BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Zeyno Bayramoğlu |

Franco’nun susturamadığı çığlık: Bask tribünleri

Zeyno Bayramoğlu |

Zeyno BAYRAMOĞLU

İspanya’nın kuzeyine sıkışmış, Pireneler’in sert rüzgârlarıyla yoğrulmuş o topraklarda bir halk, yüzyıllardır kendi dilinin ve kültürünün etrafında kurduğu varoluşu korumaya çalışıyordu. Madrid merkezli ulus-devlet sıkılaştıkça bu varoluşun alanı daraldı; daralan her boşluk Franco döneminde açığa çıkan yasaklarla neredeyse tamamen kapatıldı. Euskara’nın (Baskça) kamusal varlığı silindi, çocuklara Baskça isim koymak bile suç sayıldı, kültür görünmez kılındı. Franco’nun faşizmi yalnızca Basklara değil, Katalanlara da yönelmişti; diller yasaklandı, şarkılar susturuldu, binlerce insan cezaevlerine dolduruldu, köyler boşaltıldı, toplu infazlarla bütün bir gelenek zinciri koparılmak istendi. İktidarın istediği şey toplumsal farklılıklar değil, tek sesli bir itaatti.

Bu baskının içinden 1959’da Euskadi Ta Askatasuna —“Bask Ülkesi ve Özgürlük”— doğdu.

Bask halkının direnişi yalnızca silaha yaslanmadı; şehirlerde, sokaklarda, mahallelerde ve özellikle tribünlerde başka biçimlerde güç kazandı. Devlet futbolu bir “kitle yönetim aracı” olarak görüyordu; fakat merkezileştirilmiş kimlik inşasının, kalabalığın içine sinmiş öfkeyi, duyguyu ve ortak karşı duruşun nabzını hesaba katmadığı her adımı giderek çatırdıyordu. Çünkü San Mamés, Anoeta ve El Sadar, devletin kontrol ettiğini sandığı ama halkın birbirini yeniden duyduğu mekânlardı.

Bask coğrafyası, hatırlamanın hem tehlikeli hem de kaçınılmaz olduğu bir yerdi.

1937’de Guernica bombalandığında bir halkın sesi, dili, geçmişi ve geleceği hedef alınmıştı. Bir şehrin kül oluşu, Bask topraklarına yalnızca bir acı değil, kuşaklar boyu sürecek bir direnme çağrısı bıraktı. O günden sonra bu coğrafyada hiçbir mekân sadece bir mekân olmadı; her yer bir iz, her ses bir karşı duruş, her kalabalık yeni bir olasılığa dönüştü. Futbol bundan kaçamadı; kaçması da zaten mümkün değildi.

Guernica’nın küllerinden sonra Athletic Bilbao oyuncularının Avrupa’ya çıktığı o sürgün turnesi, dünyanın karşısına “biz buradayız” diye çıkmanın bir yoluydu. Tribünlerin belleğinde bu yolculuk hep şöyle kaldı: Külün içinden ayağa kalkmanın futbol üzerinden kurduğu bir direnç biçimi.

Yasakların en sert olduğu yıllarda kimliğin konuşulamadığı her yer karanlığa gömülürken, tribünlerde başka bir cesaret dolaşıyordu. Önce bir uğultu… sonra ortak bir nabza dönüşen o derin titreşim… Bir gün —gerçekten bir gün; tarihini kimse tam söyleyemez, çünkü kimliğin yeraltından yeryüzüne çıkışı tek bir anla sınırlanmaz— San Mamés’te maç başlamadan hemen önce binlerce kişi aynı cesareti hissetti:

“Euskal Herria ez da isilduko.”
(Bask halkı susmayacak.)

Polis ilk anda müdahale etmek istedi; ancak tribün ayağa kalkınca geri çekilmek zorunda kaldı. Karşılarında dağınık bir kalabalık değil, biriken zamanlarını geri çağıran bir halk vardı. O an San Mamés, yalnızca bir maçın oynandığı yer olmaktan çıktı; “varız ve devam ediyoruz” diyen bir toplumsal soluk hâline geldi.

Bu ruh Bask takımlarının kimliğine de sinmişti.

Athletic Bilbao yalnızca bu topraklarda yetişen oyuncularla oynama kararını bir transfer politikası olarak değil, bir söz olarak sürdürdü. Maden ocaklarından çıkan işçiler yüzlerinde kömür karasıyla tribünlere doluyor, kendilerini bir kulübün taraftarı değil, bir halkın yürüyüşünün parçası olarak hissediyorlardı.

Real Sociedad, diktatörlüğün en sert dönemlerinde bile kendi çizgisini korudu; siyasete bulaşmayan ama siyasetin tam ortasında duran bir dayanma hattı oldu.

Osasuna, Navarra’nın kırmızı duvarını tribünlere taşıdı; rüzgârın sertliğini, inadın gücünü, tarihin yükünü futbolun akışına kattı.

Üç kulüp farklı oyun anlayışlarıyla sahaya çıkıyordu ama tribünlerin söylediği cümle aynıydı:
Gu beti, elkarrekin. (Biz her zaman, birlikte.)

Franco’nun ölümünden sonra bile ortak bilinç hemen geri dönmedi.

Ama bir gün geldi ve 1976’da Real Sociedad ile Athletic Bilbao’nun derbisinde iki takımın kaptanı, Bask bayrağını formalarının içinden çıkarıp el ele tribünlere kaldırdı. Devlet hâlâ ikurriña’yı yasaklı sayıyordu. O bayrak yalnızca bir sembolün görünmesi değildi; bir halkın sürdürdüğü mücadelenin kararlılığıydı. Tribünlerden yükselen hissiyatın adı belliydi:

El pueblo no olvida.
(Halk unutmaz.)

1980’lerde Bask tribünleri artık yalnızca maç izlenen yerler değildi; yıllarca bastırılmış bir kimliğin kendini yeniden kurduğu kolektif bir direniş alanına dönüşmüştü. ETA o yıllarda Bask toplumunun gündelik siyasetinin belirleyici gölgesiydi; sokakta sertleşen atmosfer tribünlerde görünür bir politik duyarlılığa dönüşüyor, devlet her bayrağı ve her sloganı “olağanüstü hâlin uzantısı” olarak okuyor, baskı arttıkça taraftarın refleksi daha da keskinleşiyordu.

San Mamés’te açılan her pankart, Anoeta’da yükselen her ses artık yalnızca bir takımın değil, bir halkın varlığını yeniden kurma biçimiydi. O dönem tribünlerde yükselen her söz, sokaklarda dolaşan siyasal gerilimden ayrı düşünülemezdi; çünkü hepsi aynı halkın aynı baskıya verdiği farklı yankılardı.

Bugünün Bask topraklarında futbol hâlâ bir sonuç değil, bir hatırlayış biçimi.
Bu coğrafyada her pas, her tezahürat, her yükselen dalga bir halkın yeryüzüne tekrar tekrar çıkışını anlatıyor. Athletic’in inadı, La Real’ın dinginliği, Osasuna’nın sert rüzgârı… hepsi aynı cümlenin farklı söylenişleri:

Dil yasaklandığında sözün tribüne sığındığı, tarih karartıldığında biriken zamanların oyunda kaldığı yılların mirası.

San Mamés’te, Anoeta’da, El Sadar’da bugün duyulan ses geçmişe öykünen bir nostalji değil; varlığını kendi ritmiyle sürdüren bir halkın “biz hâlâ buradayız” diyen kararlılığıdır.

Ve her maç günü tribünler dolduğunda, bayrağı ilk açan kaptanların bıraktığı yerden aynı söz yeniden kurulur: Susturulmak istenen bir halk, kendi sesini futbolla çoğaltır.

Gora gu! Gora gutarrak! (Yaşasın biz! Yaşasın bizimkiler!)

 

Benzer Haberler

Yoğun bakıma kaldırıldı |

Kürt siyasetçi Sadak’ın sağlık durumu kritik

Meclis’te maraton tamamlanıyor |

Bütçe görüşmelerinde sona gelindi

Fatosh Stêrk yazdı |

Sınırları aşan anlatılar: Kürt ulusal birliğinin sinemasal ve estetik inşası

DSG-Şam görüşmeleri |

Sozdar Hecî: Şam uzlaşı aramak yerine kendi koşullarını dayatıyor

Koçyiğit’ten “hukuki gereklilikler” vurgusu

Siyaset kurumuna ve iktidara “adım” çağrısı

Meclis’te maraton tamamlanıyor |

Bütçe görüşmelerinde sona gelindi

Meclis Komisyonu raporu öncesi I

Uçum: Geçiş sürecinde demokrasi pazarlığı olmaz

“Konser soruşturması” için de izin çıkmıştı |

İçişleri Bakanlığı'ndan Yavaş için ikinci soruşturma izni