Oysa esprili bir söylemle “Ulu Cami önü diplomasisi” tarzı bir yöntem izlense; yani halkın resmi parti binasına gelmesindense kendini daha rahat hissedeceği kahvehane, çay bahçesi, şehir parkları, piknik alanlarına ya da toplu bulunulan herhangi bir yere gidip meseleler anlatılabilse, barışın getiri ve götürüsü açıklanabilse süreç daha toplumsal bir nitelik kazanabilir, demekteyim.
Faik Bulut
Şêx Seidê Piranî’nin adıyla anılan meşhur silahlı direnişi ve kalkışmayı da (1925) içeren hadisenin 100’üncü yıldönümü münasebetiyle 21 Haziran 2025 tarihinde Diyarbakır’da düzenlenen çalıştaya konuşmacı olarak davet edilmemi fırsat bilerek iki gün önceden gidip “açılım süreci” hakkında yöre insanının ne düşündüğünü de öğrenmek istedim.
Bu çerçevede bazı şahsiyetler, basın mensupları, siyasi parti ve STK yetkilileriyle görüştüm; söylenenleri sizlerle de paylaşmak durumundayım.
Diyarbakır kamuoyu endişeli, kuşkulu, temkinli ve suskun!
Öncelikle “Diyarbakır halkı ne düşünüyor?” sorusunu sordum. Genellikle yanıtların ortak paydası farklı olanlarınkinden daha fazlaydı. Ortak noktaları şöyle özetleyebilirim: Süreç hakkında halkın ciddi şüphesi, endişesi ve hatta korkusu var. İnsanlar temkinli ve suskun ki buna DEM tabanından olanları da dâhil etmeliyim.
AKP iktidarının 2013 yılındaki süreçte yan çizmesi, masayı devirip -önceden hazırlandığı- savaşı başlatması; günümüzde de devam eden baskı, şiddet, operasyon ve tutuklama politikasını azami ölçüde uygulaması da bu tür kuşku ve kaygıların yaygınlaşmasına yol açıyor.
Temkinlilik sadece sıradan insanlarda değil, meseleyle yakından ilgilenen STK yöneticileriyle yerel politikacılar arasında da had safhayı buluyor. Birkaç kuruluş yetkilisine göre Erdoğan, ikircikli bir tutum içinde görünüyor ve oyalanarak sönümlendirme taktiğini izliyor.
İyi niyetli insanların anlattıklarına göre temkinlilik ve kuşkunun başlıca nedenleri şöyle sıralanabilir:
* 2013 yılındakinden farklı olarak sürecin son derece sessiz ve kapalı devre yürütülmesi; AKP’nin sürece açıktan destek verme hususunda tereddütlü ve temkinli davranması; DEM yetkililerinin disiplin gereği bildikleri veya bilmedikleri konularda ketumiyeti koruması.
* Sürecin kapalı yürütülmesi DEM ve Öcalan karşıtı kesimlerde (özellikle yurtdışındaki kişi ve kuruluşların karşıt propagandaları nedeniyle) pek çok olumsuz eleştiri ve kafa karışıklığına yol açabiliyor; “Kürt ve Kürdistan davasının satılması, teslimiyetçilik, hainlik, ajanlık, Türkiye adına bölgede koruculuk yapma vb” polemikten ziyade lafazanlık kokan ve bazen de nefrete kayan ithamlar alıp başını gidiyor.
* Diyarbakır halkının büyük bölümü endişeli görünüyor. Temkini elden bırakmamakla birlikte bu sürecin Kürt aktörü sayılan Öcalan için “Vardır bir bildiği!” diyerek sabırla beklemeyi tercih ediyor. İlk aylardaki kuşkular, yerini sürecin ne olduğunu anlama çabalarına bırakıyor.
Barış sürecinde hızlanan faaliyet ve etkinlikler
Şehirdeki sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler, kendi çaplarında yoğun faaliyet halindeler. Son iki ayda çeşitli kesimlerce 10’a yakın panel, söyleşi, konferans düzenlemişler. Mesela 21 Haziran’da Şêx Seid olayının 100. yıldönümü anması münasebetiyle düzenlenen çalıştaya ilaveten İHD’nin de iki farklı etkinliği gerçekleşti ve çatışmalarda hayatını kaybeden asker ve PKK’lilerin aileleri bir araya getirildi.
Aynı saatlerde başka bir konuşmam olduğundan İHD’nin ilk etkinliğine katılamadım. Ancak duyduğuma göre; katılım gösteren aileler duygularını ve yaşadıklarını dile getirirken ortam hüzünlenmiş ve epeyce gözyaşı dökülmüştü.
20 Haziran’da DİSA’da da bir söyleşi vardı. Barış meselesine endeksli olmasa bile kaçınılmaz olarak bu konuya da değinildi.
İHD Başkanı Ercan Yılmaz, 22 Haziran’da gerçekleşen etkinlikte sürecin insan hakları temelinde değerlendirmesini eksen alan bir konferans yapılacağının haberini verdi. Aynı gün kadınların da farklı bir etkinliği vardı. Toplantıda kadınların toplumsal alan ile siyasetteki rolü üzerinde fikir ve tartışmaların yürütüleceği söylendi.
Şehirdeki son hareketlenmeler nedeniyle STK ve benzeri kuruluşlar, etkinlik tarihleri birbirine karışmasın diye karar alıp; “Ortak bir dijital takvim” oluşturup, ona göre aynı gün veya saate denk gelmemesi için önceden birbirlerini haberdar edeceklermiş.
Süreç değerlendirmeleri
Her parti veya kuruluş kendi uzmanlık alanında konferans-söyleşi tarzında etkinlik yapıyor. İHD de sürecin seyrine katkı ve destek açısından insan hakları, siyasi tutsaklar ve özgürlükler üzerine öneriler hazırlıyor.
İHD 2015 yılından bu yana izlenen yoğun savaş politikasından ötürü kırılan umutları ve yaşanan karamsarlıkları ortadan kaldırıp yeni bir umut ve iyimserlik ortamı yaratılmasına yardımcı olmaya çalışıyor.
Bu hususta bir yönetici, “Süreci yöneten Kürt hareketi ve DEM Partisi’nin halk arasında hâlâ yaygın olan umutsuzluğu umuda, kötümserliği iyimserliğe dönüştürmeyi esas alması gereğini” vurguluyor.
“Bunlar olmadan, barış ve sürecin toplumsallaşması da imkânsızlaşır” yolundaki görüş genelde ağır basıyor. Daha çok da “Önceliğin hasta tutsaklara verilip ardından tüm siyasi mahkûmların salıverilmesi” gereğine işaret ediliyor.
Diyarbakır Barosu daha önce de mesleki açıdan benzeri veya kardeş kuruluşlarla birlikte etkinlikler, toplantılar ve görüşmeler düzenlemiş; bölge çapında ortak bildiri ve açıklamalara imza atmış. Süreç münasebetiyle “Türkiye’de Kürt Meselesi Bağlamında Toplumsal Barış İçin Hukuki Gereklilikler ve Öneriler” isimli bir dosya/kitapçık hazırlamış.
İlgili dosyada bazı tespitler ön plana çıkmış; şöyle ki:
“Neredeyse 40 yıldır devam eden çatışmayı sonlandırmak için toplumsal bir barış sürecine ihtiyaç vardır. Dolayısıyla politik, yasal, sosyolojik, psikolojik ve ekonomik alanlarda hazırlık yapılması, toplumsal sorun alanlarının çözümü gerekmektedir. Bu açıdan, Kürt sorunu bağlamında yaşanan sorunlara dair hukuk perspektifinden yapılması gerekenler çalışmanın esas konusudur.”
Baro Başkanı Av. Abdulkadir Güleç ile sohbetimiz sırasında çalışmalara dair şunları da ekledi:
“Mevcutla yetinmiyoruz; Ankara’daki siyasi partilerle ve kurumsal şahsiyetlerle görüşüyoruz. Söz gelimi Meclis Başkanı Numan Kurtuluş’u ziyaret ettik. Yeni bir Anayasa tasarısı için öneri ve hazırlığımızdan söz ettik. Olumlu bulduğunu belirtti.”
Farklı (DİTAM ve DİSA gibi) kesimlerle bilhassa Kürdistani siyasal partiler de benzer etkinlikler düzenlemekteler. Sordum: Peki, alternatif şeyler çıkıyor mu? Cevap şu oldu: “Herkes, silah bırakmanın çok iyi olduğundan bahsediyor. Fakat çözüm öncesi ve sonrasında alternatif planlardan yahut uygulamalardan bahseden, yol haritası sayılabilecek ayrıntılı ve kapsamlı bir çalışma henüz yok!”
Toplumsallaşma gayretlerine rağmen ille de “Ulu Cami önü” diplomasisi!
Diyarbakır’ın her köşesinde, satıcı tezgâhlarında bile barış ve süreç konuşuluyor. Ortam da uygun ve sakindi. Daha önceki konferanslarda otelin önü polislerle dolardı. Bu sefer usulen bir polis geldi, toplantı yerine ve programa bakıp gitti.
Ancak gerek Kürdistani partiler gerekse kitleselleşmiş olan DEM ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) barış sürecini toplumsal tabana henüz yayabilmiş, anlatabilmiş değiller. Halk toplantıları genelde DEM ve DBP’ye bağlı il-ilçe binalarında yapılıyor. Gidenler ise her iki partinin üyeleri veya taraftarları. Sıradan halk, esnaf veya memur/görevli gidemiyor.
Konuşmak için kürsüde bulunan yönetici veya milletvekilinin varlığı ise ister istemez bir hiyerarşi yaratıyor. Katılanlar kendi görüş ve eleştirilerini ya da önerilerini açıkça dile getirmekten çekiniyorlar.
Oysa bunun yerine esprili bir söylemle “Ulu Cami önü diplomasisi” tarzı bir yöntem izlense; yani halkın resmi parti binasına gelmesindense kendini daha rahat hissedeceği kahvehane, çay bahçesi, şehir parkları, piknik alanlarına ya da toplu bulunulan herhangi bir yere gidip meseleler anlatılabilse, barışın getiri ve götürüsü açıklanabilse süreç daha toplumsal bir nitelik kazanabilir, demekteyim.
Son günlerde DEM Parti gençlik kolunun barışın toplumsallaşabilmesi için Diyarbakır, Urfa, Mardin, Batman ve Van gibi şehirlerdeki gençlerle toplanma yönünde bir hazırlık söz konusuydu.
Elbette ki süreci anlatıp insanları ikna edebilmek için ilgili görevli veya partilinin de konuyu iyi özümseyip anlatması şarttır. Meseleyi yeterince kavrayamayan biri başkalarını da ikna edemez.
Bazı polemik ve tartışmalar
Diyarbakır merkezli Kürdistani partiler, silahı bırakmanın önemli olduğuna inanıyorlar. Ancak her parti süreci kendi meşrebince değerlendiriyor. Kimi zaman el yükselterek taleplerini üst perdeden dile getiriyorlar.
Söz konusu parti yetkilileriyle görüşemedim ama PSK Başkanı Bayram Bozyel ile uzun bir sohbetim oldu. Genel çerçevesiyle barış sürecinde silah bırakılmasına olumlu bakmakla birlikte İmralı’daki görüşmelere ilişkin çekince ve eleştirileri bulunuyor.
14 Haziran 2025’te DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Diyarbakır’daki KKP, PDK-T, Partiya Azadî ve PSK’yi ziyaret etti. Görüşmelerde belli noktalar ele alındı. Bilinen anlamda bir mutabakat sağlanamasa da en azından bir diyalog zeminin oluştuğu açıklandı.
Gelgelelim sızdırma bir haber (Öcalan’ın Bedirxan, Barzani, Şêx Seid ve Talabani aileleri hakkındaki eleştirileri) başta HAK-PAR ve PWK olmak üzere birçok parti tarafından ağır bir dille eleştirildi. O kadar ki HAK-PAR, Kürtleri Öcalan’ı artık takip etmemeye çağırdı. DBP de HAK-PAR’ı “Çözüm sürecine karşı çıkan kesimlerle aynı kulvarda yer almakla” suçladı.
Tartışma fazla tırmanmadan belli bir noktada bırakıldı. Bayram Bozyel, sohbetimizde, bu tür ağır tartışmalara girmemekle birlikte “Öcalan’ın söz konusu ailelere yönelik ağır sözlerinden hoşnut kalmadığını” söyledi.
Aslında Öcalan’ın mektubundaki eleştirileri “Sürecin ruhuna uygun bulmadığımı ve dile getirilen ifadelerin şık olmadığını” katıldığım Şêx Seid Çalıştayı’nda da dile getirdim. Konuşmam bitince çok sayıda insan ve bilhassa Şêx Seid ailesiyle uzaktan yakından ilgili olan kimi Bingöllüler teşekkürlerini bildirdiler.
Anlaşılan o ki bütün eksiklik, hata ve kusurlarına rağmen benzer tarihi değerler bir kalemde silinip kenara atılacak şahsiyetler değiller. Nitekim Yusuf Ziya Döğer de çalıştaydaki konuşmasında bu tespitimi doğrulayan bir örnek verdi:
“Şêx Seid olayına katılan ve davasına son derece bağlı Şeyh Mehdi, bir münasebetle dönemin İstanbul Valisiyle görüşmüş ve aralarında şöyle bir sohbet geçmiş:
- İstanbul Valisi şöyle demiş: Şeyh Efendi, Beykoz taraflarında size bir konak yaptıralım. Orada ikamet edin, size bağ ve bostan da bahşedilecektir!
- Şeyh Mehdi yanıtlamış: Yaşadığım Kürdistan toprakları her türlü köşk ve konaktan daha değerlidir. Üstelik biz orada Allah’ın her türlü nimetinden faydalanıyoruz. Dicle ile Fırat’ın balıkları da bizi besliyor.
Şêx Seid ailesinden Şeyh Mehdi ile hareketin dini-askeri ve diplomatik yanını temsil eden Malazgirt Cephe Komutanı Şeyh Ali Rıza’nın miras bıraktığı bu gelenek, çoğu aile efradının devletle uzlaşıp ona ram olmadığını göstermektedir.
Zaten Öcalan yeğeni Ömer Öcalan ile görüşmesinde, gerek Aleviler gerekse bahsedilen ailelerle ilgili sözlerinin yanlış anlaşılıp tevil edildiğini söylemiş. Kaldı ki söz konusu mektubun içeriğinin yayından hemen kaldırılması da süreçle ilgilenen hareketin içinde bu gibi hususlarda sağlam bir koordinasyon ve ortak dil bulunmadığını gösteriyor. Benim iyimser yorumum şimdilik böyle.
Demem o ki: Diyarbakır’daki DEM ve DBP’li bazı sorumlular aslında barış sürecindeki bu tür yan tartışmaları elverdiğince kısa kesip laf ebeliğiyle vakit kaybetmek yerine, mümkün olduğunca sürecin toplumsallaşması için gereken çalışmalara yoğunlaşmayı tercih ediyorlar.
Bu minvalde Yeni Yaşam gazetesindeki bir makale yazarı ile Ayşe Hür arasındaki sert ve ağır polemik de esası bırakıp ikincil meselelerde boğulmak anlamına geliyor. Bu husus Diyarbakır’daki ilgililerce dillendirilip elverdiğince bu tür tartışmalara girilmemesi gerektiği noktasında hemfikir olundu.
Bir gözlemim daha: Diyarbakır’dakiler genelde başka şehirlerden gelen basın mensupları, uzmanlar veya siyasetçilerin süreçle ilgili görüşlerini merak ederken; oraya aynı merak güdüsüyle gidenler de Diyarbakırlıların görüşlerine ihtiyaç duymaktalar.
Bu arada ciddi bir diplomasi eksikliğinden de bahsediliyor; bilhassa Avrupa’daki Kürt hareketi çevresinde olanların diplomatik faaliyetleri yetersiz bulunuyor. Yaşadıkları ülkelerin sendikaları ve kenarda köşede kalmış kimi demokrat veya komünist partilerle ilişkilerinin amaca ulaşmaya yetmediği, bizzat resmi karar sahipleriyle buluşup onları etkilemenin çok daha faydalı olacağı dillendiriliyor.
Avrupa’daki Kürt medyasının kullandığı dil ve üslubun henüz sürece uygun olmadığına dair gözlemler de var.
Barışın gidişatı ve toplumsallaşması adına örnek bir taslak
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun’un süreç hakkında kaleme alıp Şêx Seid Çalıştayına sunduğu hazırlık metninden bir alıntıyı da sizlerle paylaşmak isterim:
“Bugünlerde yeniden bir barış, bir uzlaşma ve Cumhuriyet’i yeni bir formatta düzenleme konusu düşünülüyor. Zannımca bunun gerçekleşmesi için, Cumhuriyet’in yönünü tayin eden üç kodun radikal bir biçimde değişmesi gerekir:
- Aşırı merkeziyetçiliğe karşı âdem-i merkeziyetçilik.
- Radikal laiklik ya da dayatmacı dindarlığa karşı özgürlükçü laiklik.
- Asimilasyonist Türkçülüğe karşı anayasal vatandaşlık anlayışının hayata geçirilmesi.
Bu zihni dönüşüm birçok alanda önümüze yapılması gereken işler çıkarır. Bunları siyasi, toplumsal ve hukuki olmak üzere üç başlıkta toplayabiliriz:
Siyasi alanda:
- Etnik temelli vatandaşlık yerine kapsayıcı bir anayasal vatandaşlık tanımının yapılması.
- Kürt kimliğinin tanınması, dilsel ve kültürel hakların anayasal güvenceye alınması.
- Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve bölgesel farklılıkların daha demokratik biçimde ifade edilmesi.
Sosyal alanda:
- Resmi tarihle yüzleşme kapısının açılması.
- Çoğulcu ve kapsayıcı bir yaklaşım.
- Mağdurların söz hakkı ve temsiliyeti.
- Mezhebi ve dini kimliklerin dahli.
- Hassas bir dil ve üslup kullanımı.
- Yüzleşmenin bir lütuf değil demokratik bir gereklilik olarak sunulması.
- Hakikat komisyonlarının oluşturulması.
- Sözlü tarih çalışmalarının yapılması.
- Kamusal hafıza mekanizmalarının (örneğin anıtlar, müzeler) inşası.
- Müfredatta Kürtlerin tarihsel ve kültürel varlığının görünür kılınarak ötekileştirmenin azaltılması.
- Kürt meselesiyle ilgilenen sivil toplum kuruluşları üzerindeki baskının kalkması.
- Kadın, gençlik ve kültürel odaklı sivil inisiyatiflerin desteklenmesi.
- Kürtlerin kültürel üretimlerinin (müzik, edebiyat, sinema) desteklenmesi.
Hukuki alanda:
- Faili meçhuller, zorla kaybetmeler, köy boşaltmalar gibi olaylarla yüzleşilmesi.
- Devletin tarihi haksızlıklar konusunda sorumluluk alması.
- Cezasızlıkla mücadele edilmesi.
- Mağdurların kamusal olarak tanınması ve itibarlarının iade edilmesi.
- Mağdurların ailelerine sembolik ve/veya maddi onarımlar yapılması.
Barışın toplumsallaştırılması, sadece silahların susması değil; adaletin tesisi, kimliklerin tanınması ve toplumlararası güvenin inşasıyla mümkündür. Bu süreç; toplumu yatay (bireyler arası), devleti ise dikey olarak (vatandaş-devlet ilişkisi) yeniden kurmaktan geçmektedir.”