Kimyasal kirliliğin insan ve doğa için iklim kriziyle eşdeğer bir tehdit olduğu uyarısı yapıldı. Ancak bu tehdide karşı kamuoyu farkındalığı ve önlem alma düzeyinin çok geride kaldığı belirtildi.
HABER MERKEZİ – Bilim insanları, kimyasal kirliliğin insan sağlığı ve doğa üzerindeki etkilerinin, iklim kriziyle aynı ölçekte bir tehdit oluşturduğunu ancak kamuoyunun bu konuda yeterince bilinçli olmadığını belirtiyor.
Deep Science Ventures (DSV) tarafından hazırlanan yeni bir rapor, dünyada şu anda 100 milyondan fazla sentetik kimyasalın dolaşımda olduğunu ortaya koydu.
Rapora göre, gıdayla temas eden ambalajlardan ev temizlik ürünlerine, kişisel bakım malzemelerinden mobilyalara kadar hayatın her alanında kullanılan kimyasalların etkileri hâlâ yeterince araştırılmış değil. Yalnızca gıda ambalajlarıyla ilişkili 3 bin 600’den fazla sentetik kimyasal insan vücudunda tespit edildi. Bunların 80’i “önemli risk taşıyanlar” olarak tanımlandı.
TÜM YAŞAM SİSTEMLERİ ETKİLENİYOR
Kimyasal toksisiteyle ilgili veriler, doğurganlıktan bağışıklık sistemine, sinirsel ve solunum bozukluklarından kansere kadar birçok alanda tehlikeli sonuçlar olduğunu gösteriyor. Raporda en güçlü bağlantılardan birinin, pestisit maruziyeti ile üreme sorunları arasında kurulduğu belirtildi.
DSV kıdemli araştırmacısı Harry Macpherson, Guardian’a yaptığı açıklamada, “İnsanlar genellikle soluduğu havanın, içtiği suyun veya kullandığı ürünlerin güvenli olduğunu varsayıyor. Ancak bu, ne yazık ki doğru değil” dedi.
ÇEVRE SINIRI ÇOKTAN AŞILDI
Bu rapor, Potsdam İklim Etkisi Araştırmaları Enstitüsü’nün daha önce yayımladığı “gezegenin güvenli sınırları çoktan aşıldı” uyarısını da destekliyor. Raporda özellikle PFAS olarak bilinen “sonsuz kimyasallar”ın neredeyse tüm insanların vücudunda bulunduğu ve bazı bölgelerde yağmur suyunun dahi içilemez hale geldiği vurgulandı.
Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre ise bugün dünya nüfusunun yüzde 90’ından fazlası, belirlenen hava kirliliği sınırlarını aşan koşullarda yaşıyor.
DOZ AZALSA DA ETKİ DEVAM EDEBİLİYOR
Macpherson, özellikle hormon sistemini bozan kimyasallarda (endokrin bozucular) geleneksel test yöntemlerinin yetersiz kaldığını söylüyor. Düşük dozlarda bile öngörülemez tepkiler yaratan bu maddeler, bilimsel değerlendirmelerde “görünmez” kalabiliyor.
TÜKETİCİ BASKISI DEĞİŞİMİ TETİKLEYEBİLİR
DSV, bu sorunun çözümü için büyük kolektif adımların şart olmadığını savunuyor. Rapora göre tüketiciler, satın aldıkları ürünlerin içeriklerine dikkat ederek kimyasal riskleri azaltabilir. Macpherson, kişisel olarak plastikten uzak durduğunu, döküm tavalarda yemek pişirdiğini ve organik ürünlere yöneldiğini belirtiyor.
Raporda ayrıca, kimyasal kirliliğe karşı kamu finansmanının hala iklim değişikliği ile mücadeleye ayrılan kaynakların oldukça gerisinde olduğu ve bu dengesizliğin düzeltilmesi gerektiği vurgulanıyor.