Tutuklandı ve bir anda ‘basın özgürlüğü’ kahramanına dönüştürüldü. Oysa Fatih Altaylı’nın gazetecilik geçmişi; kadınlara, Kürtlere, LGBTİ+’lara ve hak savunucularına yönelik ayrımcı, dışlayıcı ve şiddeti meşrulaştıran diliyle hatırlanmalı.
HABER MERKEZİ- Türkiye’de gazetecilik, çoğu zaman sadece iktidarla değil; toplumun en kırılgan gruplarıyla da sınav verir. Bu sınavlardan bazıları, yalnızca başarısızlıkla sonuçlanmakla kalmaz, bizzat sınavın meşruiyetini de yok eder.
Gazeteci kimliğini “bağımsız”, “muhalif” ya da “tarafsız” etiketleriyle sunan Fatih Altaylı, bu durumun çarpıcı bir örneği. Kadınlardan Kürtlere, LGBTİ+ bireylerden insan hakları savunucularına kadar pek çok kesime yönelik söylemleri, onu Türkiye’deki medya iktidarının en “merkezci” figürlerinden biri hâline getirdi.
Altaylı’nın gazetecilik kariyeri, merkezle kurduğu daimî sadakat üzerinden şekillendi. Dönem dönem değişen iktidar odaklarına göre pozisyon alırken, değişmeyen tek şey güçsüz olanı hedef alma refleksi oldu. Bugün “muhalif” kimliğiyle öne çıksa da geçmişte AKP’ye yakın duruşu, Hürriyet’teki çizgisi, Habertürk’teki merkezci söylemleri ve nihayetinde sosyal medyadaki çıkışları, onun medya pratiğinde esas olanın “güce yaslanmak” olduğunu gösteriyor.
“TACİZDE BULUNMAZSAM NAMERDİM: ŞİDDETİN MİZHALAŞTIRILMASI
18 Mart 2002’de, dönemin Hürriyet yazarı ve Radyo D sunucusu olan Altaylı, bir canlı yayında İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Avukat Eren Keskin hakkında şu ifadeleri kullandı:
“Ben bu Eren Keskin’i ilk gördüğüm yerde cinsel tacizde bulunmazsam namerdim.”
Bu sözler, sadece cinsiyetçi değil, açıkça tehdit içeriyordu. Keskin, Almanya’da bir konuşmasında Türkiye’de askerlerin kadınlara cinsel şiddet uyguladığını, bekâret testlerinin işkence amaçlı kullanıldığını belirtmişti. Altaylı ise bu açıklamaya cevap olarak, cinsel tacizi bir “şaka” malzemesine dönüştürdü. Ancak bu, yalnızca mizah değil; medyanın kadın düşmanlığını, cinsiyetçi dili ve şiddeti nasıl içselleştirdiğinin açık bir göstergesiydi.
Altaylı, açılan davayı kaybetti. Keskin ise yıllar sonra şunları yazacaktı:
“Fatih Altaylı, bu ülkede güçlü olan kimse onun yanındadır. Bu coğrafyada güçlü olan ise her zaman kendini gizleyen çekirdek devlettir. Altaylı da hep o devletin yanındadır.”
AHMET KAYA’YA DA SALDIRDI: “TRAVESTİLER PARA DAĞITSIN ONLARDAN OLUR”
20 Temmuz 1999 tarihli “Teke Tek” köşesinde Altaylı’nın hedefinde bu kez sanatçı Ahmet Kaya vardı. “Parayı veren Ahmet’i alır” başlıklı yazısında, “Kaya yalancı haysiyetsizin biridir. Avantayı nereden buluyorsa ona göre bağırır. Bugün PKK’nın para dağıttığını görünce PKK’lı, yarın travestiler dağıtsın, onlardan” diyordu.
Bu ifadeler, yalnızca Kaya’yı değil, LGBTİ+ bireyleri de hedef alan aşağılayıcı bir söylemdi. Yıllar sonra gelen eleştirilere karşı ise Altaylı’nın cevabı yine sertti. 2012’de yazdığı yazıda muhalifleri “ulan zibidiler” diye hedef aldı, Kaya’nın ölümünü de alaycı bir şekilde “içki, sigara, hayat tarzı ve kilolar”la ilişkilendirdi. Bu, hem sorumluluktan kaçış hem de insanî trajedilere karşı duyarsızlığın yeni bir örneğiydi.
ERMENİ SOYKIRIMI İÇİN “BU TOPLU BİR KIYIM DEĞİLDİR” DEDİ
2008 yılında Habertürk’te yayınlanan Olaylar ve Gerçekler programında, Türkiye toplumunu ikiye bölen “Ermenilerden özür” kampanyasına da sert çıktı. Kampanyayı “iyi niyetli bir entelektüel girişim” olarak görmediğini söyledi. Osmanlı’nın “Müslüman tebaasına saldıran Ermenilere karşı aldığı tedbirlerin” doğal olduğunu savundu ve şu cümleyi kurdu:
“Bu toplu bir kıyım değildir. Bunun için özür dilemek manasızdır.”
Sözlerinin devamında, bildirinin altına imza atan Kürt siyasetçi Şerafettin Elçi’yi hedef aldı:
“Kürt tarihine sahip çıkan Elçi bilmiyor mu ki bu olaylarda ön planda olan Kürtlerdi?”
Bu söylem, tarihsel inkarcılığın yanı sıra Kürt toplumunu kolektif suçla yaftalayan, barışçıl hafıza politikalarına saldıran bir çizgiyi temsil ediyordu.
YILMAZ GÜNEY’İ HEDEF ALAN KLASİK SAĞCI EZBER
2000 yılında kaleme aldığı bir yazıda Altaylı’nın hedefinde bu kez Yılmaz Güney vardı. Yazısında Güney’i “kadın döven, katil, Avrupa’nın başımıza bela ettiği biri” olarak tanımladı. Güney’in sürgün yaşamını ve siyasal duruşunu da “maskeli bir imaj operasyonu” olarak niteledi:
“Hapisten kaçıp kendine siyasi hava yarattı. Kadın döven bir katilden mit yaratılıyor.”
Bu ifadeler, sadece Güney’in anısını lekelemeye çalışmakla kalmadı, Türkiye’nin kültürel muhalefet birikimini de kriminalize etti. Fatoş Güney bu yazı üzerine Altaylı hakkında hukuki süreç başlattıklarını duyurdu.
ŞEYH SAİD’E “REZİL” DEDİ
2020’lerde bu kez Şeyh Said’e yönelik hakaret içeren sözlerle gündeme geldi. Diyarbakır Belediyesi’nin bir bulvara Şeyh Said’in adını vermesi üzerine şunları söyledi:
“İngilizlerle iş birliği yapan bir şerefsizin adını bir bulvara veremezsiniz. Bu rezilliktir. O zaman yarın Öcalan Bulvarı mı açacaksınız?”
Tarihi ve siyasal karmaşıklığı olan bir figürü bu kadar indirgemeci bir dille anmak, Türkiye’de Kürtlerin kolektif hafızasına yönelik bir saygısızlık olarak kayıtlara geçti. Urfa ve Diyarbakır Barosu, bu ifadeler hakkında hukuki süreç başlatacaklarını duyurdu.