BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Akın Olgun yazdı |

Demirtaş ve iki vakte kadar…

Akın Olgun yazdı |

Akın OLGUN

“BİZ” olmak üzerine çok kelime döküldü bu sayfalara. O her şeyin temelinde olan bir kavram çünkü ve bu nedenle dönüp, dolaşıp aynı yerde buluşuyor, birikiyoruz.

“Ben”i reddetmeyen, onu içinde çoğaltan ve herkesi kendi kimliği, kültürü, diliyle sahiplenen bir yaklaşımın da ifadesi aynı zamanda “BİZ”.

Bir şey kapsayıcı olduğunda, orada umut, heyecan ve yaşam başkalaşıyor malum. Kapsayabilmek ise özgüven istiyor, inanmayı ve inandığını hakikatli kılmayı gerektiriyor. Ölçü hakikat olduğunda, omurga da sağlam kalabiliyor.

Ama en önemli mesele zuhur edebilmekte ve bunun için de cüret etmek gerekiyor.

“Kim ne der?”, “ne söyler?” demeden, inandığını ileri taşımak ve toplumsallaştırmak bir delilik gibi görünebilir çoğunluğa ama zaten cesaret çoğunluğun değil, az olanın zorunda olduğu şeydir! Yoksa ona “cesaret” denmezdi.

Sürece de böyle bakabiliriz.

Öcalan’a da, Bahçeli’ye de bu temelde yaklaşıyor ve tam da bu yüzden haklarının teslim edilmesi gerektiğine inanıyorum. Övmek için değil, durum tespiti için bu şart…

Bir durumun adını koymadığınızda, sonrasında söyledikleriniz kocaman bir boşluğa dönüşüyor ki buna çok şahitlik etmişliğimiz var.

50 yıllık kanlı bir savaşı sonlandırma iradesinin hiç de kolay olmadığı çıplak bir gerçeklik.

Bunu yapabilmek, ezberlerinizi, ön yargılarınızı aşarak, “asla yapmam” dediğiniz şeylerin önündeki bahaneleri kaldıracak cesareti göstermenizle mümkün ki bugün söylemde ve pratikte karşımıza çıkan ve “yok artık daha neler” diyerek şaşkınlığımıza yapışan duygunun da  sebebidir bu aynı zamanda.

Evet; “Hakikat, şu acı hakikat!”

Yazının “iki vakte kadar” kısmına geçebiliriz buradan…

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Huzur romanında “Mesuliyetini taşıyacağın fikrin adamı ol, onu kendi uzviyetinde bir ağaç gibi yetiştir” cümlesinde durup, eşleştirmeye çalışıyorum hayatla ve yaşadıklarımızla.

O kadar çok terk edilmiş bir hal ki “mesuliyetin taşıyacağı fikrin adamı ol”mak, insan onu taşıyabileni ete kemiğe büründürerek, bizden uzak olmadığını gösterme ihtiyacı duyuyor. Aradığımı Demirtaş’ta bulmam şaşırtmayacaktır elbette kimseyi.  Bu yazı kaleme alınırken, bulunduğu hücresinde dokuzuncu yılına girdi o. Yarın, öbür gün diye diye kulak kabarttığımız o anın içindeyiz şimdi.

İçimizin bunca kabarmasının en büyük sebebi ise, o cümlenin yaşayan kahramanlarından biri olarak Demirtaş’ın bize tebessümle bakıyor olması. Romandaki cümlenin nasibini bulmasındaki “Huzur” gerçekten çok anlamlı.

“…kendi uzviyetinde bir ağaç gibi yetiştir” sözünü, şairin “bir ağaç gibi tek ve hür…” seslenişiyle de birleştirebiliriz elbette.  “BİZ”in anlamından bağımsız değil vesselam…

İki vakte kadar umut ettiğimiz şey, işte bu duygudan kesinlikle ayrı değil…

Kimilerinin içini kışa, kimilerinin içini bahara dönüştüren bir gerçeklik bu.

Biz o baharın içinde olanlarız…

Barışa dair ise temkinli bir aşamanın içindeyiz şüphesiz. Temkinli olmayı duygusuz, tepkisiz kalmak anlamında kullanmıyorum elbette. Olan bitene mesafeyi doğru bir yerden kurmanın akli, siyasi ve vicdani anlamda, en doğru kararı verebilmenin yolu olarak gördüğümden buraya not olarak düşüyorum.

Tekil yaşananlara bakarak tüm bir süreci negatif veya pozitif temelde ele alan tavırların, ne kadar sürüklenmeye müsait olduğunun altını çizmeye çalışıyorum aynı zamanda elbette.

Sürecin en başından beri, bilinçli-bilinçsiz ortaya atılan söylemlerin, popülist ifadelerin ve “ben” merkezli kabarmaların, ahmaklığa bu kadar gönüllü olması ve bunun barış karşıtlığında somutlanması nasıl ki şaşırtıcı gelmiyorsa, İmamoğlu’dan ricat edenlerin bir anda onu nasıl ıssızlaştırdıkları, usulen anmayı bile nasıl dolambaçlı yaptıkları da şaşırtıcı gelmiyor. İkisi arasında bir bağ var çünkü…

“Mesuliyetini taşıyacağın fikrin adamı ol, onu kendi uzviyetinde bir ağaç gibi yetiştir” cümlesi esasen bu yanıyla da çok güçlü ve çarpıcı aynı zamanda…

Benzer Haberler