Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

PKK neyi öngördü, Hamas neyi kaybetti ve bugün…

PKK neyi öngördü, Hamas neyi kaybetti ve bugün…

Bölge değişiyor ve tabiki örgüt de değişip, dönüşmesi gerektiğini biliyor. Bir dönem kapanırken, yeni bir dönem açılıyor. Yeni dönemin aktörü olabilmenin formülünü ve paradigmasını ise Öcalan belirliyor. Örgütüne hiç kaybettirmediği için büyük bir güven duyuluyor kendisine.

Akın OLGUN

Uzun bir yazı olacak ama süreci anlamak ve bazı sorulara cevaplar bulabilmek açısından bunun önemli olduğunu düşünüyorum ve birlikte konuşabileceğimiz bir zemin için bunu da kıymetli görüyorum…

“Hamas, ABD ile görüşmeleri doğruladı ve Gazze’nin yönetimini devretmeye hazır olduğunu açıkladı” diyerek duyurdu haber kanalları son durumu.

Hamas’ın 7 Ekim’de (2023) İsrail’e dönük olarak “Aksa Tufanı” adıyla yüzlerce savaşçıyla başlattığı  operasyon, bir katliamla sonuçlandı ve binin üzerinde İsrailli hayatını kaybetti.

Bu saldırı ve katliam Ortadoğu için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Daha doğrusu tüm Ortadoğunun yeniden şekillendirilmesi ve İran’ın bölgeden tamamen süpürülmesi ve boşluğun İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan ile doldurularak, batının ve İsrail’in çıkarlarına uygun olarak dizayn edilmesi süreci start aldı.

Sonrası herkesin malumu…

Gazze düştü, Hizbullah ağır darbeler alarak geri çekildi ve örtülü beyaz bayrak çekti, Suriye HTŞ’ye teslim edildi ve Hamas “Aksa Tufanı” ile önünü açtığı bu sonucun aktörü olarak, hem imha edildi hem de içine çekildiği tuzağın oyuncusu oldu.

İran ise sıranın kendisine geldiğinden haraketle, sınırlarını koruma altına almak için, kolu kanadı kırılmış olarak büyük bir çaba içine girdi ama artık İran bölgenin “topal ördeği” olarak görülüyor ve nükleer müzakere sürecinden anlaşma yapmadan çıkarsa, büyük bir müdehale ile karşı karşıya kalacak. Psikolojik üstünlüğü zaten kaybetmiş olduğu için, buradan dağılmadan çıkması belki de mümkün olmayacak…

Konu üzerine uzun uzun yazmak, kafa patlatmak mümkün ama yazının konusu bu değil.

Yazının konusu, Hamas’ın İsrail’e dönük başlattığı “Aksa Tufanı” saldırısının, PKK cephesinde daha önce deneyimlenmiş bir benzer politikadan haraketle, dersler çıkarmış olması ve bugünün aktörü olarak kalma stratejisine bunun etkisi…

Bu çok konuşulmadığı için, çok da üstünde durulmuyor.

Peki o deneyimlenen  ve o deneyimden çıkarılan ve daha sonra defalarca aynı zemine çekilmeye çalışılmasına rağmen, düşülmeyen o durum ne?

Kiminin “kent savaşları”, kiminin “hendek savaşları” dediği dönemde, PKK Cizre, Sur ve Nusaybin de küçük çapta bir Gazze deneyimi yaşadı.

Sonuçları ağır olan bu taktik, bugün bile sayısını tam olarak bilemediğimiz devasa ölümlerle ve acılarla sonuçlandı.

Gerçek anlamda korkunç bir dönemdi. Batı tıpkı Gazze’de olduğu gibi suskundu ve Devlet, tüm ülkenin gözünün içine baka baka korkunç bir imha harekatı gerçekleştirmiş, çok konuşulmasada örgüt bu taktiğin ağır sonuçlarıyla yüzleşmiş ve sonrasında derin bir özeleştirel bir süreç yaşamıştı. (Bu sürecin bir kısmı yazıldı, konuşuldu üstü örtük olarak)

Evet ülke içinde açılan cephe ile devlet meşgul edilmiş, Kobane için zaman kazanılmış, güçler ve taktikler savaşında, insan ve irade kazanımları  da belirlemişti.

“PKK zaten eylem yapma kapasitesini yitirmişti” diyen aklın dönüp bakmadığı yer işte burası.

Hendekler ve Kobane ile savaşın yönünün değişmiş ve doğal olarak silahların ve savaş stratejisinin konumlanışının da yönünü değişmişti.

Subjektif bir yorumla ifade etmem gerekirse, PKK “hendek savaşları” ile kazandığı mevzileri, Rojava’ya atfederek, “ne kazandık” sorusuna da bir cevap üretmişti.

Öte yandan bölge, “hendek savaşı”nın bir sonucu olarak ağır bir travma geçirmiş ve silaha karşı “havlu” atarken, örgüte karşı ise ağır bir sitem yüklenmişti. (Bu durumun onarılmasının barış süreci ile de bir bağı da var bence)

Çoluk çoçuğun paramparça olduğu, sokakların, mahallelerin yok edildiği, cesetlerin molozlara karıştığı, insanların evlerin bodrumlarında diri diri yakıldığı bir korkunç vahşet tanıklığı, genelde toplumun ama en çok Kürtlerin hafızasına derin izler bıraktı.

Şiddet bununla da kalmadı, DAİŞ’in, Antep, Suruç, 10 Ekim Ankara katliamları ile şiddet tüm ülkeyi kuşattı…

Sonrasını herkes biliyor. Yüzlerce ölü, binlerce gözaltı, yine binlerce tutuklu ve derin suskunluk…

PKK, öyle denildiği gibi silahlı eylem gücünü yitirdiğinden değil, tüm ülke bu kanlı süreçten çok yorulduğu ve ağır bir travmaya maruz kaldığı ve bölgedeki gelişmeler yeni imkan ve olanaklar yarattığı için silahlı şiddeti, ülke içinde minimum seviyeye çekti bence…

Daha da önemlisi, silahlı şiddettin meşru zemininin zarar göreceğini ve bunun kendi gelecekleri için büyük bir handikap oluşturacağını görmüştü PKK ve yeni bir yol haritası çizerek, demokratik onarıma başvurdu bu yüzden.

Yani silahlı eylem gücünü dönüştürerek, başka alanlara yoğunlaştı. İç dönüşümünü sağladı. Bölgesel stratejisini yeniledi ve Hamas’ın “Aksa Tufanı” saldırısını doğru okuyarak, bölge için başlayan değişime uygun bir pozisyon aldı ama daha önemlisi bölgede lokal ve yerleşik silahlı grupların tasfiyesinin yaşanacağını gördü veya zaten olacakları önceden biliyordu.

Bu süreçten  tasfiye olmadan çıkmayı başarmaları gerekiyordu ve bu taktik, strateji ve doğru pozisyonlanma gerektiriyordu.

PKK’nin aslında başardığı şey bu oldu ve bugün bölgede bir aktör olarak var olabilmelerinin bir sebebi de bu okumaları doğru yapması oldu.

Açık konuşmak gerekirse bu Türkiye’nin hiç ama hiç istediği bir şey değildi.

PKK’ye dönük olarak “pençe kilit” gibi devasa operasyonlara başvurulması, nokta operasyonlarla lider kadroların imha stratejisi (ki kısmen başarılı oldu), bölgesel düzeyde kuşatma karakolların kurulması vb gibi bir çok yolla, organize bir tasfiye girişimi geliştirildi ama asıl istediği PKK’nin Türkiye içine büyük saldırılar yapmasını sağlayarak, ulusal, bölgesel ve uluslararası alanda büyük bir imha siyasetini devreye sokmaktı. Hamas’ın, Hizbullah’ın tasfiyesine benzer bir yol PKK’yi de kuşatacaktı ama bunun meşruluğu sağlamak, PKK’yi Türkiye içine çekip, büyük eylemlere yönlendirmekle mümkündü. PKK bunu yapmadı…

Sonuç itibariyle, örgütün kurucu lideri Öcalan ve örgütü, bölgesel anlamda bir aktör ve güç olarak, belirleyici olma pozisyonlarını koruyarak masada kaldılar.

Bölge değişiyor ve tabiki örgütte değişip, dönüşmesi gerektiğini biliyor. Bir dönem kapanırken, yeni bir dönem açılıyor. Yeni dönemin aktörü olabilmenin formülünü ve paradigmasını ise Öcalan belirliyor. Örgütüne hiç kaybettirmediği için büyük bir güven duyuluyor kendisine.

Kapanan dönemin  argümanlarıyla yeniyi kurmanın mümkün olmadığı ortada. Bu nedenle geleceğin argümanı, paradigması ve siyasal dönüşümü birbiriyle uyumlu olmak zorunda. Öcalan bu uyumu kuruyor. Örgüt bu uyumu örgütlüyor. Halk bu uyumu sahipleniyor, devlet bu uyumu stratejik olarak kendisiyle ortaklaştırıyor ve bizler tarihin bir ironisine şahitlik ediyoruz.

Elbette bunun siyasal, ekonomik, askeri ve bölgesel büyük sonuçları i, çıkarımları, kazanımları olacak.

Siyaset böyle yürüyor çünkü. Bu nedenle, doğru pozisyon alanlar, doğru bir strateji belirleyenler ve buna uygun doğru politikalar geliştirenler kalacak ve uyum sağlamayanlar maalesef tasfiye olacaklar ama bu mutlaka böyle olacak anlamına gelmiyor. Bazen rüzgar aniden tersten eser ve her şey silbaştan olur…

Bu yazı Akın Olgun’un sosyal medya platformu X hesabından alınmıştır.

Benzer Haberler