Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Heyeti’nin Şam’a yaptığı ziyarette, Kürt halkının meşru hakları ve kurumlarının geleceği masadaydı. Görüşmelere dair en net mesaj ise şu oldu: ‘Kurumlarımızı tasfiye ettirmeyeceğiz, kimliğimiz sadece görünür değil, belirleyici olacak.’
Foza Yusuf başkanlığındaki Özerk Yönetim Heyeti, uzun süredir beklenen ilk resmi temas için Haziran başında Şam’a gitti. Suriye krizinin çözümünde halkların rolünü ve demokratik müzakere zeminini önceleyen heyet, başkentte Suriye rejimiyle doğrudan görüşmelerde bulundu. Bölgenin geleceği, Kürt halkının hakları ve yerel yönetimlerin statüsü gibi kritik başlıkların ele alındığı bu temaslar, taraflar açısından bir “tanıma ve yoklama” süreci olarak değerlendirildi.
Görüşmelerin ardından Numedya24’e konuşan heyet başkanı Foza Yusuf, sürecin detaylarını, tarafların yaklaşımını ve Özerk Yönetim’in tutumunu şu sözlerle aktardı: “Entegrasyon konusunda bizim anlayışımızla Şam’ın bakışının farklı olduğu açık. Yani Şam, entegrasyon meselesinden özerk yönetim ile DSG’nin tasfiye edilmesini anlıyor. Bizim görüşümüze göreyse entegrasyon, aynı zamanda mevcut kurumlarımızın çalışmalarını ve faaliyetlerini bağımsız sürdürmesi anlamına geliyor.”
Birçok gücün Suriye’de taraflara kendi çözümünü dayattığını kaydeden Foza Yusuf, ancak bu çözüm önerilerinin halkların ve yerel iradenin önceliklerini görmezden geldiğini vurguladı.
Foza Yusuf’la Numedya24 adına Diyar Ciwan görüştü.
Siyasi yelpazenin anlık değiştiği, uluslararası ve bölgesel güçlerin bizzat içinde bulunduğu bir süreçte bir heyetle birlikte Şam’ı ziyaret ettiniz. Bu ziyaretiniz hangi şartlarda ve hangi bağlamda gerçekleşti?
Bugün Ortadoğu’da hegemonik güçler arasında büyük bir çatışma var ve yeni bir yüzyılın taslağı için hazırlıklar yapılıyor. Bu güçler uzun vadeli ekonomik ve politik çıkarlarını korumak için Ortadoğu’nun sorunlarına kendilerine göre çözümler uygulamaya çalışıyorlar. Bu güçler şimdi Suriye’de yıllardır süren ve günümüzde de halen bir sonuca ulaşmamış savaş ve krizleri bitirmek istiyorlar. Şüphesiz üzerinde çalıştıkları ‘‘çözümler‘‘ ülkede yaşayan farklı dil ve dinlerden halklar ile özellkle de kadınların istem ve ihtiyaçları ile tam olarak uyumlu değil. Politikaları daha teknik bir uzlaşıya dayanıyor ve bunu çoğunlukla da halkların ve kadınların özgünlüğünü gözetmeden yapıyorlar. Doğru, mevcut savaşları, anti-demokratik yöntemlerle bile olsa sonlandırmak ve böylece sorunları kendilerine göre aşmak istiyorlar. Ama asıl hedefleri Suriye’deki ekonomik ve siyasi çıkarlarını ne pahasına olursa olsun korumak. Tüm dış güçlerin acilen Suriye‘deki çatışma ve krizleri sonlandırma çaba ve girişimlerinin arkasında da bu yatıyor. Ancak ilk etapta olumluymuş gibi görünen bu girişmler maalesef sağlıklı ve adil bir şekilde yapılmıyor. Gerçekte olan şu ki; taraflara da ‘‘sözde çözüm‘‘ üretmek adına baskı yapılıyor.
Biz de bu meselelerin bir tarafı olarak her zaman sorunların barışçıl yollarla çözülmesi gerektiğini ve savaş yanlısı seçeneklerden uzak durulması gerektiğini vurguluyoruz. Bu temelde de Şam yönetimiyle diyalog ve görüşmeleri önemsedik. Çünkü bizim muhatabımız onlar. Sorunlarımızı demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözmek istiyoruz. Baas rejimi döneminde de bütün çabalarımız çözümü teşvik etmekti ama o zamanki rejim her zaman inkarcı ve anti-demokratik bir politikada ısrar etti. Gelinen aşamada da bizim pozisyonumuz Şam ile sorunlarımızı çözmek. Bunun için bu heyet kuruldu ve iki gün önce de Şam’a giderek muhataplarımızla görüştük.
TÜRKİYE SURİYE’DEKİ SÜRECE MÜDAHALE EDİYOR
Şam ile yaptığınız görüşmeler ve müzakereler Amerika ve Türkiye’nin bilgisi dahilinde mi oldu? Ayrıca Amerika, Türkiye ve bölgesel güçleri bu görüşmelerin sonuçları hakkında bilgilendirme gereği görüyor musunuz?
Elbette, görüşmeler bölgesel ve uluslararası güçlerin bilgisi dahilinde yapılıyor. Bu yüzden ABD ve Türkiye de bu görüşmeleri çok yakından takip ediyor. Bu güçlerin, görüşmelerin sonuçlarından farklı şekillerde haberdar olduğuna inanıyorum. Bu yüzden, örneğin Ankara’nın kararlara doğrudan müdahale ettiğini ve hatta bazen varılan anlaşmaların ya hayata geçirilmediğini ya da Türkiye’nin çıkarları gereği sonradan değiştirildiğini duyuyoruz. Yani, Türkiye ve uluslararası güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda bu görüşmelere müdahale ettikleri bir gerçeklik.
10 Mart Mutabakatı’nın entegrasyon kararıyla sonuçlandığını biliyoruz. Ancak bu konudaki pozisyonunuz ile Şam’ın entegrasyon teriminden ne anladığı tartışma konusu. Bu konuyu bir kez daha açıklamak gerekirse, size göre entegrasyon nedir? Hangi konularda daha ılımlı olacaksınız ve özellikle Suriye’deki Kürtlerin haklarını nasıl koruyacaksınız?
Entegrasyon konusunda bizim anlayışımızla Şam’ın bakışının farklı olduğu açık. Yani Şam, entegrasyon meselesinden özerk yönetim ile DSG’nin tasfiye edilmesini anlıyor. Bizim görüşümüze göreyse entegrasyon, aynı zamanda mevcut kurumlarımızın çalışmalarını ve faaliyetlerini bağımsız sürdürmesi anlamına geliyor. Çünkü bizim yerel idarelerimiz bölgelerin bir parçası ve içinde yaşadıkları için buradaki sorunları çok yakından biliyorlar. Dolayısıyla bu idarelerin anayasal düzenlemeler temelinde Şam ile koordinasyon halinde geliştirilmesi hakkını korumak istiyoruz. Amacımız, yönetimlerimiz ile devlet kurumları arasında uyum sağlamak ve halkların çıkarları temelinde işbirliği yapmak. Şunu da belirtmek gerekir ki, Şam’ın şu ana kadarki temel tutumu, tüm kurumlarımızı ortadan kaldırma ve bir kez daha merkezi bir sistem kurma arayışına dayanıyor. Şu ana kadarki görüşmelerden çıkardığımız sonuç budur. Ancak biz de başta Kürtler olmak üzere bölge halklarının meşru haklarının güvence altına alınması konusunda kararlıyız.
Bahsettiğiniz kaygılara rağmen, Şam’daki son toplantıdan iyimserlikle ayrıldığınızı söyleyebilir miyiz?
Resmiyet gereği ilk toplantımız olduğu için, her iki taraf da karşıdakinin temel taleplerinin ne olduğunu anlamak istiyordu. Yani bu aslında bir tanışma toplantısıydı da diyebiliriz. Dolayısıyla sonuçtan memnun olup olmadığımızı söylemek için henüz çok erken. Çünkü gündemdeki birçok konu görüşülmedi bile. Özellikle yeni anayasa hazırlık çalışmaları, parlamentonun hangi temelde oluşturulacağı ve yine okullarda büyük bir sorun haline gelen eğitim sistemi konusunda başlıklar henüz açılmadı.
Tişrin Barajı’ndaki halk eylemlerini yakın bir zamanda ateşkesle sonlandırdınız. Bunu bir başarı olarak ilan ettiniz. Ancak barajın kaderi hala belirsiz. Bu, Şam yönetimiyle yaptığınız görüşmelerin bir konusu muydu?
İlk toplantımız olduğu için Tişrin Barajı’ndaki durumu görüşemedik. Ancak mevcut durumda baraj ve çevresindeki ateşkes devam ediyor. Konuyla ilgili komiteler oluşturulmuştu ve bunların görüşme ve çalışmaları da sürüyor. Biz burada kalıcı bir çözüm bulunmasını umuyoruz. Amacımız, ortaya çıkacak çözüm sayesinde Suriye’deki tüm halkların barajdan faydalanmasını sağlamak.
ANADİLDE EĞİTİM BİZİM İÇİN STRATEJİKTİR
Birçok tarafın karşı çıkmasına rağmen son 12 yıldır bölgede anadilde eğitim sistemini geliştirdiniz. Şimdi diploma almış yüzbinlerce genç olumlu bir sonuç bekliyor. Yani bu öğrenciler artık geleceklerini soruyor. Onlara cevabınız ne?
Anadilde eğitim meselesi bizim için stratejik bir meseledir. Çünkü unutmayalım, işgal önce dil yasağıyla başladı. Madem bu haksız inkar politikasının ortadan kaldırılması gerektiğini söylüyoruz, o zaman öncelikle anadil üzerindeki yasakların kaldırılması gerekir. Geçmiş yıllarda bölgelerimizde yüzbinlerce çocuk anadilinde eğitimini tamamladı. Birçoğu şu anda Rojava üniversitelerinde devam ediyor. Ancak ciddi bir müfredat ve diplomaların tanınması sorunu yaşanıyor. Bu öğrencilerin geleceğini güvence altına almak öncelikli meselelerimizden biri. Bu konuyu açıklığa kavuşturmak önümüzdeki günlerdeki temel görevlerimizden biri olacak. Tek uğraşı bu olacak bir Eğitim Komitesi’nin çalışmaları başlatıldı. Bu komite anadilde eğitim meselesinde Şam’daki Eğitim Bakanlığı ile işbirliği içinde olacak.
Trump yönetiminin kararıyla Suriye’ye yönelik ekonomik yaptırımlar kaldırıldı. Bu karar bölgeniz için ne anlama geliyor? Yani gelecekte Nusaybin, Til Koçer ve Kobanê sınır kapılarının ticarete açılması gündeme gelebilir mi?
Şam’daki görüşmemizde ekonomik ve sınır kapılarının açılması konuları ele alınmadı. Ancak şunu söyleyebiliriz ki Türkiye’deki barış süreci gerçekleşirse, bunun Rojava ile Ankara arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilere de olumlu etkisi olacaktır. Süreç başarılı olursa zaman içinde sınır kapıları açılacak ve ekonomide büyük bir patlama yaşanacaktır.
GÜVENLİK VE İDARİ MESELELER NETLEŞMEDEN HALKIMIZI RİSKE ATMAYIZ
Ana meselelerden biri Afrin, Serêkaniyê ve Girê Spî halkının köylerine geri dönmesi. Dolayısıyla bu bölgeler şu anda Türkiye’nin askeri ve idari kontrolü altında. Eğer şartlar olursa, halkın geri dönmesi hangi esaslara göre gerçekleştirilecek?
Afrin, Serêkaniyê ve Girê Spî’den sürülmüş halkımızın topraklarına geri dönmesi bizim için esas bir meseledir. Bu konu daha önceki görüşmelerimizde gündeme getirildi. Geri dönüşlerin olması için güvenlik ve altyapı sorunlarının titizlikle ele alınıp bağlayıcı kılınması gerekiyor. Ayrıca dönüşlerden sonra da bu bölgelerdeki halkımızın siyasi ve kültürel kimliğiyle hayatını yönetmesi mümkün olmalı. Bunun için taraflar birer uzmanlar komitesi kurdu. Yine vurguluyorum, bizim için asıl hedef halkımızın örgütlü bir şekilde ve kimliğiyle yerlerine ve topraklarına dönmesi ve geleceğini inşa etmesi. Bu, bizim için tartışılmaz bir konu ve tutumdur. Yoksa sorun sadece eve dönüş olsaydı halkımız çoktan o bölgelere dönmüştü bile. Ama döndükten sonra can ve mal güvenliği ile idari meseleler nasıl çözülecek? Bunlar netleşmeden halkımızın yaşamını riske edecek bir uygulamaya izin vermeyiz.
TÜRKİYE İLE GÖRÜŞME ÇAĞRIMIZ GÜNCELLİĞİNİ KORUYOR
Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısının Suriye’de de diyalog ve çözümün yolunu açtığı birçok çevre tarafından dile getiriliyor. Peki bu sürecin gidişatının bölgenize etkisi ne olur?
Özerk Yönetim ile Şam arasındaki görüşmeler bugün gerçekleşiyorsa, bu kuşkusuz tamamıyla Başkan Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmelerin yansıyan olumlu bir sonucudur. 27 Şubat’taki çağrı yapılmasaydı, 10 Mart mutabakatı da imzalanmazdı. Yine Kürt Birlik Konferansı gerçekleşmezdi. Hatta heyetimizin Şam’daki görüşmeleri de gerçekleşmezdi. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki sürecin olumlu yürümesi kadar olumsuz sonuçları da bölgemizin kaderini doğrudan etkileyecektir. Gerçek şu ki Türkiye bugün Suriye’de önemli bir aktördür, bu nedenle barış sürecinde bir sorun olursa, bunun etkisi burada da hemen görülecektir. Ankara’nın Şam yönetimi üzerindeki etkisi güçlüdür çünkü.
Bazı taraflar yakın gelecekte Özerk Yönetim ile Ankara arasında yüz yüze görüşmeler yapılacağını iddia ediyor. Böyle bir girişim var mı?
Bu konuda son zamanlarda çok fazla spekülatif bilginin yayıldığı doğru. Şu anki durum net değil. Ancak Türkiye’de barış süreci ve Başkan Abdullah Öcalan ile diyalog başarılı olursa, Ankara yönetimiyle görüşmelerimizin yolu da açılacaktır. Elbette böyle bir durum siyasi, ekonomik, kültürel ve ticari alanların gelişimine olumlu etki yapacaktır. Şunu da hatırlatayım; Bu son süreç başlamadan önce de biz defalarca Ankara’ya savaş ve çatışma yerine diyalog yoluyla sorunları çözme çağrısında bulunmuştuk zaten. Dolayısıyla bu çağrımız şimdi de güncelliğini koruyor.