile radyo yayınları planladı. 1932’de “Berliner Kindheit um Neunzehnhundert” adlı kitabını yazmaya başladı.

Ernst Bloch, Theodor W. Adorno ve Bertolt Brecht’in etkisiyle 1930’larda giderek Marksizm’e yakınlaşan Benjamin, 1933’te nasyonal sosyalistlerin baskısıyla Almanya’yı terk ederek sürgün hayatı yaşadığı diyebileceğimiz Paris’e yerleştikten sonra edebiyat dergilerine ve New York’ta Adorno ile Horkheimer tarafından yayımlanan Zeitschrift für Sozialforschung’a (Sosyal Araştırmalar Dergisine) eleştiri ve denemeler yazdı.

Paris’te finansal olarak New York’taki göçmen Max Horkheimer uzantılı Frankfurt Okulundan gelen parayla kısmen geçimini sağlıyordu. Almanya’ya geri döndüğünde son çalışması olan “Die Thesen über den Begriff der Geschichte”i (Tarih Kavramı Üzerine Tezleri) yayımladı.

1939 yılında, Alman mülteciler tarafından yayımlanan bir dergide çıkan yazısı nedeniyle Alman vatandaşlığından çıkarıldı. Almanların Fransa’yı işgal etmesi ve Paris’teki evinin Gestapo tarafından basılması üzerine 1940’ta Fransa’nın güneyindeki Portbou kentine kaçtı. Polis tarafından Gestapo’ya teslim edileceğini öğrenince de aşırı derecede morfin alarak burada intihar etti.

Son dönemin en büyük Marksist ideologlarından biri olan Benjamin’in -her ne kadar Karl Marx’ı kendi okuma listesinin son sırasına bıraksa da- getirmiş olduğu eleştiriler Marksist kuram açısından çok önemlidir. Kendisi “Faşizmin, kitlelerin haklarının tanındığını görmeden ve proleter kitlelerin ortadan kaldırmayı amaçladığı mülkiyet ilişkilerini etkilemeden kendilerini ifade etmelerine izin verdiği bir gösteri anlamında siyasetin estetize edilmesine yöneldiğini” tespit eden ilk kişidir.

Benjamin, “Siyasetin estetize edilmesi” hakkında şunları dile getirmiştir:

“Faşizm, yeni proleterleşen kitleleri, o kitlelerin ortadan kaldırmaya çalıştığı mülkiyet yapısını etkilemeden örgütlemeye çalışır. Faşizm, kurtuluşunu bu kitlelere haklarını vermekte değil, kendilerini ifade etme şansı vermekte görüyor.

Kitlelerin mülkiyet ilişkilerini değiştirme hakkı vardır; faşizm mülkiyeti korurken onlara bir ifade kazandırmaya çalışıyor. Faşizmin mantıksal sonucu, estetiğin siyasi hayata girmesidir.

Homeros’un zamanında Olimpos tanrıları için bir gösteri olan insanoğlu, kendisi için bir gösteri haline gelmiştir. (…) Estetiğin siyasallaşması, siyasetin estetize edilmesinin karşıtıdır; muhtemelen totaliter faşist rejimler, ‘mitleştirmenin’ bir aracıdır.”

Savaş güzellemesi

Emine Canlı, 2017 yılında kaleme aldığı “Deneyimin Yoksullaşması: Walter Benjamin’de Estetik ve Politika” başlıklı makalesinde ünlü Alman düşünürün faşizm ile sanat ve siyaset arasındaki bağı nasıl yorumladığını şöyle açıklıyor:

“Benjamin’e göre sanatın tarihsel tanıklığından kopmasıyla birlikte yaratıcılık, dâhilik, ebedilik ve gizem gibi sanatsal olguların günümüzde denetimsiz kullanılmaları onları politik alana dâhil ederek faşist anlamda yönlendirilişine olanak tanımaktadır.

Bunun en açık örneği günümüzde karşı karşıya olduğumuz ve faşizmin sıkıca bağlı olduğu dekadan (çökmekte olan) savaş kuramının, içerikten yoksun, tarihsel tanıklıktan kopuk tözcü ‘sanat, sanat içindir’ ilkesinin savaş deneyimine aktarılmasıdır.

Benjamin, faşizmin teknoloji tarafından değiştirilmiş duyusal algılamanın sanatsal tatmin edilişini artık savaştan beklediğini belirterek bu durumu ‘politikanın estetize edilmesi’ şeklinde kavramsallaştırır.

Faşizm ile duyusal (aesthesis) olanın tatmin edilişi bağlamında estetik arasındaki ilişkiyi en açık şekilde Fütürist hareketinin kurucusu İtalyan faşist ve şair Filippo Tommaso Marinetti’nin Etiyopya’daki sömürgecilik hakkında yazdığı manifestosunda görebiliriz. Benjamin’in alıntıladığı şekliyle aktarırsak: ‘Yirmi yıldan beri, biz fütüristler, savaşın anti-estetik olarak tanımlanmasına karşı çıkıyoruz. Bundan dolayı da şu saptamada bulunuyoruz:

‘Savaş güzeldir, çünkü -gaz maskeleri, korkutucu megafonları, alev makineleri ve hafif tankları aracılığıyla- insanın boyunduruk altına aldığı makine üzerinde egemenliğini kurdurur. Savaş güzeldir, çünkü insan bedeninin metalleştirilmesi düşünü hayata geçirmeye başlatır.

Savaş güzeldir, çünkü çiçekler açan bir çayırı, mitralyözlerin ateşli orkideleriyle zenginleştirir. Savaş güzeldir, çünkü top-tüfek atışlarını, ateşkes molalarını, parfüm ve çürüme kokularını bir senfoni halinde birleştirir.

Savaş güzeldir; çünkü büyük tankları, geometrik hava filoları, yanan köylerden yükselen duman spiralleri gibi yeni mimarileri ve daha birçok şeyi yaratır… Fütürizmin şairleri ve sanatçıları… savaş estetiğinin bu temel ilkelerini hatırlayın ki, yeni bir şiir sanatı ve yeni bir plastik sanat uğruna verdiğiniz savaş bu ilkelerle aydınlansın!’

Marinetti’nin söz konusu manifestosu faşizmin kendisini yeniden ürettiği temeli açığa çıkartması nedeniyle Benjamin için önemlidir. Faşizm, teknik aygıtları kendisinin bir organı kılan modern insana dünyayı değiştirip dönüştürebildiğini düşündürten bir mekanizma olarak savaşı sunmuştur.

Modern insan artık sadece çevresini değil dünyayı da kendi arzuları doğrultusunda dönüştürebilecek aygıtlara sahip olabildiği için bunu estetik bir faaliyet olarak değerlendirip kutsiyet atfetmektedir.

Faşizmin politikayı nasıl estetize ettiğini Benjamin’in ‘Alman Faşizminin Kuramları’ metninde daha detaylı bir şekilde görebiliriz. Metinde, Ernst Jünger’in de dâhil olduğu sekiz yazarın Birinci Dünya Savaşı sonrası savaş deneyimlerini aktardığı denemelerin bir derlemesi olan ‘Savaş ve Savaşçı’ (1930) kitabı incelenir.

Söz konusu kitaptaki metinlerin ortak özelliği savaşı, ‘ebedi’ savaş, savaşçıyı ise herotik (yiğitsel) bir atmosferde betimlemeleridir. Yazarların, ‘Ölenler, ölmekle mükemmellikten uzak bir gerçeklikten kurtulup mükemmellik içinde bir gerçekliğe; geçici ifade oluşumu içindeki Almanya’dan, ebedi olan Almanya’ya kavuşmuşlardır’  şeklindeki söylemleri ölümsüzlük ve ebedilik üzerinden savaşı bir külte dönüştürme çabalarını gösterir.

Benjamin’e göre teknolojinin gelişmesinin bir sonucu olan yabancılaşma öncesinde ‘cemaat’ şeklinde yaşayan toplulukların yaşamında savaşın kült değerinden söz edilebilir, lakin teknolojik araçlarla sürdürülen bir savaşta savaşçının kahramanlığından, savaş meydanında kendisini nasıl savunduğundan söz edemeyiz.

Zira teknoloji üzerinden sürdürülen savaşlar ile birlikte ‘gelecekteki savaşlarda savaş alanlarındaki çarpışmaların heroik (yiğitlik) bir yanı kalmayacak; savaşlar bir tür hesaplama ve sayım sorununa dönüşecektir.’

Benjamin, söz konusu yazarların metinlerinde ilk emperyal savaş olan Birinci Dünya Savaşı’nı ‘kelimenin tam anlamıyla gerçek bir savaş’ şeklinde nitelemelerinin ne mevcut savaşın ne de ilerideki savaşların yapısına dair hiçbir şey anlamadıklarını gösterdiğini söyler.

Temelinde baştan aşağı teknolojik gelişmelere ve malzemeye dayanan Birinci Dünya Savaşı aslında hem savaşın kült değerini hem de yazarların çokça söz ettikleri heroizmi tamamen ortadan kaldırmıştır. Sanat eserinin teknolojik gelişmeler sonucu gelenekle ilişkisi üzerinden temellenen kült değerini ve aurasını yitirişi gibi savaşın ve savaş deneyiminin kült değeri ve heroizmi de yitirilmiştir.

Benjamin, ‘Deneyim ve Yoksulluk’ metninde ‘Birinci Dünya Savaşı’nın dünya tarihinin en korkunç deneyimi olduğunu ve cephelerden dönenlerin deneyimlerinin -Jünger ve arkadaşlarının veya Marinetti’in söz ettiği gibi- zenginleşmediğini, aksine fakirleştiğini söyler. Üstelik bu deneyim yoksulluğu ‘sadece bazı kişilerin değil, aslında insanlığın deneyimlerindeki yoksulluktur ve bu da yeni bir çeşit barbarlıktır.

Benjamin, ‘barbarlık’ diye nitelendirdiği deneyim yoksulluğunu çözümleyecek olanağın izini sürme çabasını da ‘pozitif barbarlık’ şeklinde niteler. Deneyimdeki yoksulluk pozitif anlamda barbarı başlama noktasına getirir, bu nokta azla yetinmenin, azdan başlamanın ve sağa sola bakmadan inşa etmenin olduğu yerdir. Benjamin’e göre Decartes. Einstein ve Paul Klee de bu anlamda barbar sayılırlar. Çünkü deneyimin yoksullaştığı dönemlerde olanak yaratıp içinde bulundukları krizi çözümlemiş isimlerdir.

Bu bağlam üzerinden metne dönüldüğünde görülmektedir ki Benjamin, faşizm ile sonuçlanan sanatı, genel olarak estetiği, içinde bulunduğu yoksulluktan ve krizden çıkaracak olanağın da yine aynı zeminde olduğunu söyler: ‘İnsanlığın kendisine yabancılaşması, ona kendi yıkımını birinci sınıf estetik haz şeklinde yaşatacak noktaya ulaşmıştır. Faşizmin politikayı estetize etme çabasının vardığı nokta işte böyledir.’

‘Komünizm, buna sanatı politize etmekle yanıt verir.”

Yeri gelmişken Paul Klee hakkında biraz bilgi verelim: Alman kökenli İsviçreli ressam. Sanatçı renk teorisi hakkında fazla tecrübeliydi. I. Dünya Savaşı başladığında günlüğüne alaylı bir şekilde ‘Bu savaşı uzun zamandır içimde hissediyorum. İşte bu yüzden, manen, bu konu beni hiç ilgilendirmiyor’ diye yazmıştı. Oysa 1937’de Almanya’ya dönen ressamın on yedi tablosu Naziler’in düzenlediği ‘Dejenere Sanat’ sergisinde gösterildi ve 102 eseri Naziler tarafından yok edilmişti.

Estetiğin politikleştirilmesi

Öte yandan Peter Fenves, Benjamin’in, metnin girişi ve sonuç bölümündeki ünlü bu son sözleri ile Marx’ın ‘Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ (Ciritique of Political Economy) metninin girişindeki ‘İnsanlık ancak çözebileceği sorunları ortaya atar’ ifadesiyle benzerlik kurar.

Fenves’e göre Marx’ın bu savı, Kant’ın ‘Saf Aklın Eleştirisi’nde insan aklının cevaplayamadığı ama sormaktan da kaçınamadığı antinomileri (çözümsüz çelişki, paradoks) belirleme ve aklın sınırları içerisinde çözümleme çabası geleneksel ‘kritik’in yeniden kritiğidir. Benjamin’in olgusallaştırdığı şekliyle ‘politikanın estetize edilmesi’ ve ‘estetiğin politize edilmesi’ de benzer şekilde bir antinomi oluşturur.

Benjamin de, Fenves’in adlandırdığı şekliyle, sanat ve politikaya dair antinomiye nihai çözüm bulma çabasında değildir. ‘The Work of Art in the Age of Mechanical Reproduction’ çalışması bu iki kutbu, kendilerini ortaya çıkaran zemin olan sanatın içerisinde olgusallaştırmaya çalışır.

Temelde kurtarmaya çalıştığı yoksullaşmış deneyim ve bunun sonucu olarak ‘…kahredici saldırılarla patlamaların, ortasında kalan insanın ufacık bedeni’dir.

Benjamin’e göre ise sanatın, estetiğin, deneyimin yoksullaşmasının politik zemindeki varlığı faşizm ile sonuçlanmışsa aynı noktada faşizme karşı mücadelenin olanaklarını aramak da tarihin dayattığı bir zorunluluktur. Dolayısıyla Benjamin için komünizm, bu tarihsel zorunluluğun bir tezahürüdür diyebiliriz.”

Çatışkı ya da antinomi (paradoks) sözcük anlamı olarak iki yasanın gerçekte ya da görünüşte birbirleriyle uyuşmazlığıdır. Mantık ve epistemolojide geçen ve genel olarak bir paradoksu ya da çözümsüz bir çelişkiyi tanımlamak için kullanılan bir terimdir.

Eril krizin dışa vuran şiddeti

Cumhuriyet yazarı Ergin Yıldızoğlu, 18 Aralık 2025 tarihli yazısında “erkeklik krizi” hakkında ilginç bir değerlendirme yapıyor; birlikte okuyalım:

“Erkek fantezilerini meşrulaştıran faşist ve siyasal İslamcı ideolojilerle hesaplaşmadan algoritmaları suçlamak kolaydır ama asıl nedeni görünmez kılan politik bir kaçıştır. Geçen hafta Oksijen gazetesinde yayımlanan bir yorum, İstanbul Erkek Lisesi’ndeki bir olayı merkeze alarak ‘erkeklik krizini’, ‘algoritmaların ebeveynliği’ kavramıyla açıklamaya çalışıyor; çocukların sosyal medyada nefret ve kadın düşmanlığı içeriğiyle beslendiğini vurguluyordu.

Bu tespit önemli! Gerçekten de dijital platformlar nefret söylemi, cinsiyetçilik için yankı odası işlevi görüyor, özellikle genç erkekleri keskin kutuplaşmalara, toksik erkeklik modellerine itiyor. Ancak bu çerçevede algoritmaları ‘tehlikeli bir teknoloji’ olarak anlatırken dikkatli olmak gerekir. Çünkü algoritmaların (belli bir problemi çözmek veya belirli bir amaca ulaşmak için tasarlanan yol-FB) neyi öne çıkaracağı, egemen siyasal iklim, kültürel arzular tarafından belirleniyor. Toplumda güçlenmekte olan bir kadın düşmanlığı, homofobi, şoven milliyetçi erkeklik ideali olmasaydı algoritmalar bu kadar hızlı, yaygın nefret üretemezdi.

Modern faşist hareketlerin neredeyse tamamında, erkeklik bir ‘restorasyon projesi’ olarak kurgulanır: Kadınların özgürleşmesine, LGBTİ+ varoluşuna, çoğulculuğa karşı ‘kaybedilmiş iktidarı geri alma’ vaadi, ekonomik baskılardan, yalnızlıktan bunalan erkeklere bir tür duygusal kaçış sunar. Bu siyaset, erkek şiddetini, kadın bedenini kontrol etme arzusunu ‘ahlak’, ‘gelenek’, ‘milletin bekası’ gibi kavramlarla kutsallaştırarak en radikal erkek fantezilerini bile normalleştiren bir atmosfer yaratır.

Bu atmosferde genç erkekler, yalnızca algoritmaların sürüklediği pasif tüketiciler değildir; tersine, faşizan erkeklik mitolojilerine aktif bir biçimde özne olarak davet edilirler. ‘Gerçek erkek olma’, ‘kadını yerine döndürme’, ‘ülkeyi/ırkı kurtarma’ gibi sloganlarla örülen bu mitoloji, dijital ortamda yalnızca çoğaltılır; kaynağı ise sokakta, ailede, okulda, camide zaten yıllardır dolaşımda olan erkek egemen dildir.

Türkiye bağlamında ‘erkeklik krizini’ konuşurken siyasal İslam’ın rejimini, kültürel hegemonyasını dışarıda bırakmak analitik bir körlüktür. Yıllardır tekrar edilen ‘ailenin korunması’, ‘fıtrat’, ‘neslin devamı’, ‘kadının annelikle tanımı’ gibi söylemler, erkek şiddetinin çoğu kez cezasız kalmasını, erkeklerin kendini evin reisi, kadını ise denetlenmesi gereken bir ‘mal’ olarak görmesini kültürel/eril-siyasal bir norm haline getirmedi mi?

Bu norm, okul koridorlarından televizyon dizilerine kadar uzanan geniş bir alanda yeniden üretilirken İstanbul Erkek Lisesi gibi kurumlarda ortaya çıkan ‘krizleri’ yalnızca dijital algoritmalarla açıklamak, bu siyasal kültürü gizlemeye hizmet ediyor. Çünkü bir kız öğrencinin yılbaşı kutlama fotoğrafı üzerine yağdırılan hakaret, tehditler, yalnızca internet anonimliğinden değil, yıllardır sahneden, kürsüden beslenen eril ahlakçı nefret dilinden de cesaret alıyor.

Sonuçta, ‘erkeklik krizini’ anlamak için önce siyasal iktidarın, devletin kadın tasarımı üzerinde odaklanmak gerekiyor. Algoritmalar yalnızca bir dışbükey ayna tutuyor; aynada, büyüyerek görünen yansıma ise yıllardır faşist, siyasal İslamcı söylemlerin yoğurduğu, iktidar kaybı paranoyasıyla saldırganlaşan bir erkeklik figürü oluyor.”

Sadistik bir haz ve ahlakçı nefret

Cinsiyetçiliğe dair bahsi psikanalist Şahap Eraslan’ın sözleriyle bitirelim: “Faşist anlatılar sürekli cinsellikle süslenir. Öteki, cinselleştirilmiş bir tehdide dönüştürülür: mesela ‘tecavüzcü göçmen’, ‘çocuklara saldıran yabancılar’, ‘namusu kirleten ötekiler’ vb. Bu anlatılar bir yandan halkın tepkisini tetikler, diğer yandan faşist liderin koruyucu-baba rolünü güçlendirir. Faşizm burada hem korkuyu artırır hem de bu korkuyu yönlendirecek tek otorite olduğunu ilan eder.

Bu mekanizmanın amacı: Ötekinin cinselliği şeytanlaştırılır; kendi cinselliği idealize edilir; saldırganlık ve korku bir arada tutulur; beden, siyasal bir savaş alanına dönüştürülür. Faşist liderin söylemi bu nedenle sık sık pornografik bir şiddet, ahlakçı bir nefret ve sadistik bir haz arasında gidip gelir.”

Günümüzde cinsiyetçiliğin şovenist-milliyetçi naralarla siyaset alanına yansımasının örneklerine de tanık olmaktayız. Örneğin 16 Aralık’ta fitili ateşlenen ırkçı ve cinsiyetçi kışkırtma Somaspor/Bursaspor, Kayserispor-Rizespor, Ankaragücü, Fethiyespor, Göztepe ve Bodrumspor maçlarında taraftarların Kürt siyasi şahsiyeti Leyla Zana’ya küfür ve hakaretlerini dinledik. Bodrum’da ise aralarında kadınların da bulunduğu Amedspor taraftarlarına yönelik ırkçı saldırıları izledik.

Keza Güneydoğudaki bazı Kürtlerin Irak Kürdistan bölgesinin resmi Kürdistan bayrağını kutlamalarına karşı milliyetçi-mukaddesatçı çevrelerden galiz küfürler eşliğinde sert tepkiler geldi. İzmir merkezli ırkçı tepkilerden birinde “Olmayan bir ülkenin ve devletin bayrağı mı olur?” şeklinde alaycı ve inkârcı ifadeler de kullanıldı. Kerkük’te de bir grup Kürt gencinin Peşmerge heykeline Kürdistan bayrağı asmak istemesi üzerine Irak güvenlik güçleri müdahale etmiş ve bölgede gerginlik yaşanmıştı.

Kısacası şiddet sadece cinsiyetçiliğe bağlanamaz. Cinsiyetçilikten başlayan öfke ve nefret ötekileştirmeye, ırkçılığa ve faşizme yol açar. Son yıllarda ve bilhassa yeni uzlaşma-barış sürecinde aynı anda patlayıp giderek tırmanan örneklerini bölge çapında görmekteyiz ki, kirli siyasetin dinci-milliyetçi söylemlerle estetikleştirmesi günün her anında karşımıza çıkmaktadır. Parlamento veya sokaktaki Türkçülerle milliyetçilerin hamaset dolu kışkırtıcı konuşmalarına bakanlar bu gidişatı kolayca anlayabilirler.

Daha önce İYİ Parti saflarındayken CHP’ye geçen Ümit Dikbayır’ın “Kürt halkı yoktur. Kürt kökenli vatandaşlar vardır” yolundaki ifadesi, bu ırkçı zihniyetin en banal örneği sayılır. Kürt ve demokrat Türk kesimleri nezdinde tepki çeken bu ırkçı söyleme, Kürt bir ailenin evladı olan CHP Kars milletvekili İnan Akgün Alp vicdanı ölçüsünde cevap vermiştir: “Dost ve düşman herkes bilsin ki Kürtlerin varlığının yok sayılması ve inkarı aşaması çoktan tarih olmuştur. Elbette ki Kürtler vardır. Selahattin Eyyubi’den beri hem Ortadoğu’da hem de Türkiye’de birer öznedirler.”

Mücadele edilmesi gereken en önemli nokta da budur.

Siyasetin estetikleştirilmesi-I

Benzer Haberler

Faik Bulut yazdı |

Faşist rejimlerin bileşeni olarak siyasetin estetikleştirilmesi- II

239 köy yolu ulaşıma kapandı l

Elazığ ve Sivasta kar yağışı

Ölü ve yaralılar var l

Esenyurt'ta işçi servisi şarampole yuvarlandı

Diyarbakır’da ‘Doğu Raporu’ paneli l

Beştaş: Kardeşler birbirlerinin dilini bilir

Diyarbakır’da ‘Doğu Raporu’ paneli l

Beştaş: Kardeşler birbirlerinin dilini bilir

Özel, partisinin raporunu savundu |

"‘Önce sorun çözülecek, demokratikleşme arkasından gelecek’ anlayışı yanlış"

“Süreç” için adım atılacak mı? |

Tunç: İhtiyaçlar Meclis tarafından belirlenecek

AİHM’den İmamoğlu kararı l

Başvuru öncelikli olarak incelenecek