Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Cesena’da silahların ateşle buluştuğu anda oradaydı…

Jülide Kural: Bu ateş binleri dönüştürecek

Cesena’da silahların ateşle buluştuğu anda oradaydı…

Barış bazen bir sözle, bazen bir suskunlukla başlar… Ama en çok da tanıklıkla.

Bir filmin en etkili sahnesindeki gibi indiler merdivenlerden. Neden orada olduklarını anlattılar. Sonra ateşi yaktılar ve 30 gerilla tekmili birden sırasıyla silahını, palaskasını ateşe attı. Hem de yüzlerce tanığın gözleri önünde.

Yüzyılı aşkın süredir devam eden inkar ve asimilasyona karşı neredeyse yarım asırdır mücadele eden bir anlayışın mensuplarıydılar.

Belki en zoru onları silahsız dağlara, geldikleri yere uğurlamaktı. Oysa siyasi mücadelenin yolunun açılması çok da zor değildi.

İşte bu film sahnesi gibi olan ama tarihe damga vuran bu görüntülere sanatçı Jülide Kural da tanıklık etti.

Kural, sanatın en gereksinim duyduğu temel kavramın özgürlük olduğunu söylüyor. Antidemokratik süreçlerin tam da bu alanı işgal ettiğini vurguluyor. Yani barış, sanatçı için de olmazsa olmaz bir kavram.

Sanatçı Jülide Kural Numedya24’ten Ezo Özer’e konuştu. Kural, kolay olmayacağını ancak bunu başarmak zorunda olduğumuzu söylüyor. Barışın inşası ancak demokrasinin harcıyla mümkün olabilir diyor.

*Büyük acıların yaşandığı çatışmalı sürecin sonuna bu denli yakınlaşmak ve sizin bu ana tanıklığınız nasıl bir duyguydu? Barış ve Demokratik Toplum Grubu’nun silah yakma töreninde neler hissettiniz?

Sarsıcı, heyecan verici ve sorumluluk yükleyici bir atmosfer içindeydik. Üstelik yıllarca barış mücadelesi sürdürmüş, insan hakları savunucusu bir sanatçı olarak ilk defa barışın kavramsal düzeyden yaşamsal bir düzeye, toprağa indiğini görmek, doğrusu çok anlamlı, kişisel tarihimde önemli bir tanıklıktı. Kaldı ki, toplumsal düzeyde de bir barış olasılığının o topluma ne kadar, ne büyük bir umut getireceğini, ne büyük değişimlere gebe olabileceğini hissetmek çok yoğun ve güçlü bir duyguydu.

*Bir kadın, bir barış aktivisti ve bir sanatçı olarak önümüzdeki süreç size ne vaat ediyor?

Kuşkusuz barış süreçleri, çözüm süreçleri tüm insanlık tarihi boyunca çok kolay olmuyor. Oldukça zorlu, oldukça temkinli, oldukça dikkatli olmak gereken zamanlar oluyor. Ancak toplumun barışa ne kadar sahip çıktığı, bu barış olasılığını ne kadar büyüttüğü, ne kadar benimsediği ve her koşulda nasıl barıştan yana tutum aldığı çok önemli bir etken.

*Anti demokratik süreçlerden toplumun hiçbir kesimi azade olmuyor. Size göre demokrasinin olmama hali sanata nasıl yansıdı? Barış ihtimali ve barışın inşası nasıl yansıyacak?

Şu anda Türkiye’de var olan antidemokratik ortam, kuşkusuz sanatta da kendini ağır yaptırımlar olarak gösteriyor. Ve aslında sürekli bir çeper çiziyor. Oysa sanatın en temel özelliği; yani sanatta yaratabilmeniz, üretebilmeniz için en temel gereksinim duyduğunuz temel kavram özgürlüktür.

Antidemokratik yapı tam da bu alanı işgal eder. Dolayısıyla önünüzde iki seçenek kalır sanat üreticisi olarak. Ya sistemin size çizdiği o çeper içinde tekrarlar yaparsınız ve aslında sisteme hizmet edersiniz, o antidemokratik yapıya korkarak, üzerinize uygulanabilecek yaptırımlardan çekinerek yaşarsınız. Ya da sanatçı olmanızdan gelen ve hiç kimsenin önleyemeyeceği o yoğun özgürlük duygusuyla her ne olursa olsun doğru bulduğunuz, inandığınız yolda üretiminize, sözünüze, duygunuza devam edersiniz.

Demokrasi her birey için vazgeçilmezdir ama sanat için, yaşama şansını var eden ya da yok eden temel bir olgudur. Ve barışla demokrasi, elbette birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Çünkü barışın inşası aslında demokrasinin harcıyla ancak mümkün olabilir. Çünkü barış sadece bir imza değildir. Barış o toplumda yaşayan her kesimin kendini eşit hissettiği bir toplumsal anlaşmadır. Dolayısıyla da bunun sağlanabilmesi, yani böylesine farklı kesimlerin, farklı düşüncelerin, farklı kimliklerin, farklı bakış açılarının yan yana durabilmesi ancak demokratik bir ortamla mümkün olabilir.

O nedenle toplumun demokratikleşmesi aslında barışı inşa ederken birbirini anlayarak derinleşebilecek, gerçek anlamını bulabilecek bir olgudur diye düşünüyorum. Bu durumun sanata yansıması da, sanatçının kendisini toplumsal baskıların, düşünsel kalıpların, ekonomik koşulların ve siyasi argümanların etkisi altında hissetmeden üretebilmesine olanak tanıyacağı için, elbette olağanüstü bir özgürlükle dolu olacaktır. Dolayısıyla demokrasi, barış ve özgürlük aslında birbirinden ayrılmayan bir bütündür diye düşünüyorum.

*Toplumda bu sürecin karşısında yer alanlar da var, savaşın övülmediği, barış dilinin hakim kılındığı günler için neler yapılabilir?

On yıllardır eşitlikten, özgürlükten, adaletten, demokrasiden ve özellikle barıştan söz ettiğiniz anda terörist olmakla yaftalanırsınız. Hep böyle oldu. Ve bu, toplumun bilinçaltına öylesine işledi ki, şimdi oluşabilecek bir barış atmosferi bile henüz topluma çok uzak görünüyor. Kaldı ki burada elbette daha önceki olumsuz deneyimlerin de kuşkusuz bir etkisi var. Yani hani bir noktaya gelir ve oradan tekrar bozulur diye. O nedenle de, tam da bu nedenle, bu deneyimlerden de yola çıkarak aslında barış diline çok fazla ihtiyaç var.

İlk başta değiştirilmesi gereken, kendi dilimizi değiştirmek olacak. Barıştan yana bir tutum aldığımızı her aşamada, her yerde, korkmadan, çekinmeden, bir yandan savunacağız ama bir yandan da demokrasinin de inşası için farklı fikirleri dinlemeye, onlara da alan açmaya izin vereceğiz. Kolay olmayacak ama bunu başarmak zorundayız. Diğer taraftan elbette dilin, barış diline doğru dönüşmesinde her birimizin kendi payına büyük sorumluluk düşüyor. Kolay olmadığını, önümüzde zorlu süreçler olduğunu bilerek hareket etmemiz gerektiğini ama buna rağmen de umudu ve mücadeleyi bırakmamak gerektiğini düşünen, bu süreci de böyle değerlendiren biriyim.

Bu büyük adımın ardından, barış yolunda neler yapılabilir? Barış, silahını yakan ‘30 insan’la birlikte nasıl büyütülüp, toplumsallaştırılabilir?

Barış için bir ateş yakıldı. Ve bu ateşe silahların atılmasıyla aslında o gökyüzüne yükselen dumanların arasında bir şey vardı ki o da artık bu topraklarda barışın gelmesi için mücadele etmemiz gerekliliği.

Bu mücadele elbette ki farklı farklı aşamalarda, farklı alanlarda hep birlikte devam etmesi gereken bir mücadele. Örneğin siyasilerin, diyelim ki şimdi mecliste bir komisyon kuruldu, tabii ki bu komisyonun eşit temsili söz konusu olmalı ve elbette orada bir mücadele sürerken bunun şeffaf bir şekilde yürümesi çok önemli. Toplumla paylaşılması, barışın toplumsallaşmasında önemli bir adım olabilir diye düşünüyorum.

Kaldı ki, diğer yerden tüm sivil toplum kuruluşlarının da bu sürecin bir parçası olması çok önemli. Kadın mücadelesinin ve sanatçıların bu sürecin bir parçası barışın toplumsallaştırılmasında çok önemli bir etken olur diye düşünüyorum. Bunun için de tabii daha somut, daha elle tutulur bir takım adımların atılması gerekiyor. Gerek devlet düzeyinde, gerekse tüm toplum düzeyinde. Dolayısıyla, bu süreci kolay olmasa da hep birlikte yüklenmemiz gerekecek. Ve sadece bu 30 insanla sınırlı kalmayacak elbette ki bu ateşin yakılması, binleri bulacak. O binleri bulurken bir yandan biz bu topraklarda demokrasiyi inşa etmek için mücadele edeceğiz. Bütün bunlarda çok büyük zorluklar, soru işaretleri, kuşkularla beraber yürüyecek, eminim ki. Ama her şeye rağmen ayak diremeli ve artık barışı inşa etmede, demokrasiye tutunarak, özgürlüğü şiar edinerek devam etmeliyiz diye düşünüyorum.

×JÜLİDE KURAL KİMDİR?

24 Mart 1965 tarihinde Adana’da dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölümlerini bitiren sanatçı, bir süre Almanya’da yaşadı. AST, Dostlar Tiyatrosu, Kent Oyuncuları ve Tiyatro Stüdyosu’nda oyunculuk yaptı. 2002 – 2003 Mart ayında “Frida Yaşasın Hayat” projesini, kendi kurduğu Ateş Tiyatrosu adlı yeni bir kadroyla sergiledi. Kural hem kadın mücadelesinde hem de demokrasi mücadelesinde aktif olarak yer almaktadır.

 

Benzer Haberler