Akın Olgun
Mazlum Abdi’nin nerede olduğuyla ilgili gerçeği, “orada” olduğunda anlayacağız…
Yani mesele Fransa’da olması değil bence, her yerde olma ihtimalinde.
Bu ihtimal de SDG’yi gündemleştiren ve liderliğini büyüten bir atmosfer sunuyor.
Colani’nin hep tartışmalı olan liderlik hikayesi gerilirken, yükselen bir hakikat var ortada ve bence bu hakikati SDG’de somutlayan askeri, siyaset ve diplomatik uyum, yarının belirleyiciliğini çoktan kazanmış durumda.
İşte bu stratejik uyum ve akıl Dürzileri, Alevileri masaya çağrılması talebini ve baskısını kurarak, Ahmed El Şara’nın Suriye’de işlediği ve gelecekte işleyeceği suçları, Kürtlerin üzerinden aklama stratejisini ve SDG’yi işleyeceği suçlara ortak etme politikasını da boşa düşürüyor.
Dürziler, Aleviler, Hristiyanlar masada olduğunda hem yeni katliamlar engellenmiş hem demokratik Suriye’nin kurucu ortak gücü şekillenmiş hem de Mazlum Abdi’nin siyasi liderliği, tüm Suriye için bir gerçekliğe dönüşmüş olacak ve daha da önemlisi Rojava, “Suriye Demokratik Devleti”nin kazanılmış parçası olacak. (Umarım bu “kazanma” doğru anlaşılır)
Şimdi, buradan hareketle sahada sürekli değişen dengelerin hem Suriye hem bölge hem de Türkiye özelinde karşılıkları olduğu çok açık.
Tam da bu yüzden, Kürtler bir okuma yaparken artık sadece ülkenin batısına bakarak değil, tüm bölgeye bakarak yapıyorlar.
Bu doğru anlaşılamadığı için, Türkiye’nin batısında kakafoni oluşuyor. Bugün İmamoğlu’nun Medyascope’a verdiği mesajda da bunu görmeniz mümkün.
“O bölcülüktür”, “bu kandırmacadır”, “şu yıkımdır”, “bu projedir” diyerek yapılan vasat, dar ve lümpen duygusu okşayan siyasetin, Kürtler açısından hiçbir karşılığı olmadığı anlaşılmalı artık.
Onlar tüm bölge aktörlerinin olduğu masadalar ve o masada olmanın hem avantajını hem dezavantajını olabildiğince ve Öcalan’ın tüm bölge için çizdiği paradigma temelinde dengede ve kazanıma dönük olarak korumaya çalışıyorlar.
Bu hiç ama hiç kolay bir iş değil.
Büyük değişim ve dönüşümün manifestosu tam olarak bu hakikatle şekilleniyor.
Bunu anlamayanların, anlamak istenmeyenlerin, anlamamakta direnenlerin temel sorunu ise, siyaseti Türkiye merkezli okumaları ve politik reflekslerini bu darlık içine hapsetmelerinden kaynaklanıyor.
Tam da böyle olduğu için ne Bahçeli’nin tarihi rolünü, ne iktidarın devlet içindeki pozisyonunu, ne de devletin sorunun çözümüne dair yaklaşımını çözümlüyorlar. “Seçim” hikayesine sıkışmış dar ve duygusal okumalar, durumu da oldukça zora sokuyor.
DEM Parti’ye siyaset ve başarısızlık faturası çıkarma ve günübirlik siyaset oyunları için araçsallaştırma yaklaşımındaki basitlik de buradan çıkıyor işte.
Türkiye’nin 2. Yüzyılı masasında Kürtler var.
Varlar çünkü bölgesel bir aktörler ve belirleyici bir güçleri var. Masada CHP de olsun isteniyor ve bunu en çok DEM talep ediyor.
CHP olmazsa olmaz olduğundan değil, Öcalan’ın “Demokratik Toplum” paradigması içinde, CHP’ye oy veren milyonların, geleceğin inşasında siyaseten var olmasının yolunun buradan geçtiğine inanmasından. O milyonların siyasal enerjisi tükendiğinde, siyasal iradesi tasfiye olduğunda, toplum demokratikleşme dinamizmini yitirir çünkü. Türkiye kaybeder, hepimiz kaybederiz ve eğer o üstenci, şoven söylemlerin propagandası kırılamazsa, korkarım CHP’nin varlığı değil ama siyasi irade olma özelliği tasfiye edilecek.
Zafer Partisine propagandayı kazandırma amacı güdenlerin, İYİ Partiye sokağı açıp, barış karşıtlığı üzerinden Kürt nefreti örgütlemeye çalışanların değirmenine su taşıyanlar, bu nedenle büyük hata yapıyorlar…
Bu tablodan hareketle öze dönersek, Kürde yumruk atmak sorunu çözmüyor, onları sadece daha güçlü kılıyor diyebiliriz.
Kabul edelim veya etmeyelim son 50 yılın sonucu da bu ve durum ortada.