DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, 2025’te yaşanan gelişmelere dair değerlendirmelerde bulundu. Kürt meselesinin çözümü için başlatılan süreç hakkında konuşan Bakırhan, “Gecikmeler oldukça barış karşıtlarının sözü artıyor” dedi.
HABER MERKEZİ – Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, 2025 yılındaki politik gelişmelere ilişkin açıklamalarda bulundu. Bakırhan, 2025’te önemli adımlar atıldığını söyleyerek Kürt meselesinin çözümü için başlatılan sürece dair gecikmelere de dikkat çekti.
Bakırhan’ın Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularına verdiği yanıt şöyle:
“ÖNEMLİ BİR YOL ALINDI…”
* Süreç bir yılı geride bıraktı. Sürecin başlamasıyla Türkiye’de nasıl bir toplumsal-siyasal hava oluştu? Geçen yıl ile bugün arasında ne değişti; somut olumlu sonuçlar neler?
Öncelikle tüm Türkiye’nin yeni yılını şimdiden kutluyorum. 2026 yılının hepimize barış, huzur ve kardeşlik getirmesini, birlikte yaşama irademizin daha da güçlenmesini diliyorum. Bu topraklarda yaşayan her insanın mutlu, özgür ve eşit olduğu bir yıl olmasını yürekten arzuluyorum. Sorunuza gelirsek, Barış ve Demokratik Toplum Süreci, büyük bir şiddet ve baskıyla geçen uzun yılların ardından bir kez daha barışı hayal etmeyi, demokratik bir yaşam için çaba göstermeyi en güçlü şekilde mümkün kıldı. Bu yönüyle hem siyasetin motivasyonunu değiştirdi hem de insanların yaşamını yitirmediği ve silahların konuşmadığı bir dönem ortaya çıkararak sorunları müzakere ve diyaloga dayalı şekilde çözebileceğimize dair büyük bir ümit yarattı.
×Bu bir yılda Sayın Abdullah Öcalan’ın siyasi iradesi ve Kürt Siyasi Hareketi’nin kararlı adımlarıyla önemli bir yol alındı. Negatif barış denen silahlı çatışmaların durması ve bu çatışmalara zemin hazırlayabilecek durumların ortadan kaldırılması aşaması tamamlandı. Şimdi sıra başta iktidar ve Meclis olmak üzere tüm siyaset kurumunda, sivil toplum mücadelesinde, toplumun barış ve demokrasi talebini güçlü şekilde ifade edecek yol ve yöntemleri bulmasında. Bunlar bulundukça önümüzdeki yıl, geçen yıl gösterilen siyasi iradenin ve atılan cesur adımların barışla taçlanması mümkün olacaktır.
SÜRECİN KADERİ…
* Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı ve ardından PKK’nin silahlı faaliyetleri sonlandırıp çekilmesi, devlet adımı olmadan atılmış “radikal” bir eşik olarak görülüyor. Bugünden bakınca bu adımların çözüm açısından anlamı nedir; sürecin kaderini nasıl etkiledi?
Bu süreçte özellikle dünyadaki çatışma ve çözüm deneyimlerini yeniden detaylı bir biçimde inceledim. Dünyanın birçok yerinde silahlı faaliyetlerin sonlandırılması ve muhatap örgütün kendisini feshetmesi, sürecin en son aşamasında gerçekleşir-sanki uzun bir yolculuğun son durağı gibi-. Öcalan ise tarihe tanıklık eden bir cesaretle bu yolculuğu tersine çevirdi; son durağı ilk adım yaptı. Piramidi tepesinden terse çevirerek, ağırlık merkezini çok güçlü bir biçimde barışa ve siyaset alanına kaydırdı.
Bu adımların anlamını şöyle ifade edebilirim; Öcalan, kurucusu olduğu örgütüne fesih çağrısında bulunarak, silahı en baştan masadan kaldırdı. Bu, dünyada eşine az rastlanan bir örnektir. Çatışma ve çözüm literatürüne büyük bir katkı sunarak, a-tipik bir süreç başlattı. Bu adımlar sayesinde sürecin kaderini belirleyecek en kritik eşik aşıldı. Artık süreç siyaset, toplum ve Meclis zemininde çözülebilir hale geldi.
×Adadan gelen bu tarihi çıkışlar, kapıları sonuna kadar açtı. Fakat açıkçası şunu da söylemeliyim; Öcalan sürekli pedal çevirdi, yokuşu tırmanma iradesini gösterdi. Devlet ve iktidar ise geriden takip etti. Barış yolculuğunda tek başına pedal çevirmek yorucudur ve sürdürülebilir değil. Artık Meclis’in de pedala daha güçlü basarak bu yükü paylaşması, ortak sorumluluğu üstlenmesinin zamanı geldi. Çünkü barış, tek tarafın omuzlarında taşınacak bir yük değil, hep birlikte inşa edeceğimiz bir köprüdür. Ve bu köprüyü inşa etmek için herkesin elini taşın altına koyması gerekir.
“GECİKMELER OLDUKÇA BARIŞ KARŞITLARININ SÖZÜ ARTIYOR”
* Devletin henüz belirgin adımlar atmaması, beklenti ve güven meselesini nasıl etkiliyor? Sürecin sürdürülebilirliği için “olmazsa olmaz” ilk adımlar nelerdir?
Bu önemli bir durumdur. Bizim de her fırsatta dile getirdiğimiz ve işaret ettiğimiz bir başlıktır. Neden? Çünkü belirgin adımların gecikmesi, görebildiğimiz kadarıyla iki risk alanı üretiyor. İlki, toplumda doğal olarak “yine mi oyalama?” duygusu gelişiyor; ikincisi ve daha önemlisi de sahada “provokasyon”lara açık alanlar hazırlıyor. Siyaset doğa gibidir, boşluk kabul etmez; yasal adımlarla doldurulmayan her boşluk, provokasyonlara açık hale gelebilir. Gecikmeler oldukça barış karşıtlarının sözü artıyor.
Fakat burada şunu belirtmeme müsaade edin: ‘Haydi, hemen olsun’ durumunu kastetmiyorum. Böylesi süreçlerde her zaman aralığının ihtiyaç duyduğu adımlar var; onlar gecikirse, sonraya ertelenirse fayda vermiyor. Bu nedenle sürdürülebilirliğin anahtarı, güveni büyüten küçük jestler veya sözler değil; yasal ve kurumsal garantilerdir, somut adımlardır. Biz başından beri “olmazsa olmaz” üzerinden gitmedik. Hangi zamanda nelerin yapılması gerekir, ne yapılırsa yol açılır üzerinden baktık ve buna göre de yapılması gerekenleri tarif ediyoruz.
×Yasa değişikliği gerektirmeyen birçok düzenleme var. Kısa vadede yapılabilecekler var ve biz bunlar nefes aldırır dedik. Mesela kayyım rejiminin bitmesi; ifade, örgütlenme ve siyaset yapma özgürlüğünün sağlanması, yargı güvencesi ve infaz eşitliğinin olması, hasta tutsakların bırakılması. Aynı şekilde Meclis’in inisiyatif alarak hızlıca ortak rapor üzerinden yasa kısmına geçmesi. Yine Sayın Öcalan’ın özgür iletişim, özgür çalışma ve özgür yaşam şartlarının olması. Bunlar ilk etapta hızlıca yapılabilir şeylerdir.
“BAHÇELİ EZBERLERİ YIKTI”
* Devlet Bahçeli’nin söylem ve tutum değişikliği en çok tartışılan başlıklardan biri. Bu dönüşümü nasıl okuyorsunuz; gerçek bir çözüm iradesi mi, yoksa PKK’yi tasfiyeye dönük taktiksel bir çizgi mi?
MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli, 22 Ekim çıkışıyla sert kabuklarla sarmalanmış ezberleri yıktı. Bu yönüyle çıkışı ve sonrasındaki tutumu değerlidir. Elbette Bahçeli veya bir başka siyasetçi bir sabah uyanıp klasik politik tutumlarının yüz seksen derece aksi bir yere doğru kayma yaşamaz. Dolayısıyla süreci aktör bazlı okumaya tabi tutarken nesnel siyasal koşulları esas almalıyız. Yani bazı küresel, bölgesel ve Türkiye dinamiklerinin üst üste binerek, aynı konjonktüre denk gelerek Kürt meselesinde çözümü dayatmasının bir sonucu olarak tavır değişikliğini görüyoruz.
Yaşananları bu çerçeveden incelediğimizde meseleyi bir çözüm iradesi mi, taktik mi ikilemine sıkıştırmadan değerlendirebiliriz. Böylece sürece dair hem farklı aktörlerin yaptıklarını daha doğru kavrar hem de demokratik çözüm için politika üretmek, çözümü zorlamak gibi temel sorumluluklarımızı daha iyi hayata geçiririz.
CHP’NİN TUTUMU…
* CHP, sürecin başında daha olumlu bir yerde duruyor gibiydi. Fakat zamanla daha farklı bir konuma geçtiği söyleniyor. Bu değişimi neye bağlıyorsunuz? CHP’nin “kurucu/kolaylaştırıcı” bir rol almamasının muhtemel sonuçları neler?
CHP, Ekim 2024’te başlayan sürecin ilk aşamasında temkinli bir destek verdi. Yani ne tam karşı, ne tam içinde… Sanki bir köprünün ortasında durarak iki yakayı da izleyen bir gözlemci gibiydi. Özellikle Sayın Özel’in ilk aşamadaki söylem ve katkıları oldukça pozitifti ve hepimizi umutlandırdı. 19 Mart operasyonlarından sonra ise nötr bir belirsizliğe gömüldü. Sanki sahnede durduğu yerden ne olup bittiğini anlamaya çalışan, seyirci ile oyun arasında kalmış bir aktör gibi. İlk aşama büyük ölçüde devlet-PKK-Öcalan üçgeninde cereyan ettiği için siyasetin dâhili henüz belirgin değildi. Ancak süreç ikinci aşamaya geçtiğinde, top artık siyaset kurumunun sahasına yuvarlandı. Bu aşamada söylenen her kelimenin, atılan ya da atılmayan her adımın etki gücü ilk aşama gibi olmayacaktı. Ki öyle oldu. Bu durum bütün partiler için geçerli. Hatanın maliyetinin ağır olacağı bir aşamaya geçtik.
“TÜRKİYE KÜRTLERİ DIŞLAYAN BİR TUTUMDAN VAZGEÇMELİ”
Suriye’de sizce nasıl bir çözüm modeli mümkün? Türkiye bu tabloda nasıl bir politika izlemeli?
Suriye’de çözüm, merkeziyetçi Baas rejiminin restorasyonuyla değil, ademi merkeziyetçi ve çoğulcu bir anayasa ile mümkündür. Türkiye, Şam ile anlaşırken Kürtleri dışlayan bir tutumdan vazgeçmelidir. Bu hem doğru değil hem rasyonel çözüm getirmez. Bana göre Türkiye’nin izlemesi gereken politika; Şam ile olduğu kadar Qamişlo, Kobanê ile de görüşmektir. Aynı şekilde kendi sınır güvenliğini ‘duvarlarla’ değil, ‘komşuluk ve iş birliği’ ile sağlamaktır. Bundan ötürü defalarca çağrı yaptık. ‘Sınır kapıları açılsın’ dedik. Türkiye’nin çıkarı, komşusunda sürekli kriz değil, kapsayıcı bir düzenin kurulmasıdır. Suriye’nin geleceği, tüm bileşenlerinin eşit temsil edildiği, çoğulcu bir sistemle inşa edilmelidir. Bu hem Suriye halkları için hem de bölgesel istikrar için en doğru yoldur.
×
ÖCALAN’IN YENİ YIL MESAJI
* Abdullah Öcalan’ın yeni yıl mesajında bulunan Suriye’ye yönelik değerlendirmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu mesaj Suriye’deki tıkanıklığın giderilmesine nasıl bir katkı sağlayabilir?
Sayın Öcalan’ın mesajında yer alan “Türkiye’nin bu süreçte kolaylaştırıcı, yapıcı ve diyaloga açık bir rol üstlenmesi hayati önemdedir” vurgusu Suriye’deki sorunların çözümünde kritik bir noktada duruyor. Sayın Öcalan’ın mesajı, Suriye’nin kaostan kurtulması için pusulayı göstermiştir. Suriye’deki çıkmazın kapısına anahtar olmuştur. Kapı artık aralandı; gerisi sadece açma iradesinde.
Kürtlerin, Arapların, Alevilerin ve tüm halkların hak ve güvenlik kaygılarını aynı denklemde buluşturan bir demokratik siyasal model öneriyor; bu da müzakere ve demokratik entegrasyon esaslı çözüm zeminini güçlendiriyor. Bu demokratik siyasal perspektifin merkezinde kadın özgürlüğü bulunuyor. Sayın Öcalan kadın özgürlüğünü “demokratik toplumun kurucu ve vazgeçilmez ilkesi” olarak belirtiyor. Orta Doğu coğrafyasında kadının kurucu rolünün ilke olarak vurgulanması büyük önemdedir. Herkesin bunun kıymetini bilmesi gerekiyor.
Ayrıca 10 Mart Mutabakatına yapılan vurgu, soyut bir temenninin ötesinde somut bir yol haritasıdır: Demokratik entegrasyon fikri, müzakere edilebilir bir ortak yaşam zemini tarif eder. Bu yaklaşım hayata geçtiğinde hem sahadaki gerilimi azaltacak hem de çatışma yerine siyasal çözüm kanallarını büyütecektir.
Nihayetinde diyebiliriz ki, mesajın Türkiye’ye çağrısı oldukça kritiktir: Türkiye’nin kolaylaştırıcı, diyaloga açık ve yapıcı bir rol üstlenmesi; yalnız Suriye’nin nefes almasına değil, Orta Doğu’da istikrarın sağlanması ve Türkiye’nin kendi iç barışını güçlendirmesine de doğrudan hizmet eder.



