Gerçeğe yeni ses
Numedya24

Sırrı Süreyya’dan mektup var

Sırrı Süreyya’dan mektup var

Başkaları yaşasın diye ortaya koydun canını sen. Ve biraraya getirmeyi başardın, farklı kutuptaki insanları.

Aşk olsun kekêm, oxir be Sırrı Süreyya Önder!

Memo ŞAHİN

Yokum artık, kaydı yıldızım, söndü ışığım.

Evet, kısadır dedim hayat bir türküye sığacak kadar.

Bir kalp bir kişinin yükünü çekebilir.

Başkalarının derdini de sırtlanınca, bu sıkleti çekmez de dedim, bu terazi.

Yine de beklemiyordum bu kadar da kısa olacağını, ben de.

Yapacak işlerim vardı hala.

Dağlar yüklemiştim yorgun sırtıma, ağır mı ağır, hem de Ağrı kadar, Cudi ve Kandil kadar ağır.

Fazla bir zaman değil, birkaç ay dilemiştim felekten, dikmek için bir ağaç.

Öyle bir ağaç ki, gölgesiyle herkesi ferahlatsın, tüm keder ve yorgunluğunu hayatın, bir tarafa atsın.

Söz vermiştim Can ile Ceren’ime, yaralı yüreğimi, lime lime edilmiş bedenimi yatırmaya bıçağa sonra.

Olmadı, birkaç ay sabretmedi Azrail, çaldı kapımı 15 Nisan günü.

Çekip çekiştirdik iki hafta birbirimizi.

O ısrarlı, sabırsız; ben bitkin ve yorgun.

Ve galip geldi sonunda o, bir üç Gulan, bir üç Mayıs günü.

Kürdistanlıyım ben, Semsûrlu, Türk bir ana ve babadan olsam da.

Derdimi anlatacak kadar Kürtçe de öğrendim akranlarımla konu komşudan, sonra.

Kapı komşum Mısto’yla içli dışlı, can ciğerdik, sabahtan akşama dere tepe, toz duman içinde.

Sonra tek kelime Türkçe bilmeyen Mısto’yla çıkardılar piste, Maraton deden yaşam koşusuna.

Aldılar öne beni, onu on kilometre arkaya.

Ve öttürüp düdüğü yarışın dediler.

Çözdüm ben o gün, çocuk aklımla.

Galibi belli bir yarıştı bu, adil ve eşit olmayan.

Ve söz verdim, ayrı düşmemeye asla Mısto’yla.

İttim ayrıcalık ve iltiması bir kenara.

Bir koşuysa hayat, ne ben ne de o önde olsun istedim.

Ve feragat ettim tüm ayrıcalıklardan.

Ve ondandır, damda fark gözetmeyişleri her dayak faslında.

Yememek lazım haklarını, eşit kıldılar beni ve Mısto’yu zındanda; büktüklerinde hayalarımızı, ceryanla titretip, ürperttiklerinde buz gibi suyla.

Dövdürdüler bunun idrakına varamayanları birbirine, dışarda.

Bu Kürt, o Ermeni, şu Alevi, sana ne oluyor Türk deyip, geçirdiler tümünü sıradayağından, bir bir.

Balık hafızalı değilim.

Bilincindeydim yaptığım işin ve faturasının.

Biliyordum, o ağaç dikilip dal budak salmasın diye en seçkin komutanını havada patlatan, cumhurun başını zehirleyen derin ve güçlü elin, beterini yapacağını benim gibi bir bêkese.

Nitekim denendi de arabamda.

Fazla sürmez, çıkar ortaya Azrail’i kimin saldığı da.

Yine de, bilerek ve isteyerek varım dedim, dikilecek bu ağaç, dağlarına bahar gelecek memleketimin.

Hesap kitapsız girdi bu onurlu ve kutlu kavgaya, bizim nesil.

Nice fidana kıyıldı, nice eve ateş düştü, nice ocak söndü.

Varsın bu soyxa canım feda olsun, bu kan deryası dinecek, Kürt Mısto’nun çocukları gülecek ve az da olsa nefes alabilecekse.

Duydum ki laf edenler varmış arkamdan, gıyabımda. Ajan ve xayin diyenler, devletin adamı.

O devlet ki, getirdi burnumdan anamın helal sütünü, bir kez değil, bir ay değil, seneler senesi.

O devlet ki, şeytanlaştırdı Kürde selam veren herkesi.

Seslenmek isterdim vicdanlarına, ama nafile.

Olsaydı onlarda o tartı aleti, kırk gün bekler, sonra kusarlardı içlerindekini.

Hadi ben devletin adamıyım.

Peki, Özal, Bitlis ve Kahveci kimin adamıydı, söyleyin bikolar, onlar kimin adamı, ajanıydı?

Gitmez zoruma kendi mahallemdekilerin saçma sapan zırvalıkları, neyarlıkları.

Ağırıma gider ama, komşu mahalleden zülfüyare dokunan ufak bir kelam.

Kem söz sahibine derler bizim oralarda.

Gütmedim kimseye kin, atmadım çamur tek bir insana.

Oynamadım hiç kimsenin izzet ve şerefiyle ve açmadım kimsenin kapısında el, nane muhtaç olsam da.

İstediğim, yapmaya çalıştığım bir ağaç dikmekti, adına barış denen ve fark gütmeden herkesi mutlu kılıp ferahlatacak.

Ve o gün yakın, dikilecek o ağaç ve yeşerecek yüzbinlerce insanın kanıyla sulanmış o kadim topraklarda.

İşte o zaman, beri gelin, öne atılın diyeceğim o densizlere.

Hesap sormak, öç almak için değil, ama.

Sadece utandırmak ve anlaşılmasını sağlamak için, dilin de kemiğinin olduğunu.

Barışı görelim, ondan sonra emanetini alsın dedim, Allah.

Olmadı ve yokum artık, ama açık gitmedi gözüm.

Biliyorum milyonlarca dedesi var Can’ın, bir o kadar babası ve kardeşi Ceren’in Gülistan’da.

Ve biliyorum, yaşayacak adım, her nesilde.

Duracak gençler govende, her Newroz ve Gulan’da.

Bakın, söktü şafak Rojava’da.

Şimdi sıra bizim diyarlarda!

Ve bahar gelecek dağlarına memleketimin.

Evet, bunlar Sırrı Süreyya’nın sözleriydi, mektuptan aktardığım.

Son söz de benden olsun o güzel insana, hikaye anlatıcısı ve terapiste, ötekileştirilmişlerin dostuna. Ne demişti: Bazı insanlar var öldürmek için yaşarlar. Bazı insanlar da var, yaşatmak için ölürler.

Başkaları yaşasın diye ortaya koydun canını sen. Ve biraraya getirmeyi başardın, farklı kutuptaki insanları.

Aşk olsun kekêm, oxir be Sırrı Süreyya Önder!

Fazla söze gerek yok: Şayet ajansan sen, ben de ajanım, hepsi bu kadar kekêm!

Benzer Haberler