Şiyar DİCLE
İnsanlık yüzyıllardır süren hayalini, öğrenmeyi ve karar almayı makinelerle paylaşma arzusunu gerçeğe dönüştürmeye her geçen gün biraz daha yaklaşıyor.
Yapay zeka ile henüz yeni tanışan insan şaşırtıcı bir biçimde çok hızlı adapte olmaya başladı. İnsanlar büyük verileri işleme, hızlı karar alma mekanizmaları ve görevleri yerine getirme konusunda makinelerden destek alarak kendi sınırlarını genişletiyor.
Fakat bu süreç beraberinde yeni soruları da getiriyor. Bir hata olduğunda sorumluluk kime ait olacak? Etik boyutlar nasıl korunacak? Algoritmalar; insani değerleri yansıtabilecek mi, yoksa onları tasarlayanlar mı taşıyacak?
Yapay zeka, kimi zaman insanı tamamlayan bir araç olurken, kimi zaman da onun emeğini ikame ederek toplumsal yapıları dönüştürüyor. Bu sebeple makine-insan ilişkisinin merkezinde güven, şeffaflık ve etik değerler bulunmak zorunda.
Tüm bu hayalin ortasında insanlık kucağında dev bir sorunu buluyor. Hali hazırda yapay zeka teknolojileri büyük ölçüde savaş sektörünün emrinde kullanılıyor.
Her dönem olduğu gibi dünyanın dört bir yanında, en büyük yatırımlar her zaman silahlara yapıldı. Günümüzde de otonom silahlara, hedef tespit algoritmalarına, gözetleme ağlarına yapılan devasa harcamalar var. ABD’den Çin’e, İsrail’den Rusya’ya, yani savaş ile ismi anılan tüm ülkeler milyarlarca dolarlık bütçelerle savaş alanında yapay zekaya yaslanıyor.
Rusya-Ukrayna savaşı bu durumun en güncel örneği. Cephelerde her gün canlı izlediğimiz yapay zeka destekli drone sürüleri, kendi hedeflerini seçip anlık saldırılar düzenliyor. Uydu verileri ile birleşen algoritmalar, askeri araçların hareketini saniye saniye takip ediyor. Savaşın bu değişimi, yazılım ve sensörlerle yönetiliyor. İnsan zekasının bu olağanüstü buluşu, yaşamı ortadan kaldırmanın ‘daha verimli’ yollarını bulmakla meşgul ediliyor.
Yapay zeka günümüzde yalnızca teknolojik bir yenilik değil, toplumsal dönüşümün de ana aktörlerinden biri haline geldi.
Üretimden, sağlığa, eğitimden iletişime kadar birçok alanda karşımıza çıkan teknoloji, doğru kullanıldığında yaşamını kolaylaştırabilirken, yanlış yönlendirildiğinde ise eşitsizlikleri derinleştirebilir.
Bu nedenle, yapay zekanın toplum ve doğa yararına kullanılması asla teknik bir mesele değil. Etik, ekolojik ve insan haklarına dayalı bir sorumluluktur. Her şeyden önce, doğa ve insan hakları merkezli bir yaklaşım yapay zekanın ABC’si olmalıdır. Bireylerin mahremiyetini ihlal eden gözetim araçlarına dönüşmemeli; ifade özgürlüğünü, adil yargılanma hakkını ve kişisel verilerin korunmasını gözetmelidir.
Teknolojik gelişmeler, insanların haklarını kısıtlayan değil, onları güçlendiren bir araç olmak zorunda. İkinci olarak, ekolojik sürdürülebilirliği göz ardı etmemeli. Sistemlerinin çalıştırılması için büyük veri merkezleri aracılığı ile ciddi miktarda enerji tüketen yapay zeka merkezleri yenilenebilir kaynaklara dayalı çözümler geliştirilmelidir. Yapay zeka, çevre sorunlarının çözümünde de aktif rol oynayabilen, iklim değişikliğinin izlenmesi ve tarımda kaynakların daha verimli kullanılması gibi alanlarda büyük katkılar sunabilir. Yapay zekanın henüz gelişim döneminde çok geç olmadan kararlar alınmalı. Nasıl ki kimyasal ve biyolojik silahlar uluslararası sözleşmelere tabi tutuluyorsa, yapay zekanın da ölümcül kullanım alanlarına denetim sıkı tutulmalıdır. Otonom silahların yasaklanmalı, şeffaflık ve denetlenebilirlik zorunlu hale getirilmelidir.
Devletler ve kurumlar, yapay zekayı barış, toplum ve ekoloji için kullanan projeleri teşvik etmeli, ciddi fonları bu alana aktarmalıdır.
Bir yapay zeka projesi değerlendirildiğinde şu sorular sorulmalı:
Bu teknoloji yaşamı mı büyütüyor, yoksa ölümü mü hızlandırıyor? Ekolojiye katkısı ne, toplumsal eşitliğe etkisi ne? Barışa hizmet eden bir yönetişim mekanizması içeriyor mu?
Sonuç olarak yapay zekanın nötr bir araç olmadığı gerçeğinden hareket ile; onu kim, hangi amaçla kullandığına bağlıdır. Bugün ağırlık savaşa kaymıştır, ama yarın barış için kullanılmasını sağlamak yine toplumsal dinamiklerin elindedir. Toplumun, ekolojinin, kısacası yaşamın yararına olacak projeler desteklenmedikçe bu potansiyel boşa harcanacaktır.
Bu dönemeçte ya savaşın aklını büyüteceğiz ya da yaşamın zeka ile yürüyeceğiz. İnsanlığın geleceği, bu tercihte gizlidir.