“ABD ile Batılı ülkeler elverdiğince kaba askeri yöntemlerle müdahale etmek yerine siyasi, ekonomik, ticari, askeri ve teknolojik alanlarda trilyon dolarlık sözleşmeler yaparak bölgeye tekrar egemen olup dünyanın yeniden paylaşımı için Rusya-Çin ikilisine karşı Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme hesabındalar.”
Faik BULUT
1923’te imzalanan Lozan Anlaşması hakkında gelenekçi Türk-İslamcılar ile Kemalist çevrelerce kabul gören anlayış şudur: Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası tapu senedidir.
Yeni Osmanlıcı-geleneksel ve siyasal İslamcı çevrelerin bir kısmı ise Lozan’ı “hezimet” olarak görmektedir. Bunlara göre: “Laikliğin kaldırılıp halifeliğin benimsenmesi yoluyla yeni bir ümmetçilik ikame edilebilir.”
Batılılar arasındaki eğilim biraz daha farklıdır: Lozan Anlaşması’nın bilhassa azınlıklar ve siviller açısından yol açtığı olumsuz sonuçları irdeleyen bazı aydınlarla siyasetçiler söz konusu anlaşmayı eleştiren yayınlar yapmaktadır.
Dört kitap örneği vereceğim:
- Michelle Tusan, The Last Treaty: Lausanne and the End of the First Wold War in the Middle East.
- Jay Winter, The Day The Great War Ended, 24 July 1923: The Civilianization of War.
- Hans-Lukas Kieser, When Democracy Died: The Middle East’s Enduring Peace of Lausanne.
- Jonathan Conlin ve Ozan Özavcı’nın editörlüğünde derlenip yayımlanan They All Made Pace-What is Peace: The 1923 Lausanne Treaty and the New Imperial Order.
İlaveten Temmuz 1997 tarihli Middle Eastern Studies (Ortadoğu Araştırmaları) adlı dergide Lozan hakkında çeşitli değerlendirmeler yayınlanmıştır.
Suudi sermayeli ve Londra merkezli El Mecelle dergisinde üç bölümlük dosyayı hazırlayan Husam Eytani’nin 22 Temmuz 2023 tarihli analizi biraz daha yereldir:
“Millet Sistemi’nin (günümüzdeki cemaat sistemi-FB) geçerli olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasını devralan Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması temelinde etnik ve dini toplulukların ulusal ve kültürel haklarını hiçe saydı.
İç çekişme ve çatışmalar da buradan kaynaklandı. Bu minvalde büyük iç kapışmalar ve Kürtler ile Türkiye’deki iktidarlar arasında yaşanan silahlı çatışmalar oldu.
Lozan Antlaşması ile Ortadoğu ve Avrupa haritası yeniden belirlenmiştir. Musul vilayetini talep eden Türkiye niçin bundan vazgeçip İngiltere ile uzlaşmıştır?”
Bu konuda yazdığım iki makaleye bakılabilir:
https://www.indyturk.com/node/653016/
https://www.indyturk.com/node/653791/
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Thomas Joseph Barrack, bu konuda 23 Mayıs 2025’te ilginç bir çıkış yaptı ve şöyle dedi:
“Batı, bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot (1916 tarihli) Anlaşması Suriye’yi ve daha geniş bir bölgeyi barış için değil, emperyal kazanç için böldü. Bu hata nesillere mal oldu. Bunu bir daha yapmayacağız.”
ABD’nin Şam eski büyükelçisi Robert Stephen Ford ise Foreign Affairs’deki 5 Mart 2025 tarihli makalesinde şunları yazıyordu:
“Terör örgütü DEAŞ’a karşı daha etkili bir mücadele için ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin, Şam hükümetiyle bir kanal açması gerekiyor. Suriye’nin askerlerini DEAŞ’ın hâlâ faaliyet gösterdiği bölgelere nasıl konuşlandıracağı ve iki ülkenin istihbarat paylaşımını nasıl yapacağı gibi konular ele alınmalıdır.
ABD, SDG’yi (PKK) hayal kırıklığına uğratmaya ve yeni Suriye’nin yapıları içine katılmaya teşvik etmeye istekli olmalıdır. Sözde özerk yönetimi ve Kürtleri dışlayarak geçiş yaparsan, yeni çatışmaları tetikler ve DEAŞ ile mücadeleyi engellersin.”
Barrack Obama döneminde Suriye’deki özel temsilcisi olan Amerikalı diplomat Fredrick C. Hof, 25 Mayıs 2025 tarihli El Mecelle dergisine verdiği demeçte Donald Trump ile Şam’daki iktidarın başı Ahmed Şera (eski lakabıyla Colani) görüşmesini şöyle yorumladı:
“Olumlu ve Esad sonrası ikili ilişkiler açısından ileri bir adımdır. Yine de Suriye’deki yeni rejim henüz istikrar kazanmamıştır. ABD ile yeni Suriye yönetiminin yakınlaşması, Suudi Arabistan’ın yanı sıra Türkiye’nin de ciddi çabaları sonucu gerçekleşti. Erdoğan’ın özel ilişkisi sayesinde Trump görüşme için ikna edilmişti.”
Bütün bu açıklama ve değerlendirmelerin asıl amacını iki noktada özetlemek mümkün:
Bir: Ortadoğu geçiş döneminde büyük bir kaos içindedir; gelecek günlerin ne getireceği belli değildir. Altüst olmuş dengelerde her bir güç odağı ve yerli-yabancı aktör yeniden konumlanmaktadır. Jeopolitik önemlerini kavramış Kürtler ise benzer endişe ve hazırlık içindedir.
İki: Büyük devletler, bilhassa ABD ile Batılı ülkeler elverdiğince kaba askeri yöntemlerle müdahale etmek yerine siyasi, ekonomik, ticari, askeri ve teknolojik alanlarda trilyon dolarlık sözleşmeler yaparak bölgeye tekrar egemen olup dünyanın yeniden paylaşımı için Rusya-Çin ikilisine karşı Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme hesabındalar.
Son bir not: Trump’ın son Körfez gezisinde imzalanan 5 trilyon dolarlık ticari anlaşmalara ek olarak virane olmuş Suriye’nin yeniden inşası için gerekli olan bir trilyon dolar ile Suudi yönetimince Şam’a vadedilen 300 milyon dolar sayesinde Colani-Trump görüşmesi ve ortak akıl hayata geçirilmiştir.