Şebnem Korur Fincancı
Sağlığımızın sermayenin ellerine terk edilmesi ve çalışma koşullarımızın zorluklarına dair pek çok yazı paylaştım bu köşede. Baykuş adında bir köşenin başlaması İstanbul Tabip Odası seçimlerinde yeniden yönetime seçilmem ve genel sekreterlik görevini üstlenmem üzerine Evrensel’deki arkadaşların önerisi ile olmuştu. Dile kolay 22 yıldır yazıyorum. Elbette sağlığı insan hakları bağlamında ele almaktan, doğrudan en yakıcı hak ihlallerine ana eksen insan hakları olsa da Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyine seçilip, bir de başkanlık görevi daha seçimler olmadan üzerime yapıştırılınca, ister istemez bu görevi üstlenip, gereğini yerine getirmek boynumun borcu, eksen de sağlık ve hekimler olmuştu dört yıl boyunca.
Arada yurt dışı ve memlekette işkencenin belgelenmesine dair eğitimlerde sorumluluk üstlensem de şimdi emekli bir akademisyen ve hekim olarak epeydir ihmal ettiğim sağlığımla da ilgilenecek zamanım, dolayısıyla bir gözlemci ve mücadele hattında bir eylemci kimliği ile yürüttüğümüz sağlık hakkı mücadelesi ve hekimlerin özlük hakları mücadelesine doğrudan hasta sıfatıyla ve sistemin bizleri öznelikten nesneye dönüştürmesinin tanığı olarak katılmak zorunda kalıyorum.
İstanbul’un en eski üniversitesinden öğrencisi olarak başlayıp öğretim üyesi olarak emekli olmuş, iki tıp fakültesinden de yolu geçmişken, bugün her ikisinin de inşaat alanına dönüşen hali, Cerrahpaşa’nın oraya buraya dağıtılmış bölümleri, İstanbul Tıp ya da yaygın anılan adıyla Çapa’nın çok dağılmasa da sığamadığı binaları arasında inşaat tozu ve gürültüsünün ortasında kalmış yalnızlığı içinde, kışkırtılmış sağlık talebinin ötesinde en yetkin ve son basamak kimliklerinin gereği yoğunluğuna inanmak dahi zor. Gittiğim poliklinik odasında, beni geciktirmeden içeri alan genç öğretim üyesi meslektaşımı bir hasta ile görünce çıkmaya yeltenmemin gereksiz olduğunu, zaten odaya hastaları ikişer ikişer aldıklarını öğrenmemle yaşadığım şaşkınlık, zamanında beceri laboratuvarında hasta mahremiyeti üzerine yaptığımız grup çalışmasında bir abartı olarak aynı odada dört hastanın aynı anda dört hekimle görüşmesinin oyundan çıkıp hayatın karşısına dikilmesinin utancıyla baş başa kalmak 5-10 dakikalık karşılaşmanın ve meslektaşlarımın, hastaların yaşamak zorunda bırakıldıkları ama bununla bitmiyor. Elimde türlü türlü tahlil talebi işaretlenmiş birkaç kağıtla çıkıp laboratuvara yöneldiğimde kitlesel bir gösteri varmışçasına birikmiş bir insan kalabalığının karşıladığı giriş, binli rakamların yansıdığı ekranda numaranın çıkmasını bekleme, öğle arası gelmeden 300-400 kan alma işlemini tamamlamış ama hâlâ gülümseme yetisini yitirmemiş hemşireler bir kez daha utanca boğuyor ister istemez. Bu zorlu merhalenin ardından, tahlillerin bir kısmının yapılamadığını zira tahlil için gerekli kitlerin alınamadığını, yer olmadığı için bazı tetkiklerin başka bir hastaneye kurumsal sevk gerektirdiğini öğrenmek ekleniyor üçüncü basamak hastanemin içine düşürüldüğü içler acısı halin tanıklığına.



