Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Tahran vuruldu, harita titreşti: Savaşın eşiğinde İran ve Kürtler

Tahran vuruldu, harita titreşti: Savaşın eşiğinde İran ve Kürtler

Mesele sadece İran’ın geleceği değil; Ortadoğu’nun tarihi, halkların iradesi ve devletli uygarlığın sürdürülebilirliği meselesidir.

Amed DİCLE

İsrail’in “Yükselen Aslan Harekâtı” adı altında İran’a yönelik başlattığı koordineli saldırılar, sadece askeri ya da nükleer hedefleri değil, İran’ın tarihsel, siyasal ve jeopolitik varoluşunu hedef almıştır. İran’da Genelkurmay Başkanı’ndan nükleer bilim insanlarına, radar üslerinden akademik merkezlere kadar geniş bir yelpazeyi hedefleyen bu saldırı, modern Ortadoğu’nun kırılgan dengesinde yeni bir eşik oluşturmuştur. Fakat bu saldırının anlaşılması, yalnızca bir “güvenlik olayı” olarak değil, devletli uygarlığın tarihsel akışında İran’ın tuttuğu yeri yeniden düşünmeyi gerektirir.

Çünkü İran, sıradan bir bölge ülkesi değil; jeopolitik konumu, tarihsel birikimi ve stratejik geçiş noktalarındaki varlığıyla, küresel müdahale ve nüfuz stratejilerinin sürekli kesiştiği bir mekânsal merkezdir. Zağros’tan Hazar’a, Horasan’dan Körfez hattına kadar uzanan bu coğrafya, tarih boyunca farklı uygarlık biçimlerinin kesiştiği, devletli güçlerin çatışma ve denge zemini haline gelmiştir. Bu yönüyle İran, emperyal güç projeksiyonlarının hem nesnesi hem de sınırlayıcı etkenlerinden biri olarak, bölgesel kırılmaların temel ekseninde yer almaya devam etmektedir.

Jeopolitik Kader: İran neden hep merkezde

İran’ın taşıdığı jeo-stratejik konum, onu sadece bölgesel değil, evrensel politikaların şekillendiği bir merkez haline getirir. Avrasya’nın doğu-batı ve kuzey-güney eksenlerinin kesişimindeki konumu, onu Basra Körfezi, Hazar Havzası, Orta Asya, Kafkasya ve Levant arasında bir bağlayıcı arter kılar. Bu konum, enerji hatlarının, ticaret yollarının, askeri tahkimatların ve kültürel geçiş kuşaklarının üzerinde kesiştiği bir ana omurga üretmiştir.

İran’ın jeopolitik önemi yalnızca fiziki konumundan değil; tarih boyunca bölgesel güç yapılarında oynadığı rol ve ideolojik merkezler arasındaki konumlanışından da kaynaklanmaktadır. Devletli uygarlık tarihinin merkez-çevre diyalektiği içinde, İran hem nüfuz ilişkilerinin bir düğüm noktası, hem de dış güç projeksiyonlarının yeniden biçimlendirdiği bir sahadır. Bu nedenle İran’a yönelen her dış müdahale, yalnızca bir rejime değil; bölgesel düzlemdeki jeopolitik ilişkiler ağının yeniden tanımlanmasına dönük bir stratejik girişim olarak okunmalıdır.

İran’a yönelik bu son saldırıların, ABD ile Umman’da yapılması planlanan nükleer görüşmelerin hemen öncesine denk gelmesi, yalnızca askeri değil, diplomatik zeminin de hedeflendiğini ortaya koymaktadır. Ancak zamanlamanın daha derin bir anlamı vardır: Bu saldırı, İran’ın bölgesel nüfuz hatlarını geriletmeyi amaçlayan uzun erimli bir stratejinin parçası olarak okunabilir. Özellikle Irak’ta etkili olan Şii milis ağları ve Yemen’de Husi kontrolündeki bölgelerde devam eden dolaylı güç projeksiyonu, İran’ın halen bölgesel düzeyde alan tuttuğu başlıca dış uzantılardır. Lübnan ve Suriye’deki gelişmeleri yazmak bile gerekmiyor. Bu tablo içinde İsrail’in müdahalesi, İran’ın çevresel tahkimatlarının çözülmesini hızlandırmayı amaçlayan yeni bir fazın habercisi olarak değerlendirilebilir.

İsrail’in operasyonu, İran’ın merkezileşmiş devlet gücüne karşı yapılan bir “jeopolitik kesinti” girişimidir. Saldırının hedef seçimi, (Tahran’daki askeri komuta merkeziyle birlikte Tebriz, Kirmanşah, Şiraz ve Natanz gibi ülkenin etnik, sınır ve stratejik bölgelerine yönelmesi) sadece nükleer kapasiteyi değil, İran’ın tarihsel iç mekaniğini ve savunma dokusunu parçalamaya dönüktür.

Unutmamak lazım ki, İran çok katmanlı bir siyasal-toplumsal haritadır. Fars merkezli siyasal yapının çevresine yerleştirdiği Azeriler, Kürtler, Araplar, Beluci gibi halklar, tarihsel olarak bir tampon kuşak işlevi görmüştür. Fakat aynı zamanda bu çevresel halklar, İran siyasal yapısının en kırılgan ve potansiyel olarak başkaldırıya en açık kesimidir.

Saldırıların Tebriz, Kirmaşah, Huzistan gibi etnik yoğunluk barındıran bölgeleri kapsaması, merkezi devletin çevre üzerindeki kontrolünü zayıflatmayı amaçlayan bir stratejinin işaretidir. Bu, İran’ın jeo-sosyolojik yapısında öteden beri var olan etnik, mezhebi ve ideolojik fay hatlarını yeniden harekete geçirebilir. Özellikle Kürtler gibi, tarihsel olarak merkezi siyasal yapının dışında konumlandırılmış ve hak talepleri bastırılmış topluluklar açısından, bu süreç yeni bir siyasal baskı üretme potansiyeline sahiptir. Ancak aynı zamanda bu tür kriz dönemleri, demokratik eşitlik ve tanınma mücadelesinin yeniden güçlenmesine de zemin hazırlayabilir.

Kürtler ne yapacak?

İran’daki Kürtler, tarihsel olarak merkezin denetim alanı olarak gördüğü Zagros kuşağında, hem dışlanmışlığın hem de dirençli varoluşun birikimini taşırlar. Saldırıların ardından bu bölge, yalnızca askeri değil, aynı zamanda siyasal taleplerin yeniden şekillenebileceği bir zemin haline gelebilir.

Rejimin güvenlik refleksi doğrultusunda artan militarizasyon ve gözetim politikaları, kısa vadede kontrolü hedeflese de; uzun vadede Kürt kimliğinin bastırılmak yerine daha görünür, daha siyasal hale gelmesine neden olabilir. Bu kırılgan denge, toplumsal taleplerin ivme kazanmasına olduğu kadar, devletin baskıcı kapasitesinin derinleşmesine de açıktır.

İran’daki Kürt hareketi, Suriye ve Irak’taki örneklerden farklı olarak sistemin dışına taşan bir kopuştan değil, içeriden dönüşüm potansiyelinden beslenmektedir. Bu nedenle sessizlik bir edilgenlik değil; stratejik bir bekleyiş, tarihsel bir pozisyon alış olarak da okunabilir. Ancak bölgesel jeopolitiğin sertleştiği bu eşikte, bu denge yeniden tanımlanma eşiğindedir.

Sonuç olarak; İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, sadece askeri değil, ideolojik ve jeopolitik bir deklarasyondur. İran’ın direnci kırıldığında; sadece bir rejim değil, Ortadoğu’da binlerce yıllık devletli uygarlık formu da çözülecektir. Bu nedenle İran’a yönelen müdahaleler, bölgesel güç dengelerini yeniden kurmak isteyen her aktör için hem fırsat hem risk barındırır.

Kürtler gibi tarihsel olarak bu jeopolitiğin çevresinde yaşayan halklar için ise bu sarsıntı; yeni bir politik hamle, yeni bir toplumsal inşa ya da daha derin bir kuşatma anlamına gelebilir. Bu nedenle mesele sadece İran’ın geleceği değil; Ortadoğu’nun tarihi, halkların iradesi ve devletli uygarlığın sürdürülebilirliği meselesidir.

Benzer Haberler