Panzerin arkasında tanıdığınız hiç kimse sürüklendi mi? Devlet kurşunu ile yaşamı ellerinden alınan bebeklerinizin bedenleri sıcaklarda/çatışma ortamında çürümesin diye buzdolaplarına kaldırıldı mı? Sokak hayvanları tarafından parçalanmasın diye başınızı uzatamadığınız pencerinizden kaç gün ölen annenizin nöbetini tuttunuz?
Ercan Jan AKTAŞ
Bu makale, Cumhuriyet Gazetesi’nin; “Sol partiler, siyasetteki ‘açılım ve teklifleri’ gazetemize değerlendirdi: Emperyalist proje” başlıklı haber röportajının bize neler söylemek istediği üzerine kısa bir tartışma yürütmek için kaleme alınıyor.
Cumhuriyet Gazetesi’nin haberine göre, Türkiye’deki çeşitli sol parti temsilcileri, AKP iktidarının Kürt meselesi bağlamında gündeme getirdiği “açılım” ya da “çözüm” girişimlerini, emperyalist projelere ve yeni Osmanlıcı politikalara hizmet eden adımlar olarak değerlendirmektedir.
Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Türkiye Komünist Hareketi (TKH) Merkez Komite Üyesi Kurtuluş Kılçer, Devrim Hareketi Sözcüsü Ercan Bölükbaşı, Halkın Kurtuluş Partisi (HKP) Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut, SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen ve Emek Partisi (EMEP) Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili İskender Bayhan’ı kendi beyanları üzerinden sosyalist bireyler olarak görelim.
Ekim 2024 tarihinde başlayan, devletin ısrarla ‘Terörsüz Türkiye’, Abdullah Öcalan’ın başmüzakereciliğinden Kürt Özgürlük Hareketi’nin ‘Barış ve Demokratik Toplum Süreci‘ olarak adlandırdığı, buna uygun söz ve pratikleri kurduğu, isminde bile ortaklaşılmayan sürece dair bu aktörlerin açıklamalarının ortak ifadeleri; “Emperyalist proje”, “ABD güdümlü siyasal İslamcı dönüşüm”, “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)”, “Amerikan partileri”, “ABD’nin emri üzerine”, “Ortadoğu’ya emperyalist müdahale” şeklinde özetlenebilir.
Alt alta sıralanan ortak ifadelerin toplamı; “Bu sol partiler nerede yaşıyor?” olabilir. 50 yılı aşan bir çatışmalı süreçten konuşuyoruz. Yaşamını yitiren onbinlerce insan, tahrip edilen, yakılan, yıkılan şehirler, faili devlet binlerce ‘meçhul ölüm’ler, çatışma/şiddet üzerinden üretilen ırkçı/militer, milliyetçi hezeyanlar ile zehirlenmiş bir toplum.
Yukarıda kendilerini sol/sosyalist olarak iafe eden bu aktörler bu hayatların neresinde yer aldılar şimdiye? “Sömürücüler, zalimler, emperyalistler, tarikat şeyhleri dışarıda kalsın, emekçiler, yurtseverler birleşsin,”miş.
Şimdiye kadar bu coğrafyada sokakta sadece Kürtçe konuştuğu için yaşamları çalınan insanların varlığından haberiniz var mı sizin? Ya da şöyle diyeyim, Diyarbakır, Van, Hakkari, Şırnak, Batman’da nerede ise her ailenin salonlarının duvarında asılı duran hayatları çalınmış gençlerinin gözleri ile gözgöze geldiniz mi siz hiç?
Hiç politik analizlere girmeyeceğim; Size bir çift lafım var: Sizin anadiliniz mi yasaktı, bütün bir hayatınızı birlikte yaşamak isteyeceğiniz dünyalar güzeli arkadaşlarınızı bu savaşta mı kaybettiniz, yanınızda alınan yoldaşlarınız gözaltında mı kaybedildi, cezaevinde yıllarca hayattan mı koparıldınız, halkının en güzel evlatları asit kuyusuna mı atıldı?
Panzerin arkasında tanıdığınız hiç kimse sürüklendi mi? Devlet kurşunu ile yaşamı ellerinden alınan bebeklerinizin bedenleri sıcaklarda/çatışma ortamında çürümesin diye buzdolaplarına kaldırıldı mı? Sokak hayvanları tarafından parçalanmasın diye başınızı uzatamadığınız pencerinizden kaç gün ölen annenizin nöbetini tuttunuz?
Gazeteniz mi bombalandı, kaç partiniz kapatıldı, kapısına kilit mi vuruldu?
Bütün bunları yaşayanlar; “Biz yaşadıklarımızı/acılarımızı da taşımasını biliriz, gelin birlikte bu çatışma ortamından çıkalım” diyorlar.
Siz ne diyorsunuz?
“Oyuna gelmeyin bu bir emparyalist projedir!”
Yine sormak istiyorum, hani diyorsunuz ya; “Etnik ya da inanç temelli formüller ancak dağıtıcı bir etkide bulunabilir” diye, etnik olarak ifade ettiğiniz o halkın sokaklarında o halk ile en son ne zaman yürüdünüz bütün o baskılara karşı?
“Karşı-devrim sürecinin ortakları olan AKP ve MHP’nin yer aldığı hiçbir masadan bugüne kadar halk lehine bir şey çıkmadı, bundan sonra da çıkmaz,” diyorsunuz. Bir an evet diyelim, hatta şunu da ifade edelim, Erdoğan’ın hiç bir zaman demokrasi ve özgürlükler diye bir derdi olmadı, olmayacak da!
Ama sizin hangi sözünüz ve eyleminiz oldu Kürt çocukları öldürülürken?
80’ler öncesinin Türkiye’ye devrim vaadi olan gelenekten gelerek; “Kürt sorununun demokratik çözümüyle ilgisi olmayan; herkesin kendi adına ‘3 koyup 5 alma’ planları yaptığı, başta ABD olmak üzere Ortadoğu’ya yönelik çeşitli güçlerin müdahil olduğu bir süreç yaşanıyor…” diyorunuz ya.
Farzedelim bu dediklerinizin tamamı doğru olsun, faşist dediğiniz bu sistemi dönüştürmek için Ordadoğu gibi bir coğrafyada 50 yıl mücadele ederek ayakta kalan bir hareketin söylediklerini sanırım hiç okumuyorsunuz. Buna devam mı edeceksiniz?
DEM Parti ile seçim ittifağı yapan, HDP ile birlikte mücadelenin de bir parçası olan sevgili yoldaşım; “DEM’i Cumhur İttifakı’nın yanında konumlandırma söylemi üzerinden muhalefet içinde tartışma yaratmayı, çelişkileri derinleştirmeyi ve böylelikle demokratik muhalefeti bölmeyi amaçlıyor…” dediğin Erdoğan’ın karekterini bizler yeniden mi anlatacağız!
Çocukları dağda gerilla, şehirde öğrenci, esnaf, gazeteci, siyasetçi olarak yaşamlarını yitiren Barış Anneleri, yaşadıkları onca kayıp ve acıya rağmen; “Artık barış olsun, yeter ölmek, nereye kadar, savaş bitsin artık!” sözlerine kulak verir misiniz bilmem, ancak sizlere tavsiyem fazla değil, bir hafta gidin Şırnak, Cizre, Silopi, Nusaybin, Dargeçit, Varto sokaklarında yaşayanların hayatlarına bir dokunun, bir çaylarını için, kapılarını çalın sofralarına oturun. Bunu yapmadan da büyük cümleler kurmayın!
Barış, çatışanlar/savaşanlar arasında yapılır.
Unutmayalım ki, 1990’lardan bugüne başarısızlıkla sonuçlanan her ateşkes, diyalog ve müzakere önceki dönemden çok daha şiddetli bir çatışma sarmalı yarattı.
Bu defa bunun çok çok daha şiddetli olacağı aşikar.
Söz kurarken, yargı dağıtırken veya çizgi çekerken bu gerçeği asla unutmamak gerekiyor. Ve mutlaka bu sürecin onurlu ve adil bir barış sürecine evrilerek, bu ülkede her birimizin kendi dili, inancı, politik aidiyeti ve cinsel kimliği ve yönelimi ile –birlikte, farklı kalarak, aynılaşmadan– özgürce yaşacağı bir ülke için önce sorumluluk almalı, emek sarf etmeli ve ondan sonra konuşmalıyız derim.
En azında solculuktan, sosyalist olmaktan benim şimdiye kadar anladığım buydu.