Kendini “anti-emperyalist” olarak tanımlayan kimi sosyalistler, İran rejiminin arkasında durmayı “zorunlu bir tavır” gibi sunuyor. Gerekçeleri belli: “İran’da başka güç mü var?” diye soruyorlar. İran’da üçüncü cephe vardır. Henüz yüzeye çıkmamış olabilir. Ama zamanla, o dipteki öfke, umut ve inat, büyük bir dalgaya dönüşecek.
Sercan ÜSTÜNDAŞ
Ortadoğu bir kez daha ateşin ortasında. ABD’nin nükleer tesislere yönelik saldırıları ile birlikte İran-İsrail Savaşı’nın coğrafyasının genişleyeceğini, yeni öznelerle sürdürülüceğini ve şiddetleneceğini şimdiden öngörmek mümkün.
Elbette ki böylesi bir savaşın, egemen kuvvetler ve devletler kadar sosyalistleri-özgürlükçü güçleri ve devrimcileri de saflaştırması anlaşılırdır. Büyük altüst oluş dönemlerinin hemen hepsi benzer niteliktedir. Savaş karşısındaki pozisyonun nasıl olması gerektiği, dünya devrimler tarihinin içerisinindeki en önemli kırılma anlarından birisi olarak günümüze gelmiştir.
Bu bakımdan İsrail-İran savaşı da kendi saflaşmasını beraberinde getirdi. Ve sol-sosyalist-özgürlükçü hareketler içerisinde iki temel eğilim açığa çıktı: İran Rejimi’ni desteklemek ve halkların-ezilenlerin kendi bağımsız çigisini oluşturmak.
Bu konunun üzerine çokça tartışıldı, tartışılmaya da devam ediyor. Bundandır ki, kimi tekrarlara girerek okuyucuyu can sıkıntısına sürüklemeye gerek yok. Ancak bu yazıda, İran ve onun toplumsal dinamikleri ile ilgili bir tartışılacaktır.
Çünkü bazı kesimler, özellikle de kendini “anti-emperyalist” olarak tanımlayan kimi sosyalistler, İran rejiminin arkasında durmayı “zorunlu bir tavır” gibi sunuyor. Gerekçeleri belli: “İran’da başka güç mü var?” diye soruyorlar. “Üçüncü cephe yok ki.” diyorlar. O kadar kolay söylüyorlar ki bunu, insan gerçekten şaşırıyor.
Ama sormak gerek: Bu insanlar son yıllarda İran’da yaşanan hiçbir şeyi görmüyor mu? Kadınların ayaklanmalarını, Kürt halkının mücadelesini, işçi grevlerini, gençlerin üniversitelerde başlattığı direnişi, hiç mi duymadılar? Kimse görmek istemeyen kadar kör değildir. Rejime destek vermeyi mazur göstermek için bu halkı yok saymak, politik körlüğün de ötesinde, devrimci olana da gözlerini kapatmaktır.
Üstelik bu körlük, yalnızca bugünü değil, son on yılı görmezden gelmek anlamına geliyor. İran’da halk, sadece savaşta değil, her dönemde baskıya karşı ayağa kalktı. Kadınlar, gençler, işçiler, Kürt halkı, üniversiteliler, öğretmenler, gazeteciler… Hepsi bu despotik rejimin farklı yüzleriyle mücadele etti. Zaman zaman geri çekilse de hep bir dip akıntısı gibi var oldu ve doğru zamanda da dalgalara dönüşmeyi başardı.
Ancak burada bir dipnot belirtelim. Rojhilat Kürtleri’nin tarihsel mücadelesi bu yazı kapsamına alınmamıştır. Çünkü bu mücadelenin yarattığı dinamizm ve örgütlü halk gerçeği hemen herkesin malumudur. Yalnızca 2025 Newroz’u bile bu gerçeğin yalın bir ifadesidir. Yüzyıllara dayanan ve asimilasyona, inkar ve yok saymaya direnerek ayakta kalan bir ulusal direniş ve halk gerçekliği vardır. Görünmeyen, İran’da Kürtlerin dışında kalan toplumsal kesimlerin mücadelesidir.
İkinci bir dipnot ise İsrail’in savaşı başlatan taraf olarak nasıl değerlendirilmesi gerektiğine dairdir. İsrail, Ortadoğu’da akan kanın en büyük sorumlularından biridir. İran’a yönelik saldırısının hedefinde İran’ın halklara yönelik gericiliği değil, iki büyük gücün Ortadoğu’daki egemenlik dalaşı ve çıkarcı rekabeti vardır. İsrail elbetteki saldırgan taraftır. Tam da burada şu vurguyu yapmak gerekecek. İran halklarının, kadınların, işçilerin ve gençlerin, rejime karşı tavır alışlarını Siyonizm destekçiliği olarak yaftalamak yıllardır Molla düzeninin sistematik olarak örgütlediği bir kara propagandadır. Molla düzeni tüm egemen devletler gibi başkaldıran, direnen kesimleri başka ülkelerin aparatı olmakla itham etmeyi sürdürüyor. Kapitalizmin ülkeyi sürüklediği yoksulluğa, Fars milliyetçiliğinin halkların özgürlüğünü esir alan zulmüne, dini yasaklar altında ezilen kadınların eşitsizliğe isyanını Siyonizm işbirlikçiliği saymak halkların özgürlük mücadelesine yapılabilecek en büyük zararı beraberinde getirecektir.
İtirazdan Başkaldırıya: İran’da Direnişin Tarihsel Anları
İran son on yıldır büyük bir alt üst oluş içerisinde. Artık içerisindeki çelişkiler, mevcut rejimin içerisinde sürdürülebilir olmaktan çoktan çıktı. Özellikle 2017’den itibaren başlayan toplumsal kıpırdanmalar, birer birer büyüyerek büyük halk hareketlerine dönüştü. Belki tam olarak görmedik, belki medyada yer bulmadı ama İran halkı bu rejime boyun eğmedi, eğmiyor.
İlk kıvılcım, 2017’de bir kadının başörtüsünü çıkartarak Enghelab Caddesi’nde tek başına durmasıyla başladı. Bu görüntü tüm dünyaya yayıldı. Ve ardından, başka kadınlar da benzer eylemler yaptı. Sessiz, ama son derece güçlü bir itirazdı bu. Kadınlar, başörtüsü gibi sadece sembolik değil, hayatlarına doğrudan müdahale eden bir zorunluluğa karşı bedenleriyle, varlıklarıyla direnmeye başladılar.
2018’de bu itirazlar işçi sınıfının eylemleriyle birleşti. Ahvaz’daki Şeker Kamışı İşçileri (Haft-Tapeh), aylar süren grevleriyle rejimin iktisadi politikalarını doğrudan hedef aldı. Kamyon şoförlerinin kontak kapatma eylemleri, ülke genelinde taşımacılığı felç etti. Emekliler, öğretmenler, emekçiler sokaklara çıkarak hem düşük ücretleri hem de özgürlük yoksunluğunu protesto ettiler. Her biri sistemle çarpışmanın yeni bir biçimiydi.
Kasım 2019’da benzine yapılan zam, uzun süredir biriken toplumsal öfkeyi patlattı. Ülke çapında başlayan eylemler kanla bastırıldı. Resmî olmayan kaynaklara göre sadece birkaç gün içinde 1.500’den fazla kişi öldürüldü. Rejim interneti kesti, telefon hatlarını kontrol altına aldı. Ama halk bir kez daha susmadı.
Ve 2022… İran’da belki de son yılların en güçlü ve birleşik halk hareketi patlak verdi. Mahsa (Jina) Amini’nin başörtüsü kurallarına uymadığı gerekçesiyle ahlak polisince gözaltına alınması ve işkenceyle öldürülmesi, sadece kadınları değil, bütün bir İran halkını ayağa kaldırdı. Kürt kadının isyan çığlığı Jin Jiyan Azadî sloganıyla bütün İran’da yankılandı. Kürt bölgelerinde başlayan gösteriler, hızla ülkenin dört bir yanına yayıldı.
Üniversitelerde dersler boykot edildi, genç kadınlar başörtülerini yaktı, sokaklar doldu taştı. Kadınlar sadece bir yasakla değil, tüm rejimle hesaplaşmaya başladı. Kadınlar artık sadece rejime değil, toplumsal cinsiyet rejimine de meydan okuyordu. Ve bu eylemler, rejimin tüm baskılarına rağmen sürdü.
İşçiler de geri çekilmedi. Öğretmen sendikaları defalarca ülke çapında greve gitti. 2021 ve 2022 boyunca emekliler, sağlık çalışanları, belediye işçileri maaşları ödenmediği için, enflasyonun altında ezildikleri için, güvence talepleri için defalarca eylemler yaptı. Kadın hareketiyle işçi hareketi zaman zaman iç içe geçti. Talepler ortaklaştı. Ekonomik kriz ile siyasi baskının birbirinden ayrı olmadığı daha görünür hâle geldi.
Savaşın Gölgesinde Direnişin Israrı
Ve şimdi, savaş zamanı. İsrail ile gerilim arttıkça, İran rejimi içeride baskıyı daha da yoğunlaştırdı. Ama bu baskı karşısında halk susmadı. Tersine, daha yaratıcı, daha dikkatli, ama bir o kadar da kararlı bir direniş biçimi ortaya çıkıyor.
Örneğin kadınlar her gece evlerinin pencerelerinden slogan atıyor. “Diktatöre ölüm!” sesleri geceleri balkonlardan yükseliyor. Kentlerin duvarlarında rejime karşı mücadele sloganları yazılıyor. İşçilerin çalıştığı bir çok yerde gizli bildiriler dağıtılıyor, savaşa karşı afişler asılıyor. Tahran’dan Sine’ye, Meşhed’den Mahabad’a kadar, savaşın gölgesinde bile bu halkın sesi bastırılamıyor.
Sosyalist partilerin yanı sıra sendikalar da savaşa açıkça karşı olduklarını ilan ettiler. İran Otobüs İşçileri Sendikası, Öğretmen Sendikaları Koordinasyonu, bu savaşın “halkın savaşı” olmadığını vurgulayan bildiriler yayınladı. “Taraf değiliz,” dediler. “Bu savaşın yükü de faturası da bize ait olamaz,” dediler. Ve mücadelelerini sürdürüyorlar
Buna rağmen rejim demokratikleşme yönünde en küçük bir adım bile atmıyor. Baskı politikaları süreklilik kazanmış durumda.
Öyle ki PJAK çağrılarını dijital medyada paylaştığı için genç Kürt kadınlar sorguya alınıyor. Zindanlarda baskı katmerleşiyor. Jin Jiyan Azadî hareketine katılan kadınlara, gençlere hapis cezaları veriliyor, idam cezaları oynanıyor. İran ordusu İsrail ile savaşmak yerine Doğu Kürdistan’a askeri sevkiyat yapıyor…
Dipten Gelen Dalga ya da İran’da Üçüncü Yol
Tüm bu tabloya rağmen hâlâ “İran’da üçüncü bir güç yok” diyenler, aslında bir gerçeği inkâr ediyor: İran’da üçüncü cephe vardır. Belki Kürtler dışındaki toplumsal kesimlerin hazırlığı ve örgütlülüğü yeteri kadar güçlü değildir ama bu bir bir dip akıntısıdır.
Henüz yüzeye çıkmamış olabilir. Ama zamanla, o dipteki öfke, umut ve inat, büyük bir dalgaya dönüşecek. Ve bu dalga, yalnız İran’ı değil, tüm bölgeyi etkileyecek. Çünkü bir halk ayağa kalkarsa, onu hiçbir savaş, hiçbir molla, hiçbir devlet geri döndüremez.