Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Hizbullah’ın silahsızlandırılması planı devreye girdi

Hizbullah’ın silahsızlandırılması planı devreye girdi
Faik BULUT

İran Yüksek Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Ali Laricani 13 Ağustos’ta Beyrut’u ziyaret etti. Başkentteki İran büyükelçiliği ziyaretin sonuçlarına ilişkin şu açıklamayı yaptı:

Yüce Allah’ın lütfuyla sayın Ali Laricani’nin sevgili Lübnan’a yaptığı ziyaret, her açıdan başarılı geçti. Bu ziyaret sırasında kendisi Şii, Sünni, Hıristiyan, Dürzi ve Alevi gibi farklı mezheplerden cumhurbaşkanları, liderler ve şahsiyetlerle iyi, dostane ve samimi bir dizi toplantı gerçekleştirdi. Bu görüşmeler, İran’ın açık ve net tutumları hakkında var olan tüm belirsizlikleri ve endişeleri gidermeye yardımcı oldu.

Nebih Berri (Şii EMEL örgütü kurucu lideri ve Lübnan Parlamentosu Başkanı-FB) ile yapılan görüşme, her zamanki gibi özel ve verimliydi. Aynı şekilde, Hizbullah Genel Sekreteri Sayın Şeyh Naim Kasım ile görüşmesi, İran’ın Lübnan’a ve İsrail düşmanına karşı direnişine sürekli desteğini güçlendirdi.”

İşin aslına bakılırsa yukarıdaki açıklama tek taraflıydı, zira ziyaretin gerilimli geçtiği medyaya ve kamuoyuna yansımıştı.

Nitekim farklı haber ve yorumlarda şu tür başlıkları okuyabiliyoruz:

*Ziyaret, Lübnan hükümetinin, ABD tarafından önerilen Hizbullah’ın tamamen silahsızlandırılması planının ana hedeflerini onaylamasının ardından Beyrut-Tahran hattında gerilimin tırmandığı bir döneme denk geldi. İran’ın bölgedeki baş müttefiki Hizbullah, bu plana karşı çıkarak silahlarını bırakmayacağını zaten açıklamıştı.

*Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn, Laricani ile saraydaki görüşmesinde, “Lübnan’ın ulusal egemenliği ve İran ile dostane ilişkilerini korumayı istiyoruz. Fakat hiçbir tarafın iç işlerimize müdahalesini kabul etmiyoruz!” dedi.

*Buna karşılık Laricani; “İran, Lübnan’ın iç işlerine karışmıyor” şeklinde bir açıklama yaptı; daha sonra buluştuğu Nebih Berri’nin yanında ise “Herhangi siyasi bir gündemle Lübnan’a gelmediğini” söyledi.

*Suudi Arabistan destekli Sünni kesimi temsil eden Başbakan Nevvaf Selam, Laricani ile buluşmasında açık ve sert ifadeler kullandı, “Bazı İranlı yetkililerin Lübnan hükümetine yönelik açıklamaları şekil ve içerik olarak kabul edilemez; Lübnan halkı, kendi kararlarını almaktadır ve kimsenin vesayetini kabul etmez!” dedi.

*2025 Ocak ayında Batı destekli Joseph Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından devreye giren ABD, Hizbullah’ın silahsızlandırılması için baskı yapmaya başladı. İki hafta önce Lübnan hükümeti, ABD’nin yol haritasının ana hedeflerini kabul etti ve yılsonuna kadar devlet kontrolü dışındaki tüm silahların toplanması için orduya görev verdi. Hizbullah ise kararı “büyük bir günah” olarak nitelendirip destekçileriyle Beyrut’un güneyinde güç gösterisi yaptı.

*İran lideri Ali Hamaney’in danışmanı Ali Ekber Velayeti, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını “asla gerçekleşmeyecek bir hayal” mealinde açıkladı. Lübnan Dışişleri Bakanlığından tepki gecikmedi;  “Açık ve kabul edilemez müdahale!”

*Mehr haber ajansına konuşan üst düzey bir İranlı yetkili, “Tahran’ın emaneti himaye edebilmesi için bölge ölçeğinde farklı bir anlayışın inşasına ihtiyaç var!” dedi. (Bunun iki türlü yorumu olabilir: Ya İran yönetimi, ABD ile görüşmenin zeminini hazırlıyor ya da Lübnan ile Irak’taki kozlarını kullanarak muhtemel müzakerelerde el yükseltmek istiyor.)

*Lübnanlı siyaset bilimci ve yorumcu Toni Fransis, bu ziyareti Batılı ülkelere müzahir bir anlayışla yorumluyor:

“Laricani eli boş geldi yani somut bir plan ve programı yoktu. Muhtemelen Lübnan hükümetinin Hizbullah’ın silahsızlandırılması hususunda aldığı kararları bozup ortamı bulandıracak! Buna karşılık ABD’nin bölgedeki özel temsilcisi Tom Barrack, iyi çalışılmış ve uygulanabilir bir planla Beyrut’u ziyaret etti: Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına onay vermek! Buna karşılık İsrail’in saldırılarının durdurulmasını sağlamak! Aksi takdirde, İsrail’in sürdürdüğü savaşa karşılık vermek çatışmaya dönüşür ki Hizbullah’ın devreye girmesiyle de daha fazla yıkım ve ölüm gelir.”

Hizbullah Olayı

Meselenin arka planını anlayabilmek için biraz geriye gidelim:

Daha düne kadar Lübnan’daki koalisyon hükümetinin ana ortağı sayılan Hizbullah’a öteden beri muhalefet eden çevreler, “Örgütün kendini hükümete dayattığını ve emrivaki yoluyla iktidarı eline geçirdiğini” ileri sürmekteler.

Bu iddia, ABD’deki yetkililerin gündeminden hiç düşmez. Çünkü EMEL ve Hizbullah isimli iki Şii hareketin ittifak halinde koalisyon hükümetinde bulunması, (devrilmeden önceki) Suriye yönetimince desteklenmesi ve İran’ın mali, askeri ve siyasi yardımları sayesinde gerçekleşmiştir.

Muhalif (Hıristiyan ve Sünni egemen sınıflar ile milisleri) güçler ise başta ABD, Fransa ve Suudi Arabistan olmak üzere bölgedeki Arap ülkelerine (Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Kuveyt, Katar, Libya, Fas vs) sırtlarını dayamaktalar. Aynı zamanda da İsrail ile uzlaşıp barışmaya eğilimliler.

Dolayısıyla İsrail’in 2024’te Hizbullah örgütünü askeri bakımdan çökertmesinden sonra, muhalifler ile onlara destek veren Batılılar ve Arap ülkeleri, Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve siyaset sahnesinin ana oyuncusu olmaktan çıkarılması hususuna yoğunlaşmış vaziyetteler.

Peki, Lübnan’da Hizbullah hadisesi nasıl başladı?

1975 yılında başlayan Lübnan iç savaşı, 1990’da Suudi Arabistan’ın Taif şehrinde toplanan hasımların barışmasıyla sonuçlandı.

ABD ile destekçilerine göre; Taif Anlaşması uyarınca çatışmalar kesilmiş olduğundan, savaşı önleme gerekçesiyle orada bulunan Suriye askeri güçlerine ihtiyaç kalmamıştı. Dolayısıyla Suriye, müdahale ettiği ülkeden askerlerini çekmeliydi. Savaşın sonlandırılmasının bir diğer şartı da; çatışan her kesimden milislerin silahlarının devlet tarafından alınıp orduya teslim edilmesiydi.

Taif Anlaşmasının boşluklarını yakalayıp menfaati için kullanmasını bilen Suriye, Lübnan’daki birliklerinin yayılma alanlarını genişletip yeniden konuşlandırdı. Söz gelimi güvenlik müfrezelerini ülke çapında devriye gezdirdi. Anlaşmanın sonucu ve gereğiymiş gibi yapılan bu görev, ABD ve Arap ülkeleri tarafından genel kabul gördü. Devriye gezen birimler arasına Hizbullah milisleri de alındı.

Bu durum 2005 yılına kadar sürdü. George W. Bush, Lübnan’da Suriye-İran destekli oluşum, milis, birim ve örgütlerin güçlendiğini görünce Fransa ile birlikte Suriye karşıtı Lübnan muhalefetine (Sünni, Hıristiyan ve Dürzi) destek vermeye başladı.

O sıralarda BM tarafından alınan 1559 sayılı karara dayanılarak Suriye birliklerinin ülkeden tamamen çekilmesi istendi. ABD yönetimine geçen Barrack Obama ve Beyaz Saray yönetimi de Taif Anlaşmasının gereklerini benimsedi. Neticede Hizbullah giderek güçlendi, İsrail sınırındaki Güney Lübnan topraklarını askeri denetimine aldı.

Suriye askerinin çekilmesi için kitlesel ve siyasal protestoları tırmandıran muhalif güçler ayaklandığında, İran ve Suriye destekli Hizbullah bu kalkışmayı askeri yöntemle bastırdı. Böylece Lübnan muhalefeti tekrar suskunluğa büründü.

Obama döneminde gerçekleşen İran-Amerika görüşmeleri sırasında Lübnan’da Suriye ve Hizbullah aleyhinde herhangi bir hareketlenme yaşanmadı. İran’ı kızdırmak istemeyen Obama yönetiminin bu pasif siyaseti sonucu Hizbullah koalisyon ortağı olarak devletin farklı dairelerindeki denetimini sağlamlaştırdı.

Hür Vatan Partisi kurucu lideri emekli General Mişel Awn ve Zağarta/Zahle bölgesindeki aristokrat Hıristiyan kesimin temsilcisi aristokrat Franciye ailesiyle ittifak yapan Hizbullah, 2006 yılında Awn’ın cumhurbaşkanı olmasını sağladı. Aynı yıl Hizbullah, ülkesine güneyden saldıran İsrail birimlerine kan kusturup geriletti. İsrail, daha önce işgal ettiği topraklardan da çekilmek zorunda kaldı.

Böylece Lübnan kamuoyu, Hizbullah milislerinin silahlanmasına, kendine özgü altyapı (Telekom merkezi gibi) kurmasına sıcak baktı. Zira Lübnan ordusu öteden beri İsrail askerleriyle karşı karşıya gelmek istemedi, zorunlu olmadıkça çatışmalara bile girmedi.

Amerika’nın Lübnan ve Hizbullah planı

8 Ağustos 2025 tarihli El Mecelle dergisi, ABD yönetiminin Lübnan’daki Hizbullah örgütünü silahsızlandırılmasına ilişkin planının ayrıntılarını yayınladı. Buna göre:

“Sadece devlet, silah tekelini eline alıp kullanmaya, ülke toprakları üzerinde egemenliğini kurmaya, saldırıları durdurmanın garantörü olmaya ve resmi sıfatı bulunmayan kesimlerin taşıdığı silahları almaya yetkilidir.

Bu kapsamda Hizbullah’ın silahsızlandırılması, İsrail’in (Lübnan’da işgal ettiği-FB) beş noktadan çekilmesi, karşı taraf (İsrail) ile yapılan dolaylı görüşmeler kanalıyla iki ülke arasındaki sınır sorunları ve yörede oturan mağdur ailelerin maruz kaldıkları problemlerin diplomasi yoluyla çözülmesi gereklidir.

Aynı şekilde sınır boylarında ikamet eden ancak savaş/çatışmalar nedeniyle yurtlarını terk eden sivillerin yerlerine dönmelerini sağlamak suretiyle sınır hattının belirlenmesine ek olarak Lübnan ekonomisinin desteklenmesi için bir iktisat kongresi ve viraneye dönmüş bölgelerin yeniden imar-inşası elzemdir.”

Lübnan hükümeti, planın “Hedefler” bölümündeki bazı kısımları onayladı. Ancak onay kararı parlamentodaki tartışmalarda plana şiddetle itiraz eden Şii milletvekillerinin (EMEL ile Hizbullah temsilcileri) gıyabında alınmış oldu.

Diplomatlara bakılırsa, ilgili “Amerikan Planı’nın bazı nüshaları” Lübnan sosyal medya kanallarında zaten yayınlanmıştı. Öneriler arasında İsrail ile Lübnan arasındaki saldırıların kesinlikle durdurulması cümlesi yer alıyordu ki, bu da BM tarafından alınan 2024 tarih ve 1071 sayılı kararın fiilen uygulanması anlamına gelmekteydi.

Planın 11 maddeden oluşan “Hedefler” bölümü yukarıda bahsedilen onaylı kararın ayrıntılarını veriyor.  Bunu yine 11 maddelik “Uygulama Planı” izliyor ki; ilk aşamasının 15 gün içinde hayata geçirilmesi şart koşuluyor.

Sekiz maddede sunulan ikinci aşamadaki önerilerin/şartların yerine getirilmesi içinse 45 gün verilmiş. Üçüncü aşamada sıralanan 5 maddenin uygulaması için verilen süre 30 günü buluyor.

Dördüncü aşama için verilen (90-120 gün arası) zaman yine 30 gün olup, sekiz maddeyi içeriyor. Çoğu da güvence, güvenlik, mağdurların iskânı gibi konularla ilgilidir.

İran ve Hizbullah’ın hayal kırıklığı

İranlı diplomat ve müzakereci Ali Laricani, Ağustos ayında Irak ile Lübnan’ı ziyaret ederek müttefikleri olan Haşdi Şabi ile Iraklı Şii partilerinden kendine yakın olanlara ilaveten hükümet yetkilileriyle de görüştü. Bu arada Irak ile İran arasında bir sınır anlaşması imzalandı.

Ardından Lübnan’a giden Ali Laricani yukarıda bahsedilen görüşmeleri yaptı.

Her iki ziyaretin amacı da ABD’nin bölgedeki İran nüfuzunu kırmaya yönelik hamlelerini boşa çıkarmaktı. Ancak müttefiklerinin harekete geçmeleri için teşvikte bulunma noktasında başarılı olan Laricani, ABD yeni girişimlerini önleme hususunda istediğini elde edemedi. Sonuçta bir hayal kırıklığı yaşandı.

Umduğunu bulamama girişimi ise yeni değildi. Yaklaşık iki yıl önce Trump’ın başkanlık seçimini kazandığı duyurulunca İran, Lübnan ve İsrail konusunda onunla anlaşma yolları aradı. Sonbahar 2024’te İran’ın BM’deki temsilcisi Amir Said İravani ile Trump’ın danışmanı Elon Musk uzun bir görüşme gerçekleşti.

Ardından İran yönetiminin açıklaması geldi: “Lübnan’daki (İsrail-Hizbullah) savaşı sona erecek; BM Barış Gücü UNIFIL sınır boyundaki görevine devam edecek; BM tarafından Lübnan’daki sınır anlaşmazlığı hususunda alınan 1701 nolu kararda öngörülenler yerine getirilecek!”

Bağlantılı olarak Gazze’de ateşkes yapılacak ve Aden Körfezi ile Kızıldeniz’deki gemilerin seyri seferi normale dönecekti. Böylelikle savaş bulutları bölgenin semalarından çekilecek ve Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki nefret söylemi duracaktı.

Bu beklenti doğrultusunda İran, 27 Kasım 2024 tarihli anlaşmaya onaya vermek suretiyle Trump yönetimiyle yakınlaşmak ve İsrail askeri baskısından kurtulmak istiyordu. Ani gelişen trajik sürpriz ise bütün hesapları bozdu. Beşar Esad ülkesinden Moskova’ya giderken rejim çöktü ve yerini cihatçılar aldı.

Anlamı şuydu: İran ile Lübnan (bilhassa Hizbullah) arasındaki lojistik-askeri köprü çökünce, Tahran hem bölgedeki stratejik müttefiki Suriye gibi bir devleti kaybetti hem de İran-Lübnan-Filistin (Gazze) güzergâhındaki direniş hattı yıkılmış oldu.

Bölgedeki altüst oluşlara paralel olarak denge ve denklemler değişince, yabancı ülkelerin rol oynadığı jeopolitik oyunların acı sonucu da ortaya çıktı.

İsrail’in Hamas ile Hizbullah’ı silah yoluyla neredeyse etkisiz hale getirmesi, bu arada lideri dâhil 250 kadar Hizbullah komutanını fiziki olarak tasfiye etmesi Lübnan kamuoyunda büyük şaşkınlık yaratmıştı. Sonuçta Hizbullah muhalifleri harekete geçerek örgütün silahsızlandırması konusunda ısrar etmeye başladılar.

Öteden beri Hizbullah’ı oyun dışına atıp askeri ve siyasi bakımdan geri plana itmek, mümkünse her bakımdan kozlarını elinden alarak silahsızlandırmak için uğraşıp duran İsrail-ABD-Suudi Arabistan üçlüsü de fırsatı iyi değerlendirerek Lübnanlı siyasi odakları harekete geçirdi.

Öte yandan Hizbullah’ın eski Hıristiyan müttefiklerinden olan Hür Vatan Partisi (Eski general ve cumhurbaşkanı Mişel Awn’ın kurucusu olduğu parti) ile Zağarta-Zahle bölgesinde Marada (Baş eğmeyenler) Hareketi lideri Süleyman Franciye ve benzeri oluşumlar, değişen ortama ayak uydurarak Hizbullah ile ilişkilerini askıya aldılar.

İsrail’in askeri olarak büyük darbe indirdiği Hizbullah’ın sadece silahına güvenerek Lübnan’ı saldırılardan koruyamayacağını; orduya paralel bir silahlı birim oluşturmanın ise şu anda faydasız olduğunu düşündüler. Bu yüzden de Hizbullah’ın silahsızlandırmasına sıcak bakmaya başladılar.

Bu sırada parlamentodaki Şii blok içinden de çatlak sesler duyulmaya başladı; silahsızlandırma planını onaylamaktan başka çare olmadığını söyleyen birkaç milletvekili de ortaya çıktı. ABD planı tam da bu aşamada devreye girdi.

Laricani ile görüşmesinden cesaret alan Hizbullah Genel Sekreteri, “Silahlarını teslim etmeyeceklerini” açıklasa da, sahadaki gerçeklik onun lehine görünmüyor. Bu durumda iki ihtimalden biri gerçekleşecek. Hizbullah ya direnecek ve dolayısıyla başta ordu olmak üzere silahlı muhalifleriyle arasında çatışma çıkacak ya da Lübnan Amerikan planını bütün detaylarıyla tasdik edip uygulayacak.

Uygulama sonrasında Lübnan’da Batı destekli reformların yapılması hususu da var. Ancak ülkedeki mevcut siyasi kota sistemi, zaten Batılı güçler (ABD-Fransa) tarafından 1950’lerde ikame edilmişti. Yenisinin ne olacağı ise merak konusu!

Kanımca vadedilen reformlar mali ve ekonomik ağırlıklı olacak. IMF ve Dünya Bankasının şartlı yardımları krizden çıkma sürecinde aşırı özelleştirme ve piyasa sisteminin devreye girmesine yol açacak. Bu arada yapılacak seçimlerde ise iki müttefik Şii örgüt Hizbullah ile EMEL, parlamentodaki sandalye sayısını korumaya bakacaklar.

Bu da eski Lübnan’ın yerini yenisinin alması anlamına gelir ki, olağanüstü bir durum olmazsa, ABD-Fransa-Suudi Arabistan’ın şekil vereceği ve İsrail’in de onaylayacağı bambaşka bir Lübnan hükümeti/yönetimiyle karşı karşıya kalacağız.

Böyle bir Lübnan, silahlı muhalif milislerin (Hizbullah’a ek olarak Sünni İslamcı kesimdeki bazı silahlı oluşumların ve IŞİD çizgisindeki radikal cihatçıların vs) gelişmesini önlemeye çalışacak. Ayrıca İsrail ile barış imzalayıp Abraham Anlaşmaları sürecine katılacak olan bir Lübnan İran’a karşıtı bir tutum takınacak.

Benzer Haberler