BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Mehmet Uçum’un “Su-i emsali” neden misal olmaz: 1239 Sayılı Kanun’un serencamı

Namık Kemal DİNÇ

Kürt meselesinde ezop diliyle konuşmak son dönemde iyice moda oldu. Meselenin gerçek manada adını koymaktan ziyade etrafından dolanmakla meşgul, sorumluluk ve risk almak istemeyen, acaba konjonktür değişirde eskiye dönebilir miyiz diye zihin bulanıklığından kurtulamayan çok sayıda iktidar ve devletlu eşhas, yazmaktan ve konuşmaktan geri durmuyor.

Cumhurbaşkanı başdanışmanlarından Mehmet Uçum’un her hafta gündem yaratmak adına pazar günleri serdettiği yazılarını da bu minvalde değerlendirmek mümkün.

Mazhar olduğu “yüksek” paye yazılarını gündem etmeye yarıyorsa da muhtevasının çözüme katkıları tartışmalı olmaktan kurtulamıyor. Kurduğu muktedir dil ile kendi mahallesinden bile tepki çeken Uçum’un; hakikate mesafeli, iktidara meyyal fikirlerinin hizmet ettiği “yüksek” makamlardaki tesirini de kestirmek zor.

Uzatmadan meramımı söyleyecek olursam, Pazar günkü yazısında gündeme getirdiği 1239 Sayılı Kanuna ilişkin tartışma da bu zihin bulanıklığının eseridir. 14 Mayıs 1928 tarihli “Şark mıntıkasında muayyen vilâyet ve kazalarda ceraim takibatı ile cezalarının tecili hakkında kanun”u bugün devam etmekte olan sürece esin olabilecek bir örnek olarak sunmakta.

Bir kişi tarihe referans veriyorsa öncelikle o tarihi olayı ve dönemini etraflıca bilmelidir. Devletlu Türk aydınının en belirgin özelliklerinden biri Kürtleri ve tarihlerini bilmemeleri veya yüzeysel bir okumayla sınırlı kalmalarıdır.

Hülasa, Sayın Uçum, esin olabileceğini söylediği bu kanunun, çıkarıldığı 1928 tarihinde devam eden sorunların çözümüne katkı sunmadığını bilmiyor mu? Müspet sonuçlanmamış bir kanunu örnek vermek ne kadar doğru olabilir?

Elbette basite indirgeyip sadece sonuçlarıyla değerlendirmiyorum. İçeriğine, meclis tartışmalarına, hangi amaçla çıkarıldığına yani ruhuna bakmak lazım diyorum.

Tarihe dair kısa not

Ama önce çok kısa olarak tarihe dair bir iki not düşelim. Kanun, resmi tarihin Şubat-Nisan 1925’le sınırlandırdığı Şeyh Said vakasının, 1928’lere kadar devam ettiğinin bir çeşit ikrarı olmakta. Söylendiği gibi Şeyh Said hadisesi 29 Haziran 1925’de Şeyh ve arkadaşlarının idamıyla bitmiyor. Devamında çok daha geniş bir alana yayılıyor ve yıllarca sürüyor.

Kanunun çıkarıldığı 1928 yılında Kürt direnişi ağırlıklı olarak Serhat, Ağrı hattında devam etmektedir. Direnişin yayılmasının en temel nedeni Şark Islahat Planı’yla birlikte uygulamaya geçirilen Kürtlerin asimilasyonu ve toplumsal yapısını yok etmeyi hedefleyen Türkleştirme politikasıdır.

Bu politikanın en önemli ayaklarından biri Kürtlerin batı illerine sürgüne gönderilmesi, yani zorunlu iskânıdır. 1925’ten itibaren zorunlu iskân politikası birçok kişinin (ailenin) dağlara çıkıp direnmesine sebep olur. Ağrı direnişinin fitilini ateşleyen Bro Hesko Telli, Şeyh Said hadisesinde devlete yardımcı olmasına rağmen batıya iskân edilmeye kalkılınca isyan ederek dağa çıkmıştır.

4 Ağustos 1927’de çıkarılan 1097 Sayılı “Bazı eşhasın şark menatıkından garb vilâyetlerine nakillerine dair kanun”, sıkıyönetim mıntıkasından (Kürt illerinden) ve Beyazıd vilayetinden bin dört yüz kişi ve ailelerinin, yine seksen “asi ve ailesinin” batı vilayetlerine naklini içerir. Kürtlerin ileri gelen ailelerinin tamamı bu zulme maruz kalır. Buna bir de dil yasaklarını, gidilen yerdeki ayrımcı uygulamaları ekleyin. Bu baskı ve zulüm direnişi büyütür.

Tam bu dönemde önce Birinci Umum Müfettişlik (bir nevi müstemleke valiliği) 25 Haziran 1927’de ihdas edilir ve akabinde 23 Kasım 1927’de Kürt illerindeki idare-i örfiye (sıkıyönetim) kaldırılır. 14 Mayıs 1928’de çıkarılan 1239 Sayılı Kanun bu gelişmelerin neticesidir.

1239 Sayılı Kanunun içeriği

Altı maddeden oluşan kanunun ilk maddesi: “Şeyh Said vakasından başlamak kaydıyla, yani 12 Şubat 1925’ten bütün isyan (Kürt) mıntıkasında uygulanan sıkıyönetimin kaldırıldığı 23 Kasım 1927’ye kadar ki süreçte, askeri kuvvetler ve devlet memurları tarafından isyanın bastırılması doğrultusunda yapılan bütün fiil ve hareketler suç ve kabahat olarak sayılmayacak” der.

Yani, bugün çokça tartışılan cezasızlık politikası kanun maddesinde ifadesini bulur. Operasyonlar sırasında suç işleyen asker, memur ya da devlete bağlı güçlerin işlediği fiiller suç olarak kabul edilmeyecek demektedir.

İkinci maddede: “Belirtilen tarihler arasında doğrudan ve dolaylı olarak hadiselere katılmış kişiler tarafından ifa olunan suç ve kabahatler nedeniyle sanık ve mahkûm olanlar hakkındaki takibatın sürdürülmesi ve hükmün infazı ertelenmiştir” denilir.

Üçüncü maddede: Halihazırda yakalanmamış, yani firarda olan kişilerin kanunun yayınlandığı tarihten itibaren üç ay içerisinde, teslim olmayan sanık ve mahkumların ertelemeden yararlanamayacaklarını belirtir. Teslim olmayı bir şart olarak koyar.

Dördüncü maddede ise ikinci ve üçüncü maddelerde belirtilen erteleme hallerinin hangi koşul ve müddetler içerisinde uygulanacağı açıklanmaktadır. Buna göre kişiler suç ve kabahatin veya verilmiş hükmün tabi olduğu zaman aşımı süresinin yarısını benzer bir suç veya daha ağır bir suç işlemeden geçirdikleri takdirde, suç ve kabahat işlememiş sayılacaklardır. Ancak bu süre dolmadan bir fiil işlenmiş olurlarsa ceza kanununun içtimai ve tekerrür ile ilgili hükümleri tatbik edilecektir der.

Beşinci madde, kanunun yayın tarihinden itibaren yürürlüğe girdiğini; altıncı madde kanunun uygulanmasında Adalet ve İçişleri bakanlarının yetkili olduğunu belirtir.

Kanun tasarısı

Kanun tasarısı bakanlar kurulunun teklifiyle gelir. Altında Başbakan olarak İsmet (İnönü), Adalet Bakanı olarak Mahmut Esat (Bozkurt), İçişleri Bakanı olarak Şükrü Kaya ve diğer bakanların imzaları vardır. İmzalar arasında Milli Savunma Bakanı olarak Mustafa Abdülhalik (Renda) olduğunu da yazdığımda, kurucu kadronun aşırılıkçı en has adamları tarafından hazırlanmış bir kanun olduğu anlaşılır.

Adliye encümeninin gerekçeli kararında, bundan önce çıkarılan 1178 Sayılı Kanunun istenilen sonucu alamadığını ve özellikle firarilerin dehaletinin sağlanamadığını yakınarak belirtir. Çok değil birkaç ay evvel, yani 12 Aralık 1927’de çıkarılan bir kanundan bahsedilmektedir. 1239 Sayılı yeni kanunla hedeflenen ise firarilerin gelip teslim olmasıdır. Sanık ve mahkûmların pek de dikkate alınmadığını, Şükrü Kaya, mecliste yaptığı konuşmada açıkça söyler.

1239 Sayılı Kanun Meclis’te

Kanun teklifi mecliste, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın ayrıntılı konuşmasının ardından, bir iki küçük tadilat dışında neredeyse hiç tartışılmadan kabul edilir. Şükrü Kaya konuşmasına, 1097 Sayılı iskan kanunu kapsamında batıya nakledilen kişilerle ilgili uygulamada yaşanan sorunları anlatarak başlar. Ardından meclise arz edilen kanunun iki neticenin eseri olduğunu belirtir:

İlki, belirli bir gayeye ulaşmak için (Şark Islahat Planı diye anlamak mümkün) muntazam bir usul içerisinde yürütülen tedbirlerin olumlu sonuç verdiği; ikincisi ise tedip operasyonlarına ihtiyaç duyulması durumunda gerekli gücün ve emniyeti sağlayacak kuvvetin sağlanmış olduğudur. “Kuşkusuz Jandarmamızın ve sınırlarımızın takviyesi, umum müfettişlik teşkilatı Büyük Millet Meclisinin o vilayetlerde beklediği ıslah ve teskini temine hizmet etmektedir”.

Konuşmasının devamında jandarma teşkilatının gücüne tekrar tekrar vurgu yapan Şükrü Kaya, cumhuriyeti muhafaza ve kanunları hâkim kılmak için jandarmanın nasıl fedakâr, vazifeşinas ve sebatkâr çalıştığını anlatır. İkinci, üçüncü, dördüncü maddeleri açıklama çabasına hiç girmez; gelip teslim olanların huzura kavuşacağını, kendilerini takibata maruz kalmaktan kurtaracaklarını söyler.

Konuşmanın geri kalanında birinci maddenin askeri kuvvetleri ve devlet memurlarını korumasına dair hükmün önemine ayırır. Bu maddeyle karşı tarafa korku salarken, devlet safında yer alanlara vazifelerini mükemmelen yapmaları doğrultusunda güç verdiklerini belirtir. Askeri kuvvetler içerisine, yörede harekete destek veren vatandaşları da dâhil eder. Ve bunun “iyi vatandaş” olmanın şartı olduğunu söyler ki, o dönemde yaygın olarak uygulanan milis devşirmenin hangi mantığın ürünü olduğunu gösterir.

Su-i emsal misal olmaz

Şükrü Kaya’nın meclis konuşması bu kanunun ruhunu sarih bir şekilde ortaya koymaktadır. Öncelikli olarak, birinci maddede ifadesini bulan devlet görevlilerine dokunulmazlık sağlanması kararı, sonraki kırımların dozajı artarak devam etmesine sebep olmuştur. Benzer şekilde Zilan katliamı sonrasında 1850 Sayılı Kanun çıkarılmıştır.

Temel amaç, firari olanların gelip teslim olmasını sağlamak ve sürmekte olan direnişi kırmaktır. Şükrü Kaya’nın konuşmasında Türkleştirme politikasının muntazaman devam ettiğine dair vurgu, askeri ve idari teşkilata yapılan övgü, meseleyi siyasi/ulusal mahiyetinden uzak, basit bir “şekavet” sorunu olarak gördüklerini yansıtır.

Kanunun sonuçlarına dair elimizde rakamlar yok. Yani kaç kişi başvurdu, kaç kişi yararlandı tam olarak bilmiyoruz. Ancak öngörülen üç ayın dolmasının ardından altı ay daha uzatılması pek de etkili olmadı yorumunu yapmamıza imkân tanıyor. Nitekim sonrasında da af kanunları çıkarılmış ama çözüm olmamıştır. 1930 yılında direnişin kırılması, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki haberde yazdığı gibi “Zilan deresinin lebalep cesetlerle doldurulması” üzerine olur.

Netice itibarıyla

Bugün, bu kötü örnekleri vermek yerine ortak akılla çözüm formülleri bulmak mümkün ama bunun için öncelikle niyetlerin halis olması gerekiyor. Hala tek derdi tasfiye etmek olan ve gerçek anlamda sorunu çözme iradesi göstermeyen bir zihniyet devam ederse sonuç alınamaz. Hala ezop diliyle konuşulursa, hala atılacak adımlar belirsiz bir tarihlere ertelenirse, hala en temel evrensel insan haklarından biri olan anadil hakkı tartışma konusu edilirse çözüm nasıl mümkün olacak?

Niyet halis olursa; Türkiye tarihinden de dünya deneyimlerinden de feyz alınacak, esin kaynağı olacak çok sayıda örnek vermek mümkün. Ancak, hala tartışmaları baskılayarak belirli sınırlar içerisinde sürdürülmesini sağlayan, özgür düşünme ve tartışma imkânlarını engelleyen koşullar devam ederken bu nasıl olacak? Düşünce serbest bırakılırsa, nice özel kanun, genel kanun önerileriyle birlikte, toplumsal barış ve demokrasinin önünü açacak fikirler ortaya çıkacaktır.

Benzer Haberler

LeMan dergisi soruşturması l

Doğan Pehlevan tahliye edildi

Komisyonun 17. toplantısı bugün |

İki bakan ve Kalın sunum yapacak: Gündemde neler var?

Faik Bulut yazdı |

Yerel demokrasi, kent ve barış etkinlikleri hakkındaki izlenimlerim

Bakırhan’dan Bahçeli’nin açıklamasına destek |

Bir gün bile kaybetmeden komisyon İmralı'ya gitmeli

Bahçeli’nin İmralı çıkışının ardından |

Adalet Bakanı Tunç’tan ilk açıklama: Takdir yetkisi komisyona aittir

Bahçeli’den İmralı çıkışı |

Gerekirse alırım yanıma üç arkadaşımı İmralı’ya gitmekten gocunmam

Bakan Yerlikaya açıkladı l

En çok soruşturulan AKP'li belediyelermiş