Akın OLGUN
Yıl 2015. HDP seçimlerden zaferle çıkmış, AKP tek başına hükümet kurabilme imkanını kaybetmiş.
Kimi alık yorumcuların, “hendek davasında ve KCK davalarında neredeyse tutuklanmayan kalmadı ama yine koşa koşa AKP’ye oy verdiler” dediği dönem bu.
Sonraki seçimlerde Kürt siyaseti, AKP’ye kaybettirme, muhalefetle birlikte kazanma stratejisi ördü. Hem muhalefete hem de kendine kazandırarak, AKP’nin şiddet siyasetini boşa düşürmeyi ve varlığının belirleyici olduğu gerçeğini kabul ettirmeyi hedefledi ve belli oranda bunu başardı.
Bugün, Cumhur İttifakı’nın masaya oturmasını sağlayan en önemli etkenlerden biri, Kürt demokratik siyasetinin durum okuması yaparak, neredeyse tutuklanmamış kimse kalmamışken bile bu başarıyı kurabilmesidir diyebiliriz.
Bedeli çok ağır oldu elbette. Türkiye siyaset tarihinin en büyük çökertme operasyonuna karşı ayakta kalmak hiç kolay değildi ama başardılar ve bu deneyim Türkiye demokratik siyaseti açısından da çok önemli bir aşamaya tekabül eder.
Bunu, direnmekten öte direnmeye cesaret edebilme aşaması olarak görüyorum ki etkilerinin CHP’ye kadar sirayet ettiği bir gerçek…
Yıl 2016; iktidar devlet şiddetinin çeperini genişleterek, HDP Eş Başkanlarını da kapsayacak şekilde korkunç bir operasyon dalgasına girişiyor bir kez daha ve 30 Mayıs’da Özgür Özel kendi hesabından “Adalardan, dağlardan talimat alan Demirtaş’ın; CHP üzerinden dedikodu siyaseti ile manşet olma çabası ortadadır!” tweeti düşüyor ortama. “Bağlam”ı ise çok açık ve net.
Demirtaş ve Figen Yüksekdağ 6 ay sonra, tıpkı bu mesajın içeriğini oluşturan suçlamalarla, “adalardan, dağlardan talimat alan”lar olarak evlerinden altına alınıp, tutuklanıyorlar. “Anayasaya aykırı ama evet” yaklaşımının politik mesaj örgüsü, dönemin cümlelerine ve ruhuna yansıyordu elbette.
Bugün, Demirtaş’ın 10 yıldır tutuklanmasına atıfla, sabah akşam onu hatırlama ihtiyacı duyanlar ve ziyaretine gidip bir foto için sıraya girenlerin, “biz sizden daha çok onu savunuyoruz” pozu oluşturarak, Demirtaş’ın Kürt seçmen üzerindeki politik ve vicdani etkisini, DEM’e karşı tepkisel kılmaya çalışması komik bir uyanıklık.
Aradan yıllar geçti. Siyasetin doğası gereği köprünün altından çok sular aktı. Kürt siyaseti ve CHP seçimlerde yan yana geldi ve AKP iktidarı, tüm gücü elinde bulundurmasına rağmen bu hattı kıramadı.
CHP ile Kürt seçmen arasında ilk defa hakiki olarak duygusal ve politik dayanışma şekillendi.
Bu yarınlar için önemliydi ama daha önemlisi, Türkiye’nin ihtiyacı olan barış ve müzakere siyasetinin önündeki engellerden biri olan ön yargıların, birbirini anlama, tanıma, hemhal olma zeminine geçmesiydi.
Bu zeminin inşa edilmesinde Kürt siyasetinin barış mücadelesi geleneğinin etkisi büyüktü. Siyaseten, Öcalan’ın, “demokratik toplum” paradigmasına uygun olarak hayata geçirilmiş ve sonuç alınmıştı.
Altılı masada Kürtlerin istenmemesi bile bu siyasetten vazgeçirmedi onları. Akşener’in, “Kürtler olmadan da kazanabiliriz” diyerek aldığı karşıt pozisyonu hiç önemsemediler.
Akşener’e o gün “Kürtlersiz de kazanabiliriz” dedirtenler ile, bugün “Öcalan’sız da olur” diyenler arasında bir bağ olduğunun da altını çizmeliyim.
Bir kısım bu bağı ideolojik olarak kuruyor, bir kısmı sürükleniyor, bir kısmı ise bizzat bu siyasetin kurucusu. Bu “kurucu”lar, şimdi İmamoğlu’nu ve Özel’i yönlendiren pozisyonda olmanın ayaklarını güçlendirmeye devam ediyorlar ve bu nedenle de her kanalda, her köşede kendilerine yer buluyorlar. “Kaybettirenler” olarak bir kez daha sahneyi kaplayacakları konusunda hiç kuşkum yok.
Şimdi gelelim CHP’ye haksızlık yapıldığı mevzusuna.
Ortada bir “haksızlık” yok “beyler”. Aksine “incinmiş” bir CHP var. Siyaset oldukça sert ve bunu Kürt demokratik siyaseti her dönem ciğerleri sökülürcesine yaşadı. Bu yüzden de olabildiğince hassas ve bu hassasiyetini görmezden gelmek de bir o kadar şiddet içeriyor bilesiniz.
Konuyu “haksızlık” üzerinden kurarsanız, tarihsel ve siyasal olarak altında kalmanız kaçınılmaz olur. Kürdün uğradığı haksızlığın yanında, kusura bakmayın ama sizinki sadece bir incinme olabilir.
Yüz yıllık Kürt sorununu, zulmün her türlü yöntemiyle çözebileceğine inanan ve bunu ulus devlet anlayışı içinde örgütleyip, ideolojik temelini kuran, daha da önemlisi, “Müesses Nizam”ın kodlarını bir “kırmızı çizgi” siyaseti olarak her gelen hükümetin eline sopa olarak veren aklın kurucu partisidir CHP. Herkesten böyle değilmiş gibi yapılmasını beklemeniz, sorunu istediğiniz gibi yontmanızı sağlıyor ki bu kabul edilebilecek bir düzlem değil. Kabul edilmediği için de hemen inciniyorsunuz maalesef.
Kürt siyasetinin boğazına yapışıp, bir anda eski kodlara dönen cümlelere baktığımızda benzer bir tekerrür görüyoruz. Ne diyordu meclis kürsüsünden Sırrı Süreyya Önder; “Sen su bile vermeyen bir zihniyetin adamısın İnce, biliyorsun.” Bu hicve M.İnce gülmüştü diğerleri gibi. Oysa söz ağırdı ve herkes sözün anlamını biliyordu.
Öcalan’ın muhatap alınmasına bozulan ve “terörist başına meşruiyet sağlanmak isteniyor” hattı üzerinden dilini keskinleştiren o yaklaşımda, bugün bir kez daha “su vermeyen zihniyet”i bulan Kürt haksız mı gerçekten? Hayır, aksine bugün artık kimsenin inkâr etmeye cesaret edemediği Kürt gerçekliğini yaratan tarihlerine bir hakaret olarak algılıyorlar bu tavrı.
Bunun en somut örneğini, hayatın içinde sıkça bir çoğumuzun karşılaştığı, “hiç Kürde benzemiyorsun”, “hiç onlara benzemiyorsun” yaklaşımında bulmak mümkün. Şovenizmin hayata sirayeti böyle oluyor çünkü. Şimdi, kurduğunuz o cümlelere “ben Kürdüm”, “ben onlardanım” diye verilen cevapların siyaseten şokunu yaşıyorsunuz açıkçası. “Öcalan’a meşruiyet kazandırmak istiyorlar” sesinizin altındaki yaklaşımın, Kürtlerdeki karşılığının bu olduğunu anlamayacak kadar kibirlisiniz maalesef hala.
Hala programlarda, kanallarınızda, köşelerinizde “Kürt kökenli” demekte ısrar ederek, sorunun varlığını nasıl ele aldığınızı gösteriyor ve Kürtler buna ses etmesin istiyorsunuz. “Kürt kökenli değilim, Kürdüm” diyebilmek için ödemediği bedel kalmamış olan insanlara, inatla ve ısrarla aynı yaklaşımı dayatıyor ama kendinizin haksızlığa uğradığını anlatıyorsunuz.
Siz Kürdü Öcalan‘sız konuşmak isteyebilirsiniz elbette ama kendi varlığını yaratmış, siyaseten etkili kılmış Kürtlere bunu dayatarak, onu inkara zorlayarak, ağzına almasını bile “ihanet” içine alarak yapamazsınız. Buna izin verilmediği için rahatsızlık duyuyorsunuz ve bu çok belli oluyor.
“CHP’siz olmaz ama Öcalan’sız olur” zehrini, elma şekeri kıvamına getirip kitlelere yalatmaya çalışıp, bu reddedilince “ama haksızlık yapılıyor” diyemezsiniz.
Öcalan’ın, CHP’nin bu sürecin içinde bulunmasını önemsemesini, olması gerektiğinin altını çizmesini yanlış okuyan ve kendisini “olmazsa olmaz” gören yaklaşımın büyük yanıldığını söylemeliyim bir kez daha bu nedenle.
Öcalan, CHP’yi kendi meşruiyeti için istemiyor. Tarihsel ve siyasal olarak sorunda en büyük payı olan CHP’yi, iki nedenle sürecin aktörü olarak görmek istiyor;
İlki Kürtlerle CHP arasındaki tarihsel ve siyasal önyargıları barış zemine çekerek çözmek,
ikincisi CHP’nin siyaseten tasfiye olmasının önüne geçerek, iktidar ile demokratik siyaset arasında güç dengesini kurmak ve demokratik açılımlar, davalar konusunda CHP’nin elini güçlendirmek.
Bu Kürtlerin de demokratik anlamda elinin güçlenmesi anlamına geliyor.
“Kazan Kazan” siyasetinin stratejik yaklaşımını anlamak yerine, “Öcalan’la olmaz” diyerek, hızla “demokratik paket” üretip, bunun Kürtleri ikna edeceğini düşünme aklını CHP her kimden ve nereden aldıysa hızla iade etmeli. Çünkü, kendi iradesini yok sayan hiçbir paketi ciddiye almayacaktır Kürt seçmen.
Kürt siyasetinin, Türkiyelileşme siyasetini de yanlış anladı bu çizgi. Bu yanlış anlamanın bugüne taşan bir yanı var. HDP, Türkiyelileşme derken benzeşmeyi değil, tüm farklılıklarla bir arada, özgürce yaşamayı kastediyordu. Şimdi kalkıp, “Türkiyelileşme bu mu?” diye bağıranlar, Kürtlerin neden kendileriyle benzeşmediklerine kızıyorlar. İyi de senin gibi olmak için Türkiyelileşme demedi HDP. Senin gibi olanı da “demokratik toplum” temelinde kapsamayı önemsediği için kurdu Türkiyelileşme hattını.
“Benzeşmemek” ilksel bir tutumdur bu yanıyla. “Öcalan’sız çözüm” demek, “benzeşmek” demektir Kürtler için ve bunu asla duyamayacaksınız. Çünkü Kürt, bunu kendini inkâr olarak görüyor.
Siz batıda yaşayan Kürt seçmenin böyle düşünmeyeceği iddiasıyla bir hayal yaşıyorsunuz. İYİP’in, Zafer Partisi’nin yanına onları da koyar, kazanırız basitliğinde ele aldığınız yaklaşımınız, Kürt gerçekliğinden çok ama çok uzak. Kürt seçmen için, konu Öcalan’ın inkâr edilmesine geldiğinde, hiç şüpheniz olmasın hepsini “biz Kürdüz” diye karşınızda bulacaksınız.
Son söz olarak, “Öcalan’sız çözüm” siyasetinin aylardır alt yapısını kurduran ve İmralı’ya gitmeme kararının politik ağırlığını partide hissettiren İmamoğlu’nun, tarihsel olarak bu sorunu anlayabilecek bir kapasitesi olduğunu düşünmüyorum. Cezaevine girdiği ilk hafta “Kur’an, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet okuyorum” kombinasyonu yapan tutumun, böylesi bir derinliği olmadığı çok aşikâr.
Öte yandan, içeriden partisini yönlendirmeyi istemesini de anlıyorum. “Gençliği var” ve elbette partisini etkileyebilir ama süreci yönetmeye kalkmak ve Kürt siyasetini boşa düşürecek hamleleri içeriden belirleyebileceğini düşünmek büyük bir yanılgı ve birinin bu gerçeği kendisine söylemesi gerekiyor.
CHP’nin, konu kritik noktaya geldiğinde, olan biteni İmamoğlu’nun üstüne bırakmakta hiç tereddüt etmeyeceği gerçeğini de bunun yanına koyabiliriz.
“Sürecin milletin büyük kısmının onayını almayan yöntemlerle sürdürülmesine katkı vermeyi doğru bulmuyoruz” açıklamasının arkasına gizlenen, “Öcalan’a meşruiyet sağlamayacağız” söylemindeki aklın, “su vermeyen zihniyetin adamı” na denk düştüğünü bilenler hiç az değil bu arada.
Aklı başında bir siyaset okumasıyla, buradan hızla dönmek elbette mümkün. Bunun için “haksızlık yapılıyor” hallerinden çıkıp, gerçek bir strateji ile süreci ele almak, şoven siyasetin önüne Kürtleri atıp, “toplum bu süreci istemiyor” uyanıklığına yatmadan, Öcalan’ın “CHP olmalı” yaklaşımındaki hassasiyete gözleri açmak iyi olabilir.



