İlhan DÖĞÜŞ
Son yazımda kamu bütçesine dair neoliberal yalanları irdelemiştim. Bu yazımda da bütçe açığının ne işe yaradığını, neoliberal iktisatçıların karşı çıktıkları bütçe açığı sayesinde sosyal refahın, iktisadi istikrarın nasıl destekleneceğini gündemdeki barış ve bütçe görüşmeleri vesilesiyle tartışmak niyetindeyim.
Ama öncesinde kamu harcamalarının Merkez Bankası’nın yoktan yarattığı parayla ödendiğini gizleyip vergiyle ödendiği yalanını söylemenin politik etkilerini vurgulamak istiyorum. Ali Alper Alemdar’ın ve Modern Para Teorisi (MMT) savunucularının vurguladıkları üzere, ırkçı ahlaksızların ağızlarından düşürmedikleri “Benim vergilerimle Suriyeliler’e yardım veriliyor” cümlesinde olduğu üzere ırkçılığı besler. Vergilerinin %40’ını ödemeyip “Benim vergilerimle” diye ahkam kesen hakim ulusun ırkçılığı sayesinde ucuza ve kayıt-dışı çalıştırarak sömürdüğü göçmenlere ve azınlıklara yönelik kibrini besler. Dahası, daha çok vergi verdiklerini söyleyen zenginlerin kendilerine minnet duyulması beklentisini besler.
Bu politik sorunların yanısıra, kamu harcamalarının vergiyle finanse edildiği yalanına inandığınız sürece, refah ve emek-yanlısı bütçe ve ekonomi politikası talep edemezsiniz, uygulayamazsınız. Sol partiler ve siyasetçiler sıklıkla, “Zenginlerden alınacak daha çok vergi eğitime, sağlığa, istihdama dönük harcamalara aktarılsın” diyorlar. Peki ya seneye kriz nedeniyle yeterince vergi alamazsanız? O zaman daha çok borçlanmak durumundasınız. Daha çok borçlanırsanız ödemeleri yapacağınız vergi geliriniz yetmeyince batma riskiniz nüksedeceğinden faizler artar. Yani vergi ödendiğinde yükümlülük ortadan kalktığından hem yükümlülük hem varlık olan paranın yok olduğunu, vergiyle ve borçla kamu harcamasının finanse edilmediğini idrak etmedğiniz sürece neoliberallerin kemer sıkma politikalarını kabullenmek, onlara hak vermek zorundasınız. Buradan sol siyaset çıkmaz, diye özellikle DEM Partili ve EMEPli vekil arkadaşlara defalarca hatırlatmak gerekiyor.
Bu en keskin sosyalistlerin bile inandiklari kamu bütçesine dair neoliberal yalanlar, 1980 sonrasında devreye girdi. Bu yalanlara itiraz eden post-Keynesyen ve heterodoks iktisatçılar da akademiden 1980 sonrasında tasfiye edildiler. 1980 öncesinin ekonomi haberlerine ve akademik metinlere bakarsanız, bugünkü gibi bütçe açığının faizleri ve enflasyonu yükselteceği, artan kamu borcunun devleti iflasa sürükleyeceği, devlet tahvillerinin vadesi geldiğinde ödemek için vergilerin artırılmasıyla gelecek nesillerin sırtına yük olacağı gibi felaket senaryolarını göremezsiniz.
Kamu kurumlarının zararlarının abartılmasıyla oluşturulan felaket senaryoları üzerinden özelleştirilmeler meşrulaştırıldı. Oysa 1980 öncesindeki sosyal refah, kar amacı gütmeyen, gütmemesi gereken kamu iktisadi teşebbüslerinin zararları ile mümkündü.
Peki 1980 sonrasında ne oldu da kamu borcu artarken kurumlar vergisi tüm ülkelerde düşürüldüğü halde ve bugün ihraç edilen 30 yıllık devlet tahvilinin vadesi geldiğinde ödeme yapılacak olanın tahvili ebevynlerinden miras alacak olan bugünün çocukları olduğu için kamu borcu gelecek nesillere yük değil finansal varlık olduğu halde, hiçbir ülkede enflasyon ve faiz bütçe açığı yüzünden artmadığı halde bu yalanları bilimsel gerçekmiş gibi toplumlara dayattılar?
Önceki yazıda vurgulamıştım: Sunduğu ücretsiz eğitim, sağlık ve barınma ve sıfır işsizlik ile işçileri cezbeden sosyalist alternatif çöktükten ve emek hareketleri tasfiye edildikten sonra işçi sınıfına taviz verme gereği kalmadığı için yüksek ücretler ve düşük işsizlik ile desteklenen iç talep dış talep ile, bütçe açığı da ticaret fazlasıyla ikame edildi. 1980 sonrasında ihracat odaklı büyüme norm ve başarıymış gibi sunuldu. Parası uluslararası rezerv para olduğundan kur riskine maruz olmadığı için istediği kadar ithalat yapabilen ABD hariç tüm ülkeler dış ticaret fazlası vermek, ihracatını artırmak için ücretleri baskılama yarışına girdi. ‘Race to bottom’ (aşağı yarış) denen bu sürecin sonunda tüm ülkelerde iç talep baskılandı, refah bozuldu. Daha çok baskılayan Çin ve Almanya öne çıktı. Ne var ki, tüm ülkeler aynı anda dış ticaret fazlası veremez. Bir ülkenin dış ticaret fazlası diğerinin dış ticaret açığıdır. ABD dış ticaret açığı verebildiği için Çin dış ticaret fazlası verebildi. Avrupa’nın Çin’i olan Almanya’nın dış ticaret fazlası vermesi için Güney Avrupa’nın dış ticaret açığı vermesi gerekiyordu.
İç talebin dış talep ile, bütçe açığının dış ticaret fazlasıyla ikame edilmesini netleştirelim…
Bir firma ürettiği malı kendi işçisine satarak kar elde edemez. Kar edinmesi için ücret maliyetinin üzerinde fiyat koyması lazım. Bu durumda işçi o ürünü alamaz. Dolayısıyla kar, maaşını ödemediklerine ürününü satmasıyla gerçekleşir. O nedenle özel sektörün toplam karların kaynağı, maaşını özel sektörün ödemediği memurların tüketim harcaması ve/veya yurt dışındakilerin tüketim harcamasındır. Yani bütçe açığı ve/veya dış ticaret fazlasıdır.
Bir örnekle berraklaştıralım. Devletin ve dış ticaretin olmadığı bir ekonomide sadece 2 firma olsun. Ayakkabı işçisi 1 ayakkabı ürettiğinde 1 ayakkabı alacak gelir elde edemez çünkü ücreti ayakkabı fiyatının altında olmalı ki ayakkabı firması kar yapabilsin. 2 ayakkabı üretirse 6 TL ücret ile 1 ayakkabı alabilir ama 2 ayakkabı üretmesi için gömlek işçisi ve firma sahibinin buna yetecek parası olması lazım. Öte yandan ayakkabı işçisi gömlek fiyatına yetecek ücret alırsa 1 gömlek satılabilir ama gömlek firması o fiyatın altında işçisine ücret ödemeli fakat bu durumda ayakkabı firması hasılat edinemez. Gömlek firması sahibinin karı ayakkabı almaya yetmiyor, ayakkabı firması zaten zarar ediyor. Yani bütçe açığı veya ticaret fazlası olmadığında iki firma aynı anda kar yapamıyor.

Şimdi devreye devlet girsin ve 4 tane memur işe alsın ve her birine hem gömlek hem ayakkabı alabilecekleri bir maaş (7 TL) ödesin. Bu durumda, hem gömlek ve ayakkabı işçileri hem firma sahipleri, gömlek ve ayakkabı satın alabilecekleri gelir elde ettikleri gibi tasarruf da yapabiliyorlar ve toplam tasarruflar, memur maaşlarının toplam tüketim harcamalarına eşit. Yani özel sektör bütçe açığı sayesinde kar ve üretim yapabildi.

4 memurun yerine 4 tane yurtdışında yaşayan kişi de konabilir- ki 1980 sonrasında yapılmaya çalışılan buydu. Bu durumda da 28 TL bütçe açığının yerini 28 TL ihracat fazlası almış olacak- tabii diğer ülkeler de bütçe açığı ve kamu istihdamı ile ücretleri desteklemekten vazgeçmemişlerse. Zira bugünlerde Almanya ve Japonya ekonomilerinin içine girdikleri sıkıntılar, ihracat yaptıkları ülkelerde uygulanan kemer sıkma programlarından ötürü ihracat gelirlerinin düşmesinden kaynaklıdır.
Devlet 28 TL’den fazla, diyelim 35 TL vergi toplarsa, veya ülke 35 TL ithalat yaparsa bu durumda özel sektörün tasarruf dengesi, +28 TL tasarruf fazlasından, -7 TL tasarruf açığına dönüşür. Vergi piyasadaki parayı yok eder, ithalat ülke içindeki parayı ülke dışına taşır.
Sektörel denklik (sectoral balances) hesaplaması bunu berraklaştırmaya yardımcı olur:
Harcamalar olarak Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH), Tüketim Harcamaları (C), Kamu Harcamaları (G), Özel Yatırım Harcamaları (I) ve Net İhracattan (NX) oluşur.
Gelirler olarak GSMH da, Maaşlar (W), Karlar (P) ve Vergiler (T) olarak hesaplanır.
İki hesaplama da birbirine eşit olduğundan denklik olarak yazdığımızda:
C+G+I+NX=W+P+T
Özel sektöre ait büyüklükleri denkliğin sağ tarafına alarak denkliği yeniden yazarsak:
G-T+NX=W+P-C-I
Özel sektörün kar ve maaş gelirlerinden özel sektörün tüketim harcamalarını düştüğümüzde geriye tasarruflar kalır:
W+P-C= Tasarruflar (S)
Bu durumda aşağıdaki denkliği elde ederiz:
G-T+NX=S-I.
Dışa kapalı ve devletin denk bütçe verdiği bir ekonomide, yatırımlar kendisi kadar tasarruf yaratırlar: S=I.
Dışardan para gelmesini sağlayan cari fazla ve devletin vergi olarak topladığından daha çok para harcadığı bütçe açığı durumlarında, yatırımlardan daha büyük bir tasarruf miktarı yaratılır: S>I. Yani kamu harcamasının kendisi, Hazine’nin bankası olan Merkez Bankası’nın ödemesiyle yoktan para, yani mevduat, yaratır.
Devletin harcadığından daha çok vergi topladığı bütçe fazlası ve cari açık durumlarında yatırımla yaratılan tasarruflar emilir, tasarruf açığı oluşur: S<I, çünkü vergi ödemek, parayı yok eder, piyasadan emer- yok olan para da kamu harcamasını finanse etmez. Devlet, holdinglere vergi affı getirdiğinde ya da kurumlar vergisini düşürdüğünde, zenginlerin parasını yok etmeyeceğim demiş olur. (Peki vergi kamu harcamasının finansmanı için değilse, devlet neden vergi toplar? Öncelikle devlet olabilmek için, yani bir kağıt parçasını ‘para’ kılmak için. Bir para biriminin toplumsal kabul görüp para olabilmesi için onunla vergi ödenebilmesi gerekir. Verginin diğer sebepleri de; devletin sınıfsal tercihleri yönünde yeniden bölüşüm, fazla parayı emmek ve tütün, alkol, lüks tüketimi, çevre kirliliği gibi bazı davranışları yönlendirmektir. Milyarderlere yüksek vergi, harcamaları finanse etmek için değil milyarder oldukları için konulmalıdır.)
Yani Kamu bütçe dengesi + dış ticaret dengesi = özel sektörün tasarruf-yatırım dengesi. Aşağıdaki grafikte ABD için görülen bu aynadaki yansıma gibi görüntü tüm ülkelerde geçerlidir. ABD’de bütçe açığı dış ticaret açığının üzerine çıktığı için özel sektör tasarruf fazlası ediniyor. Almanya’da dış ticaret fazlası bütçe fazlasıyla yök edilen paranın üzerinde para getirdiği için özel sektör tasarruf fazlası ediniyor. Türkiye’de dış ticaret açığının altında kalan bütçe açığı nedeniyle özel sektör tasarruf açığı veriyor. Yani tasarruf açığı, anaakımcı şarlatan iktisatçıların iddia ettiği gibi dış ticaret açığının sebebi değil, aksine ithalat bağımlısı yaparak ülkeyi gark ettikleri aşırı dış ticaret açığının sonucudur.

Şimdi ekonomik krizin ve krizi yaratan faiz artışları ile kemer sıkma politikalarının dayattığı yüksek borçluluğun, geçim sıkıntısının ve belirsizliğin sebep olduğu psikolojik sorunlardan ötürü barış sürecine toplumsal destek zayıfken, Meclis’te tartışılan bütçeyi toplumsal refahı artırmaya dönük tasarlamak daha elzem hale geliyor.
Kamu istihdamı işsizliği artırıp ücretleri artırdıkça, kamu istihdamında tüm kimliklerin kendilerini gizlemeden hakkaniyetli temsiline özen gösterildikçe barış daha güçlü filizlenir. Kamu harcaması ve kamu istihdamı özel sektörde talebi ve istihdamı besledikçe verimlilik de artacaktır. Artan verimlilik, enflasyonu baskılayacaktır.
Barışın ekonomiye katkısının katmerlenmesi için gereken, teknolojik dönüşümü yürütecek genç işgücünün eğitilmesi ve ülkede kalması için kendilerine ve eğitmenlerine hak ettikleri düzeyde yüksek ücretlerin ödenmesi gerekiyor. Ücret baskılayarak ihracat yapma modeli, Çin’in geride bıraktığı ucuz ve emek-yoğun sektörler için geçerli. Türkiye, eğitimli nüfusu ile teknoloji-yoğun üst sektörlerde faaliyet yürütecek potansiyele toplumsal barışını sağlaması ile daha çok yaklaşabilir.
Bugüne değin çatışmanın beslediği yoksullukta eşitlenmiş Türkiye halklarını refahta eşitleyecek bir sosyal refah politikasının önünde iddia edildiği gibi bir finansman kısıtı yoktur. Devlet harcadığı anda MB yoktan para yaratır. MB yoktan para yarattığı için, kamu iktisadi kurumları zarar ettiklerinde özel şirket gibi batmazlar. MB o zararı finanse eder. Kamu iktisadi kurumları ucuz ve kaliteli üreterek hem özel sektörde rekabeti tetikler, aşırı kar fiyatlamasının önüne geçer hem de enflasyonu baskılar ve yoksulların asgari yaşam koşullarına erişimini mümkün kılar. Kamu sektörü yüksek maaş ödediğinde, özel sektör, işçileri ikna etmek için yüksek ücret teklif etmek durumunda kalır.
Bu, “devlet para bassın herkese dağıtsın” demek değil. Bunu önerenler, evrensel gelir ve helikopter para kavramlarıyla neoliberallerin kendileri. Bizim söylediğimiz, işsizlik varsa devlet yeterince harcamamış demektir. Emeğini devlete satan memurların kamuda işe alınmlarına bile karşılıksız para basmak diyen, aşırı-karları önleyecek fiyat kontrollerine ‘serbest piyasada firmaların kararlarına karışılmaz’ diyip uyguladıkları enflasyon hedeflemesinin firmaların ücret ve istihdam kararlarına karışmak olduğunu akledemeyen akl-ı evvel şarlatanların kapasiteleri ve ufukları yetmez refah politikalarına, barışa ve demokrasiye. Onların derdi, tekelci küresel finans sermayesini topluma tek çıkar yol gibi dayatmak, bunun da üstünü vatan millet Atatürk edebiyatıyla örtmek…



