Beyza Üstün
Türkiye’nin kapitalist sistemin taşeronluğunu sürdürme çabaları ile sisteme kendini kanıtlamaya çalıştığı uluslararası hamlelerden 2. Kritik Eşiği COP31’i bir önceki yazıda tartışmaya başlamıştık.
Bu hafta 2026 ve sonrasında Kapitalizmi yapısal krizlerinden çıkış ajandalarına karşı bizlerin tutumunu ve önemini tartışmak istiyorum. Büyük olasılıkla bu tartışmanın detayları birkaç buluşmamızı içine alarak sürecek.
Belêm (COP30) zirvesini izleyen dostlarımız zirvede alternatif tutum alan yerli halkların, sendikaların, topraksız köylülerin, ekoloji örgütlerinin eleştirilerini, resmi zirvenin yapıldığı yeşil alan buluşmaları hariç kararlarını BM COP 31 düzenleyicilerine de dünya halklarına aktardıklarını belirtmişlerdi. Lula Hükümeti’nin zirveye ev sahipliği yaparken, zirveye katılan ekoloji örgütlerine, yerel halklara sokakları, mekanlarını açması COP30 zirvesinin diğer rutin organizasyonlardan farklılığını ortaya koymakta. Enternasyonal boyutta tüm mücadelelerin kendini açıklamak için yer edindiği zirvenin ekoloji ve yerli halklar için ayrıcalığını, Lula’nın varlığı ve yerli halkların Lula’yla ‘eleştirel dayanışma’ya dayalı tutumlarından kaynaklandığı yadsınamaz. Lula’nın ve temsil ettiği siyasetin antikapitalist olmadığı bilinse de sosyalist bir tutumu kendilerinden beklemenin anlamsızlığına rağmen gerçek şu ki zirve güven ortamında, eleştirel tutumları gözeten, destekleyen, katılımcılığı fiili hayata geçiren, dahası sokakları renklendirerek, şarkıların, dansların eşliğinde şölene dönüştüren bir şekilde sürmesinin nedeni Lula’nın varlığı. Türkiye’de bunun olabileceğini beklemek ya da yapılabileceğini varsaymak mümkün değil.
Gerçek şu ki; COP 31 ve sonrasında sürecin tahakküm ajandasına karşı duruşumuz, birlikte tutumumuz ise sistemin bu coğrafyada planladıklarının “başarılı” olup olmayacağını belirleyecek.



