Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

M. İhsan Arslan’dan Kürdüyle Türküyle topluma çağrı |

"Barışı bu gece tesis etmezsek, yarın ilk ölen benim çocuğum olabilir"

M. İhsan Arslan’dan Kürdüyle Türküyle topluma çağrı |

AKP’li M. İhsan Arslan, verdiği kapsamlı röportajda barış süreci, Kürt meselesi, hükümet içindeki dengeler ve Suriye politikası gibi kritik başlıklarda çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Arslan’a göre; Türkiye, artık geçmişteki hataları geride bırakıp, yeni bir anayasa ve sahici bir barış süreciyle geleceğini inşa etmek zorunda.

M. İhsan Arslan, AKP’li politikacı ve 2002-2011 yılları arasında aynı partiden Diyarbakır milletvekilliği yaptı. O dönem Erdoğan’ın Kürt meselesindeki danışmanıydı aynı zamanda. Bir önceki çözüm sürecinin en önemli AKP’li Kürt aktörlerinden biri olarak tanındı.

Kendisinin röportajlarına medyada sıklıkla rastlamıyoruz ama yaşanan sürecin hassasiyetine uygun olarak yapıcı fikirlerini paylaşmasını da bir sorumluluk olarak değerlendiriyor. Öyle ki; verdiği yanıtların sürece olumsuz bir etki yapmamasına özen gösteriyor ve tarafları rencide etmemek için özel bir dikkat sarf ediyor.

Barış, adalet, demokrasi…

Türkiye siyasetinde bu kavramlar yıllardır tartışılıyor ama zaman zaman sadece seçim vaatlerinin ötesine geçemiyor. Oysa gerçek bir barış süreci; yüzleşmeyi, cesareti ve samimi bir iradeyi gerektiriyor. AKP’nin kurucu isimlerinden Mehmet İhsan Arslan, sorularımıza verdiği içten ve bir o kadar da ‘aykırı‘ yanıtlarla bu yüzleşmenin tam merkezine davet ediyor bizi.

Röportajda Arslan, çözüm sürecinin tarihsel kırılmalarını, tarafların bugünkü konumlarını ve bölgesel gelişmelerin Türkiye’ye etkisini tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. “Barış menziline varmak kolay değil, ama artık başka bir yol da yok” diyerek çağrıda bulunuyor. Bu söyleşi, sadece siyasi bir analiz değil, aynı zamanda bir vicdan muhasebesi.

M. İhsan Arslan, Numedya24’ten Ezo Özer ile konuştu.

*Tanımı taraflara göre değişkenlik gösterse de esasında bir çözüm süreci, negatif barış yolundan pozitif barışa evrilmeye müsait bir süreç başladı. Belki ilk adımlar atıldı, belki bilmediğimiz başka adımlar için hazırlanılıyor. Sizce doğru bir başlangıç yapıldı mı?

Olup bitenlere ümitle bakıyoruz, iyi niyetle yorumlamaya çalışıyoruz. Bu sürece, her birimiz bulunduğumuz noktada olumlu katkıda bulunmaya çalışmalıyız. Toplumun, insanlığın buna ihtiyacı var. Geç de olsa, çok önemli adımlar atılmıştır. Şart ileri sürülmeden, barış terennüm edilmiştir ve silah bırakılması söz konusu olmuştur, bunun kararı da alınmıştır. Sürecin doğru olduğu da buradan anlaşılıyor. Adım adım ilerliyor. Her şey bizim bilgimiz dahilinde mi? Hayır. Sadece konuşulanlardan mı ibaret? Hayır. Doğal olarak, kamuoyuyla paylaşılmayan birçok boyutun olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda bu müspet bir yaklaşımdır da. Eğer her şey şeffaf konuşulsa tarafları rahatsız edecek, rencide edecek açıklamalar söz konusu olabilir.

*Daha önceki yıllarda da bir süreç başlatıldı. Ancak bu yürümedi. Bu defa yürüyecek mi, diğer süreçten farkı nedir?

×Bu sürecin geçmişten daha olumlu olduğunu düşünüyorum. Çok daha fazla ümit veriyor. İster Kürt tarafı olsun, buna PKK diyelim, ister devlet tarafı olsun, her çareye başvurdular. Ne devletin güvenlik güçleri bütün silahlı PKK‘lıları yok etti, ne de PKK elindeki silahlı örgütü ile Türkiye Devleti‘ni dize getirdi.  Bundan Türküyle Kürdüyle halkımız çok büyük zararlar gördü. Biri, ben mücadelede başarılı olurum diye ümit ederken masada her şeye yanaşmıyordu. Diğeri de ben güçlüyüm, silahlı muhalefeti yok ederim diye düşünüyordu. Bugün gelinen noktada barışmaktan başka bir çarenin olmadığı fark edildi.

Ama daha önemli bir unsur var; O da içinde bulunduğumuz konjonktür. Yani iki tarafın dışında oluşan şartlar. Ortadoğu malum çok sıcak ve hareketli bir bölge. Süper devletler, ister Amerika olarak adlandırın, ister Avrupa ve İngiltere olarak adlandırın, bunların da Ortadoğu’ya, zahiren barışçıl niyetlerden bahsedilse de, arka planı olan müdahaleler yapıyorlar. Bu da istikrar yerine istikrarsızlık yaratıyor. Örneğin somut olarak Suriye özelinde bunu görüyoruz. Almanya, İngiltere, Fransa ve Amerika’nın direkt müdahalesi var. Hatta Rusya, Çin, İran veya Türkiye hepsi bölgede projelerini hayata geçirmek istiyor. Ciddi bir kaos oluştu ve binlerce insan öldü o coğrafyada. Bu durum Türkiye‘yi, özellikle de Kürt sorununu yakından ilgilendiriyor. Türkiye‘den bakarsak, sorumluluğun büyüğü Türkiye devletine düşüyor. Kürtlerle bugüne kadar gelen, 50 yıldır devam eden bu çatışmayı sona erdirmezse; gerçekten eşit vatandaşlık ve kardeşlik statüsünü hakim kılmazsa, güneyimizde gelişmekte olan olaylar iç siyasete direkt etki edecektir.

Dolayısıyla taraflar mecbur ancak bu doğal olarak kolay değil. Basit bir kan davasından bahsetmiyoruz. 40-50 bin insanın canına mal olmuş, yüz binlerin mağduriyetine, 4-5 bin köyün imha edilmesine yol açmış bir süreçten bahsediyoruz. Dolayısıyla bunun artık inşallah bitmesi lazım. Çözümün kolay olacağından da bahsedemeyiz. Yani bir iki üç ay içinde hallolacağını düşünemeyiz.

*Hükümet ya da iktidar ortaklarının görüş birliği içinde olduğunu söyleyebilir miyiz? Çünkü bazı çevreler Erdoğan’ın sürece tam katılmadığını, dolayısıyla Bahçeli’nin sık sık uyarıcı pozisyonda kendini hissettiğini ileri sürüyor? Hükümet süreçte mutabık mı?

Yani farklı siyasi parti iseniz eğer, sizin başka partilerden farklı düşünceleriniz olacaktır. Bu tabiidir. Ama asgari müşterekte bir ortak payda yakaladığınız zaman, ortak politikalar geliştirirsiniz. Soürunları siyaseten daha güçlü bir şekilde çözmeye çalışırsınız. Şu anda MHP ile AK Parti arasında oluşmuş ittifakın böyle bir karakteri var. Bu sürecin, başladığı günden bugüne kadar, yani daha çok Devlet Bahçeli‘nin attığı ilk adım doğrultusunda, AK Parti‘nin desteği ile süreç devam etti. MHP muhalefet gibi düşüncesini söyler, talepte, teklifte bulunur. Ama icra makamı, iradeyi elinde tutan hükümettir ve AK Parti‘dir. Halk arasında bir deyim var, bütün yumurtaları bir sepete koyamazsınız. Eğer yumurta sepetiniz doluysa da temkinli yürürsünüz. Yoksa yumurtaları kırarsınız. Böyle olunca bazı taraflar AK Parti ile MHP arasında ciddi görüş ayrılığı varmış gibi ifadelerde bulunulabilir ama ben ona katılmıyorum. İki parti de Türkiye‘nin silahsız, terörsüz bir süreç yaşaması gereğine inanmış durumdadır. Tabii adım adım yol alınacak, mesafe kat edilecektir.

*Gerek medyada gerekse  siyasette bazı çevrelerin süreç karşıtı tutumlarına da tanıklık ediyoruz. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Barış yanlısı ne kadar insan varsa belki ondan daha fazla savaş yanlısı, çatışma yanlısı insan vardır. Terörün, çatışmanın devam etmesi sadece silah üreticilerinin istediği bir şey değildir. Toplumda da karşılığı var. Bugüne kadar işin uzmanı gibi eğer ekranlarda size yer verildiyse ve o çatışma süreci sona erip bir barış sürecine girildiğinde size söylenecek laf düşmezse, itibarınızı kaybedersiniz. Bu sebeple de süreç karşısında subjektif duruş ve pratikler olabilir. AK Parti içinde de herkesin aynı şeyi düşündüğünü iddia edemeyiz. AK Parti birçok görüşü içinde barındıran muhafazakar ağırlıklı bir partidir. Milliyetçi olan var, biraz daha dindar olan var, etnik aidiyeti, meşrebi hassasiyeti farklı olan insanlarımız var. Ama kesin olan şu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın iradesinin üstünde bir iradeden bahsedemeyiz AK Parti‘de. Kurullar vardır, gruplar vardır. Ama sonuçta karar Cumhurbaşkanı‘ndan çıkar. Eğer Cumhurbaşkanlığı makamından bir karar çıkarsa AK Parti‘nin tamamının buna tabi olacağı ve sıkıntı yaratmayacağı kanaatini taşıyorum. Birlikte izleyip göreceğiz.

*Abdullah Öcalan ve PKK bazı adımlar attı, kararlarını açıkladılar. Hükümet yetkilileri de bu adımları olumlu ele alıp memnuniyetlerini dile getirdi. Ancak verilen pratik yanıtlardan çok fazla bir mesafenin katedilmediği anlaşılıyor. Bir İnfaz Yasası bile söz verildiği biçimde Meclis’ten geçmedi. Hükümet ayak mı diretiyor?

Bazı sıkıntıların yaşanacağını öngörmek, işin doğasına uygun olur. Güçlü olan taraf, daima kuralları kendisi koymak ister. Ama bugün geldiğimiz noktada iki tarafın da özveride bulunması gerekiyor. Çok fazla alt başlık var. 50 yıldır veya 100 yıldır devam edegelen bir anlaşmazlık var. Zaman zaman şiddetlenmiş, silahlı çatışmalara dönüşmüş. Birçok maddi manevi hasara sebep olmuş bir ilişkiden bahsediyoruz. Kim çok adım attı, hangisi hangi noktada haklı, hangisi hangi noktada haksız beyanında bulunabilmek için olup bitenler hakkında sağlıklı bir bilgiye sahip olmak gerekiyor. Zannediyorum, siz de ben de gizli yürütülen görüşmelerin tamamına vakıf değiliz. Bu nedenle, şimdi bu sıra kimdeydi acaba? Kim geri duruyor? Kim yavaşlatıyor veya yavaşlıyor gibi bir iddiada bulunamayız. Ama ben de infaz yasasının daha kapsamlı olmasını beklerdim. Olsaydı iyi olurdu. Tabii ki Kürt tarafı da bunu bekliyordu. Zannediyorum hükümet daha sağlıklı müzakereler ve tartışmalardan, hazırlıklardan sonra bazı adımları atmanın hem kendi hesapları, endişeleri açısından hem de çözüm yolunun sağlıklı ilerlemesi açısından daha uygun olduğunu görmüştür. Buna geri adım, geri durmak demek doğru mudur? Bence öyle yapmayalım, yapmamalıyız. İşin gereği bu deyip, hüsn-ü zan ederek bunun telafi edileceğini düşünelim. Evet, zor bir süreçten geçiyoruz. Ama bu işin zorluğundan çok bahsetmek yerine iyiyi ümit ederek, sürece olumlu katkıda bulunmaya çalışarak yol alınacağını beklemek daha doğru olur.

*Muhalefet partileri genelde olumlu bir tavır sergiledi. Dikkat ederseniz 1. Çözüm Süreci’nde bu sözkonusu değildi. Bunun da aslında hükümeti daha rahat ve ezber bozan adımlar atmaya cesaretlendirmesi gerekmiyor mu?

Az evvelki bir sorunuza cevap verirken tarafların durumunu ve uluslararası konjonktürün çok müsait hale geldiğini söylemiştim. Belki bir ayağını noksan bırakmıştım. O da Türkiye‘deki kamuoyunun ve siyasi muhalefetin barış için hükümete desteği. Bu çok anlamlı ve bunun başından beri en çok muhalifi olan bir siyasi partinin bu sürecin lokomotifliğini yapıyor olması apayrı bir avantaj ve şans. Eğer Devlet Bahçeli‘nin yani MHP‘nin bu konuda girişimi olmasaydı AK Parti kendisi açısından büyük zorluklar görecekti ve tek başına bu süreci başlatma imkanına sahip olamayacaktı. Bu bakımdan bu süreç Devlet Bahçeli‘ye çok şey borçlu. Sağ olsun. Toplum bunu hayırla yad ediyor ve bunun değerini de biliyor.

×Diğer partiler de bu konuda muhalif durmuyorlar. Kamuoyu atılması muhtemel adımlara hazırlanmış durumda. Çünkü herkes bıktı. Bu çatışma ortamının devamının herkese maddi manevi açıdan zarar verdiğini görüyor ve bunu bizzat yaşıyor toplum. Ayrıca çatışma sosyal yapımızı da dejenere ediyor. Ben hükümetin işinin çok zor olduğunu düşünmüyorum. İnşallah yavaş davranmaz. Bu fırsatı değerlendirir ve iyi sonuçlar alır. Hem kendisi için hem de halkımızın geleceği için büyük bir şanstır bu. Bugüne kadar hiçbir hükümete, hiçbir lidere böyle bir şans nasip olmadı. Umarım Cumhurbaşkanı burada imtihanı iyi verir ve güzel kararlara imza atar. Çünkü öyle veya böyle masada büyük, 85 milyon nüfusu olan, çok güçlü ordusu olan bir otorite var, bir güç var. Karşısında da 50 yıllık süreçte fiilen karşı durabilmiş ve yok olmamış, varlığını sürdürebilmiş bir örgüt var. Yani devletin bu konuda sorumluluk alıp somut kararlar alınmasını sağlaması gerekmektedir. Yani önemli adımları atması gereken devlettir. Örgüt, şartsız bir şekilde silah bırakmaktan bahsediyor ve barış sürecine bizzat taraf olarak katkıda bulunacağını söylüyor. Bu çok önemli bir avantajdır. Devletin de bunun gereğini yapması lazım.

*Barış menziline daha hızlı varılabilmesi için tarafların yapması gerekenler nelerdir? Meclis çatısı altında süreç yürütülmeli deniliyor. Meclis buna hazır mı?

İşin doğası gereği meselenin mutlaka hukuki zeminde bir çözüme kavuşması gerekiyor. Bunun da yeri tabii ki meclistir. Kürt tarafının bunu istemesini, beklemesini normal karşılıyorum. Bundan önceki süreçlerde bu ayak eksik kalmıştı. Vaatlerde bulunulmuş, çözüm önerilerinde bulunulmuş ama çoğu kere bunlar yerine gelememişti. Çünkü arkasında kanuni bir yaptırım, bir müeyyide söz konusu olmayınca, hukuki bir zemine taşınmayınca, tescil edilmeyince, taraflar bir süre sonra dediklerini unutabiliyorlar. Bürokrasinin de bu konuda sicilinin çok temiz olduğundan bahsedemeyiz. Bu bakımdan bu işin kayıt altına alınması ve yasama organında konunun bir tanıma kavuşması gerekiyor. Bu doğrultuda da adımlar atılıyor, parlamentoda bir komisyonun kurulması söz konusu. Bütün partilerin iştirak edeceği bir komisyon. Bütün partilerin katkı sunması ve bir mutabakatla bazı kararların alınması gerekir. O doğrultuda bence mesafe de alınıyor. Daha somut adımları sonbaharda meclis açıldığı zaman göreceğiz herhalde.

*Rojava’dan temsilciler Türkiye ile görüşme talebini içeren açıklamalarda bulundu. Türkiye de direkt hayır demedi. Bir görüşme trafiğinin başlamış olma olasılığı var mı? Açıklamalarda kardeşlik vurgusu ön plana çıkıyor. Örneğin Suriye’de kardeş Kürtlerin daha da güçlenmesi sınır güvenliğini artırmada rol oynamaz mı? Sürecin diğer ülkelere etkisi ne olur?

Bazı tabular yıkılmak zorunda. Ve yıkıldı da. Mesela Trump daha önce terör örgütünün başı olarak nitelediği, Sayın Şara‘yla görüştü. Başına 10 milyon dolar da ödül koymuştu. Ben bundan 20 yıl önce ‘bu sorunun çözümü isteniyorsa, Abdullah Öcalan muhatap alınmalıdır’ diye bir beyanda bulunmuştum, eleştirildim o günlerde. Belki erken söylemiştim. Ama sorunun çözümü söz konusu ise, nihayetinde taraflar olmalı. İşte bugün hükümetin de, siyasilerin de zaman zaman terörist başı, bilmem ne gibi sıfatlarla suçladıkları ve zinhar görüşülemeyeceği, devletin terörle asla masaya oturmayacağı beyanlarına rağmen görüyoruz yaşananları. Parlamentoda selam verilmiyordu Kürt tarafının siyasi temsilcilerine. Bugün görüşülüyor, bayramlaşılıyor, tokalaşılıyor, kucaklaşılıyor. Bu gereklidir de. İmralı‘ya heyetler gönderildi. Daha önce de yapılmıştı bu ama şimdi konjonktür müsait hale geldi ve artık bu temaslar anlamlı olmaya başladı.

Şimdi gelelim Suriye olayına. Türk Cumhuriyetleri‘ndeki Türk kökenli kardeşlerimizle, Balkanlar‘daki Türk kardeşlerimizle ve Orta Doğu‘daki Türkmen kardeşlerimizle nasıl bir ilişki yürütüyor isek, yani Türkiye hem siyasi, hem sosyal, hem de ekonomik açıdan Türkmen olanlarla nasıl bir ilişki sürdürüyorsa, bundan sonra Kürtmen olanlarla da benzer bir ilişkiyi sürdürmelidir. Bunda ne sakınca var? Madem sorunu kendimiz çözeceğiz diyoruz, o zaman neden Kürt kardeşlerimizle kucaklaşmayalım? İstanbul‘da, Diyarbakır‘da, Adana‘da yaşayan Kürt ile Suriye‘de yaşayan Kürt arasında bir fark yok. Eğer Türkiye‘deki Kürt kardeşlerimizle barışıp kucaklaşmak istiyorsak, Suriye‘deki Kürtleri dışlayarak bunu yapamayız. Çünkü oradaki, Türkiye‘dekinin amcası, yeğeni, dayısı, akrabasıdır.  Nasıl Balkanlar’daki , Bulgaristan‘daki Türkleri Bursa‘ya getirip onların burada refah ve özgürlük içinde yaşamasını önemsiyorsak ve sahip çıkıyorsak; Bulgaristan‘da kurulmuş Türklerin partisini nasıl olumlu buluyor ve destekliyorsak, aynı şekilde Suriye‘de oluşmuş bir bir Kürt siyasi varlığını da olumlu karşılamalı ve sahip çıkmalıyız. Bu birlikteliğimiz söz konusu olursa eğer, böylelikle Ortadoğu‘da Amerika‘yla daha rahat ve Türkiye‘ye fayda verecek siyasi ilişkilerde de bulunabiliriz. Böylelikle Türkiye‘mizin çıkarlarını çok daha rahat koruyabilir, dengeler içinde daha güçlü rol oynayabiliriz. Neden korkuyoruz? Neredeyse bir sendrom yaşanıyor. Şöyle diyenler var; Orada bir Kürt mahallesi oluşursa Türkiye‘deki Kürt mahallesinde rahatsızlık oluşur. Bir kere bu mukayese yanlıştır. Türkiye‘de Türkle Kürtü birbirinden ayırma imkanı yok. Dikkat edin bunca yıldır çatışmalar oluyor, ölümler yaşanıyor, kan dökülüyor. Buna rağmen siz bir Türk‘le bir Kürt‘ün mesela ortak ticaret yapmasına mani olamadınız. Bir Kürt kızıyla bir Türk gencinin evlenmesine mani olamadınız. Demem o ki; Bunu bir fırsata çevirmemiz gerekiyor. Suriye’deki Kürt varlığını siyasetimiz açısından pozitif bir değer olarak görüp onlarla ilişkilerimizi sağlıklı bir zemine oturtmalıyız.

Suriye‘deki ilk çatışmaların olduğu dönemde Salih Müslim‘in Türkiye‘ye gelip destek istediğini, işbirliği talep ettiğini resmi ağızlardan duydum defalarca. Eğer o günden sahiplenseydik, oradaki bazı silahlı gruplarla kurduğumuz ilişki kadar Kürtlerle de ilişki kursaydık, inanın bugün belki Ahmet Şara yerine oradaki Kürtlerin temsilcileri Şam‘da oturacaktı ve Şam‘da Suriye‘yi Türkiye‘nin gerçekten kardeşi, müttefiki olan Kürtler, Kürt grupları yönetiyor olacaktı. Rahmetli Özal zamanında fark etmişti ve güneydeki komşularımızla daha yakın ilişkiler kurup hem siyasi hem de ekonomik işbirliğini ülkemizin yararına kullanmaya çalışmıştı. Ömrü yetmedi. Sykes-Picot Anlaşması ile eğer Türkiye, Suriye, Irak sınırını biraz aşağıdan çizselerdi bugün Musul da, Kerkük de Misak-ı Milli içinde olacaktı. Türklerin ve Kürtlerin kardeşliğini esas alan bir siyaseti masaya koymalıyız ve onun gereğini hayata geçirmeliyiz.

*Bir röportajda “Bu devlet Kürtlere 100 yıl borçlu” demiştiniz. Size göre bu borçlu sistem nasıl kalıcı olarak değiştirilebilir? Yeni anayasa yapımı ve içeriği hakkında neler düşünüyorsunuz? Cumhurbaşkanı‘nın görev süresini uzatmak için yapıldığı iddialarını nasıl değerlendirirsiniz?

Bu konu, Cumhurbaşkanlığı sürecini uzatmak için anayasa değiştirmekten çok daha hayati bir konudur. Sadece bunun için bazı adımların atılmak istendiği, anayasa değişiklik talebinin sadece bunun için gündeme getirildiği fikrini taşımıyorum. Bunlar barışa ve sürece muhalif olanların, çatışma ve terör yanlılarının ortaya attıkları sorumsuz düşüncelerdir.

Şimdi 100 yıllık borç hikayesine gelince; birlikte savaşmışsınız, birlikte şehitleriniz olmuş. Osmanlı döneminde ve sonrasında hiçbir etnik ayırım söz konusu olmadan burada kardeşçe beraber yaşamışsınız. Sonra eline imkan geçiren kardeşlerin büyüğü, küçük kardeşin sadece bazı haklarını değil varlığını da yok saymaya başlamış. Eğer şimdi bir barış söz konusu olacaksa iki tarafın da özveride bulunup barışa doğru adım atması gerekiyor. Biz kardeş olduğumuzu yeni fark etmişiz. Sayın Bahçeli ifade etmişti sağ olsun. Biz de öyle diyelim. Madem kardeş olduğumuzu fark ettik, çıkarlarımızın ve zararlarımızın ortak olduğunu gördük ve başkalarının bizim sorunlarımızı gelip bizim lehimize çözmesinin mümkün olmadığını, bizim kendi sorunumuzu çözmeye mahkum olduğumuzu fark ettik. O zaman çok uzatmadan doğru adımları atmamız ve kardeşliği bu ülkede tesis etmemiz gerekiyor. Hukuki zeminine tescilini artık yapmamız gerekiyor. Anayasanın bu meseleyle ilgili bazı maddelerinin biraz yumuşatılması gerekiyor. Etap etap atılacak adımlarla bu barış sürecini tescil edecek ve ömrünü uzatacak değişiklikler yapılması lazım. Maalesef anayasa değişiklikleri birkaç kere gündeme geldi, onlarca maddesi değiştirildi. Ama halen askeri anayasa diyoruz. Ve şu anda muhalefet de iktidar da bu değişiklikten bahsediyor. Ama şu sıkıntı var. Herkes kendi isteğine göre bir değişiklikten bahsediyor. Bütün aktörlerin, siyasi partilerin buluşacağı bir noktada değişikliğe gidilirse hallolur mesele. Ben tarafların bu meseleyi uhuletle suhuletle çözüme doğru götüreceğine inanıyorum.

*Bölgede yaşıyor ve gelişmelerin içerisinde yer alıyorsunuz. Kürtler bu sürece nasıl bir anlam yüklüyor sizce?

Halkımız batısıyla doğusuyla, Türküyle Kürdüyle çok mağdur olmuş, olumsuz etkilenmiş ve mazlum durumdadır. Anadolu insanı, batı insanı meseleye çok vakıf olmamakla birlikte fiilen zarar görmüş bir kesimdir. Milli gelir şu anda eğer 25-30 bin dolar değilse yıllardır  9-10 bin dolarlarda kaldıysa, bunun sebebi siyasi istikrarsızlık, bu çatışmalar ve tabii ki çatışmalara harcanan büyük bütçelerdir. Siyasi istikrar olmayınca ekonomik istikrar da olmuyor maalesef.

Kürt insanına gelince; Ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan olumsuz durumlar yaşandı. Köyleri boşaltıldı, her gün sanki işgal altında bir coğrafyaymış gibi tanklarla, zırhlı araçlarla, son derece modern savaş silahlarının sokakları gezdiği dönemleri yaşadılar. Binlerce faili meçhulü yaşadılar. Olağanüstü hal yönetimi yıllarca sürdü. Daha halen de tam olağan bir hal yönetiminden bahsedemeyiz. Aynı kanunlar orada başka burada başka uygulanabiliyor. Siyasetin de sicili pek temiz değil. Zaman zaman adımlar atıldı, seçimden seçime çok güzel vaatlerde bulunuldu. Kürt sorunu bizim sorunumuzdur, asimilasyon insanlık suçudur dendi Ama maalesef asimilasyon da çatışmalar da devam etti.

×Buna rağmen gelişmeler Kürt halkı tarafından ümitle karşılanıyor. Artık bu kadar pahalılık olmasın. Savaş olmasın, ölüm olmasın. Diyarbakır‘ın üzerinden yıllarca uçaklar, SİHA’lar Irak tarafına, Suriye tarafına uçuyor. Gidiyor, bombalıyor, geri geliyor. Bombalanan şey bu coğrafyadır. Bu coğrafyanın insanlarının yaşadığı yerlerdir. Ve o bombalara harcanan paralar hepimizin cebinden çıkıyor. Bu enflasyon, bu pahalılık, bu ekonomik istikrarsızlık, bu gerileme, geri kalmışlık bu çatışmaların sonucudur. Bunu gördü bu halk. Onun için bitsin istiyor. Bir de bu iletişim araçları, medya, yazılı veya görsel, özellikle görsel artık halka bazı gerçekleri yakından gösterdi. Kürtler çok politize oldular. Dolayısıyla herkes barış istiyor. İstiyor ama nihayetinde anahtar Ankara‘da ve son kararları da Ankara verecek. Ben bir gün bir canlı yayında çatışmaların devam etmesinin herkese zarar verdiğini söylemiştim ve bu işin sorumluluğunu taşıyan yetki ve irade sahibi olanlar eğer bu gece barışı tesis etmezsek yarın ilk ölen benim çocuğum olacak gerçeğini, empati yaparak görebilirlerse kesinlikle bu gece barış olur. Bu gece bu iş biter demiştim. Ama bu empatiyi kuramadılar. Yapamıyorlar. Bunu özür dileyerek de söyleyeyim ama gerçek de bu. Şimdi siz barışı tesis edemediğiniz zaman birileri yarın ölüyor. O ölen de ya mahallenizde komşunuz, amca ya da dayınzın çocuğu. Ama unutma bu yarın senin çocuğun da olabilir. Bunu artık yakın tarihimizden silmeliyiz. Çocuklarımızın, insanlarımızın ölümüyle sonuçlanacak çatışmaları sonlandırmalıyız. Şu anda Gazze‘de soykırıma gidildi değil mi? Güçlü olan geleceği belirliyor, insanların kaderini belirliyor maalesef. Ama bunun karşısında da mazlum olanlar iş birliği yapmalı, yardımlaşmalı. Temennimiz, isteğimiz, arzumuz ve de duamız bu.

İran ve İsrail arasındaki savaşı hem Türkiye hem de Kürtler açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Maalesef, İran ve İsrail arasındaki savaş, bölgenin tamamını ilgilendirmekte, siyasi gelişmeleri direkt etkilemektedir. 3. Dünya Savaşı olarak bile adlandırabiliriz. Medyada bu savaşın İran’ın iç sosyal bünyesini etkilemesi, hatta bazı etnik unsurların özerklik talebinde bulunabileceği tartışılıyor. İran söz konusu olunca hemen aklımıza gelen Azeriler ve Kürtlerin durumu oluyor. Ama ben özellikle Kürtlerin durumundan bahsetmek istiyorum.

İsrail’in etnik unsurları tahrikine tanık oluyoruz. Amerika’nın da bunu arzu ettiğini biliyoruz. Kürtler de orada bir tek grup değil. Birden fazla örgüt var. Örneğin PJAK’ın açıklaması çok önemli ve yerindeydi. Eğer oradaki gruplar kalkışmaya yönelirlerse, Türkiye, tıpkı Irak’ın kuzeyindeki oluşuma, Suriye’deki oluşuma yaptığı gibi silahlı ve fiili müdahalede bulunmak isterse bu çok tehlikeli bir sonuç doğurur. Bu hem Suriye’deki Kürtlerin geleceğini ilgilendirir, hem de Türkiye’deki Kürt sorununun çözümünü etkiler. Bana göre, Türkiye’nin ulusal güvenliğini Kürtlerle çatışmak, Kürtlerle savaşmak yerine Kürtlerle barışıp onlarla güç birliğinde bulunması daha doğru olur. Çünkü bugüne kadar Kürtleri yok sayan bir politika izlendi ve bu herkese kaybettirdi. Mesela Irak’ta bir özerk Kürdistan Bölgesi oluştu da, bu Türkiye’ye zarar mı yoksa fayda mı verdi? Bu mukayeseyi yaptığımız zaman fayda verdiğini görüyoruz. Yani orada bir siyasi, Kürt siyasi varlığının Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit etmediğini gördük. Bu durum aynen Suriye’de niye olmasın?  Yani Kürtlerin milli sınırlarımızın dışında siyaseten var olmasından korkmamamız gerekiyor.

Benzer Haberler