Demokrasi ve özgürlükler sorunu mevzusunu, Türkiye’nin ikinci yüzyılı vizyonu içinde düşünmek ve asıl olarak buna hazırlık yapmak çok daha stratejik bir yaklaşım olacaktır bence. Onu beklenen olmaktan çıkarıp, talep edilen hale getirmek ve daha da ötesi bunu programlaştırıp, siyasallaştırmak kastettiğim şey… Kürt siyaseti bunu “demokratik toplum” anlayışı ve paradigması üzerine kuruyor ve tüm yapı kendini büyük bir dönüşüm için tepeden tırnağa buna uygun olarak hazırlıyor ki bu sancılı bir süreç olacağı ortada ama irade de ortada…
Akın OLGUN
“Bu nasıl barış” sorusunun etrafında, durumu anlamaya çalışan bir yaklaşım var ama aynı zamanda bu anlama çabasını manipüle etmeye çalışan bir operasyonel akıl da mevcut.
Barış ve süreç karşıtlığını farklı kesimlerin içinde güçlendirip, düşmanlık, nefret ve şovenizm temelli yürütmeye çalışanların ortak özelliğinin, ulusalcılık ve kaba Türkçülük olması sanırım kimseyi şaşırtmıyordur.
Bu “ekip” ve akıl, Hrant’ı da böyle hedefe koymuştu ve Hrant’ın, diasporaya dönük eleştiril cümlesi olan “damarlarınızdaki zehirli Türk kanı” ifadesini, Türklere dönük bir saldırı gibi manipüle edip, arkadan vurmanın yolunu açmıştı…
Benzer bir yolu ise Sırrı Süreyya için kurdular.
Ölüm döşeğindeyken “Cumhuriyetin ne hayrını gördüm” cümlesini, manipüle ederek dolaşıma sokan o linke ve çeperine dikkatli bakarsanız, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
Sırrı Süreyya’nın, bir Türk olarak Kürt sorununu herkesin evine, en anlaşılır şekilde sokmayı başarması ve barışı halklaştıracak insanların hayatlarıyla hemhal etmesi bir “tehdit” olarak görüldü bu kesimlerce.
Ve onun entelektüel zeminde kurduğu cümleler yine bu temelde çarpıtılarak, şoven kesimlerin geri duygularının önüne atıldı. Linç, onların avlanma yöntemiydi…
Sırrı Süreyya’yı etkisiz kılmak, nefessiz bırakmak istiyorlardı.
Sırrı Süreyya bugün fiziken aramızda değil ama ona kurulan kötücül algı operasyonuna devam ediyor. Bugün anlıyoruz ki onu fiziki olarak susturmak için de kaza süsü verecek suikast yöntemlerine başvurmuşlar. Namertlik bahsinde cesurlar!
Sürecin birinci aşaması olan “silahların devre dışı bırakılması” konusunda önemli adımlar atıldığı anlaşılıyor ve bu artık an meselesi…
Meseleye, ülkenin demokratikleşmesi temelinde bakan ve doğal olarak buna dair de bir yaklaşım göremeyen kesimler elbette durumu sorguluyor. Lakin bu sorunun şiddet temelinden, demokratik zemine çekilmesi de bir süreç işi ve bunun bir parmak şıklatmasıyla olamayacağı aşikâr.
Adımların bir aşamadan bir başka aşamaya geçebilmesi için, önce birinci adımın başarılması gerekiyor. Kaldı ki bu süreci sadece “demokratikleşme” üzerine kurmak ve tüm beklentiyi bunun üzerine inşa etmek de bence doğru değil.
Konunun bölgesel ayağının önde oluşu ve Rojava’nın olmazsa olmaz statüsü meselesi öncelikler sırasını etkiliyor elbette.
Demokrasi ve özgürlükler sorunu mevzusunu, Türkiye’nin ikinci yüzyılı vizyonu içinde düşünmek ve asıl olarak buna hazırlık yapmak çok daha stratejik bir yaklaşım olacaktır bence.
Onu beklenen olmaktan çıkarıp, talep edilen hale getirmek ve daha da ötesi bunu programlaştırıp, siyasallaştırmak kastettiğim şey…
Kürt siyaseti bunu “demokratik toplum” anlayışı ve paradigması üzerine kuruyor ve tüm yapı kendini büyük bir dönüşüm için tepeden tırnağa buna uygun olarak hazırlıyor ki bu sancılı bir süreç olacağı ortada ama irade de ortada…
Kürt sorunu şiddetten arınacak.
Siyasal süreç yeniden buna uygun organize olacak.
Değişim, dönüşüm yeni mücadele biçimlerini yaratacak.
Dil, söylem ve siyaset ezberlerden arındırılacak, hayat örgütlenecek ve bu örgütlenmenin yeni bir siyasal gücü, kurumsal yapısı olacak.
Bu enerji, tüm ülkeye yayılacak şekilde toplumsal hatlarını kuracak vb. Demokrasi böyle kazanılacak…
PKK’nin silahlı mücadeleye son vermesi bir son değil, yeni bir başlangıç olacak.
Bu başlangıç tüm Türkiye’yi ve bölgeyi etkileyecek.
Benim tahminim Trump’ın Ortadoğu ziyaretine paralel olarak gelişmelerin yaşanacağı…
Bu arada yeni yargı paketiyle bu yeni dönemin ilk adımları atılarak, meclis inisiyatifi temelinde özgürlüklerin sağlanması konusunda, yasal zemin oluşturulacak.
İktidarın insafına bırakılacak bir yaklaşım büyük hata olacağından, tüm kesimlerin dikkati elzem…
Barış için “olmaz”ları değil, “olur”u savunan ve bunun için mücadele eden Sırrı Süreyya’nın felsefi ve manevi gücü, şimdi o barışı hayatın her alanına yayacak…
Buna tanıklık edeceğiz…
Bu yazı Akın Olgun’un sosyal medya platformu X hesabından alınmıştır.