Devletin çok para bastığı için insanların ellerine geçen fazla parayla marketlere koşup eskiden aldığının 2-3 katı domates, peynir, et aldıkları için fiyatların arttığını sanan bir zeka; iktisatçı, entelektüel, bilim insanı muamelesi görmemeli, aşağılanmalı.
İlhan DÖĞÜŞ
İlk üç yazımda Arjantin’in ve Türkiye’nin enflasyon deneyimlerini açıklarken enflasyonun talep kaynaklı olmadığını vurguladım. Bu yazımda bunu berraklaştırmak istiyorum.
Öncelikle insanların alım güçleri erirken, en temel ihtiyaçların bile karşılanamadığı yoksulluk artarken aşırı talepten bahsetmenin zeka ve ahlakla bağdaşmadığını vurgulamalı… Devletin çok para bastığı için insanların ellerine geçen fazla parayla marketlere koşup eskiden aldığının 2-3 katı domates, peynir, et aldıkları için fiyatların arttığını sanan bir zeka; iktisatçı, entelektüel, bilim insanı muamelesi görmemeli, aşağılanmalı. Aşağılanmalılar çünkü bunlar iktisatçı, entelektüel muamelesi görmeleri sayesinde yoksulluğa sebep olan politikalar dayatılabiliyor ve yoksulluğu ortadan kaldıracak politikalar bu yalan teorilerle bertaraf ediliyor.
Değil bir iktisat profesörü, basit cebir bilen bir ortaokul öğrencisi bile, ücret artışlarının kendisinden büyük fiyat artışına- bu sayede karların artmasına- sebep oluyorsa, ücret artışlarını işçilerden önce sermayedarların talep etmesi gerektiğini idrak edebilir. Ama teorik içeriğinin zayıflığnıı anlamsız ve aşırı matematikle örttüğü uluslararası yayınlarına yaslanarak uzman rolleri kesen Özgür Demirtaş, bunu ve “Sevgili işçi kardeşim, sen asgari ücret arttığında, bir değil iki iskender yiyeceğim diye sevinirsin ama bir bakmışsın iskender fiyatları daha çok artmış, daha az iskender yiyebiliyorsun” diyerek işçileri ücret artışlarından vazgeçirmeye çalışıyor o yarım aklıyla. Böylece fiyatların artması sonrasında alım gücündeki erimeyi telafi etmek amacıyla ücret artışı talep edildiğini yani ilişkinin yönünün enflasyondan ücretlere doğru olduğunu gizleyip ilişkiyi ters yüz ediyor…
Bu kendilerini zeki sanan ama tefekkür etme yetisinden yoksun, kendi önerdikleri politikaların sonuçlarını eleştirmekten bile utanmayan anaakım iktisatçıların enflasyona dair ayırt etmeyi bir türlü beceremedikleri tonlarca mevzu var. Tek tek gidelim…
1-Geliriniz, alım gücünüz artınca satın alageldiğiniz ürünleri daha fazla sayıda almazsınız; daha önce alamadığınız başka ürünleri alırsınız. 2 iskender yemeye kalkmaz, yıpranmış ayakkabınızı, gömleğinizi, buzdolabınızı, koltuk takımınızı yenilersiniz.
2-Makro düzeyde aşırı bir ‘toplam talep’ olamayacağını, tedarik sorunlarının olmadığı normal koşullarda stoklanabilen ürünlerde arzın kendisini talebe uyarladığını, aşırı talebin belli ürünlere ve geçici olacağını idrak edemedikleri için her fiyat artışını talep artışı kaynaklı sanıyorlar.
3-Fiyatların artacağı beklentisinden ötürü talebin öne çekilmesiyle enflasyonu açıkladıklarını sanıyorlar ama bu, birkaç aylık enflasyonu açıklar; 50 yıldır süren yüksek enflasyonu açıklamaz. İnsanlar her ay fiyatı artacak diye yeni buzdolabı, bilgisayar, sandalye almaz. Hele çürüyecek, çöpe gidecek olan gıda ürünlerini sırf fiyatı artacak diye daha fazla almaz. (Hayattan o kadar kopuklar ki, soyut gerçek-dışı modelleme yapmaktan etraflarını gözlemleme yeteneklerini yitirmişler.)
4-Piyasayı tek bir ürün, tek bir firma ve tek bir tüketici tipinden müteşekkil sanıyorlar. O nedenle ücretlerin maliyetten çok talep kaynağı olduğunu idrak edemiyorlar, sadece maliyet olarak görüyorlar çünkü makroekonomik bir perspektifle bakamıyorlar. Oysa bir firmanın işçisine ödediği maaş maliyettir fakat başka firmanın hasılatının kaynağıdır. Türkiye’de 2011 verilerine göre ücretler toplam maliyetlerin %23’üne, tüketim harcamalarının %58’ine tekabül ediyor. Yani ücretler maliyet olmanın 2,5 katı kadar talep kaynağıdır.
5-Tüketim ve tasarruf eğilimleri, fiyat hassasiyetleri tüketicilerin gelir düzeyine göre farklıdır. Tek tip bir tüketici yok.
6-Üst gelir grubu fiyat artışı karşısında talebini azaltmaz. Üst gelir grubunun tasarruf eğilimi daha yüksektir. Gıda, barınma, doğalgaz gibi ürünlerin taleplerinin fiyat esnekliği düşüktür dolayısıyla özellikle tekelleşmiş bir gıda sektörü daha rahat fiyat artırabilir.
7-Alt-gelir grubunun harcamaları içinde gıda, barınma gibi temel ihtiyaçların payı daha yüksektir. Dolayısıyla yoksullaşma yapısal enflasyonu yüksek tutan, yüksek seyrettiren bir faktördür.
8-Firmaların fiyatlama güçleri, büyüklüklerine göre farklıdır. Fiyatları büyük firmalar belirler, küçük firmalar onları takip eder. Hiçbir firmanın fiyatları etkileyemediği tam rekabetçi piyasa hiçbir zaman hiçbir yerde olmadı, olmayacak da…
9-Tek bir üretim tipi de yoktur: Üretimin sermaye-yoğunluğuna göre talepteki değişimlere tepkileri farklıdır. Sermaye-yoğun üretim yapan firmalar sektörleri yeterince rekabetçiyse, toplam maliyetleri içinde sabit maliyetlerin payı daha büyük olduğu için artan üretimle birim maliyetlerini düşürebildikleri için artan talebi üretim artışıyla, düşen talebi ise fiyatları düşürmekle karşılamayı yeğlerleler. Değişken maliyetlerin payının yüksek olduğu emek-yoğun sektörlerde ise üretim artışı toplam maliyetleri üretimle aynı hızda artıracağından talep artışı üretim artışından ziyade fiyat artışıyla karşılık bulurken, talep düşüşü üretimi kısmaya yönlendirir. Gelişmiş ekonomilerde kriz dönemlerinde deflasyon, gelişmemiş yoksul ülkelerdeki krizlerde artan enflasyon ve daha yüksek işsizliğin gözlenmesi bundandır.
10-Stoklamanadıkları ve hemen yeniden üretilemedikleri için talep artışının fiyat artışına sebep olduğu gıda, ev, enerji, hammadde gibi ürünleri, stoklanabildikleri ve yeniden üretilebildikleri için talep artışının üretim artışıyla karşılık bulduğu dayanıklı tüketim mallarından ayırd edemiyorlar. 5 yıldır bu ayrımı vurguluyoruz ama hala idrak edemediler.
11-Enflasyonu talep kaynaklı sanıyorlar ama piyasayı tam rekabetçi ve rekabetteki aksaklıkları (tekelci, oligopol durumları) geçici varsayan teorileri serbest piyasayı meşrulaştırırken rekabetin fiyatları baskılayacağını, firmaların fiyat artırmasına izin vermeyen rekabet sayesinde daha çok ve daha ucuza tüketebileceğimizi vaat ediyor. Bu teoriye göre yıllarca uzun süren enflasyon olmaması lazım?
“Bu ülkede 1970’ten beri çok yüksek kronik enflasyon var. Ya serbest sandığımız piyasa rekabetçi değil ya da tekelleşme geçici değil. Bizim teorimizde bir sorun var galiba, gözden geçirmeliyiz” diyecek entelektüel cesaretten mahrum olan bu anaakım iktisatçılara övdükleri özelleştirmeler sonrasında özel hastanelerin ve özel okulların neden kalitesiz ve pahalı olduğunu sorduğunuzda “serbest piyasa baba, firma istediği fiyatı koyar” diyorlar. Enflasyonu düşürmek için önerilen tavan fiyat uygulamasına, aşırı karların vergilendirilmesine “firmaların kararlarına karışılmaz” diye karşı çıkarken, enflasyon hedeflemesi çerçevesinde ücretleri ve işsizliği baskılayan politika önerenler de kendileri. “Firmaların fiyatlarına karışamıyoruz da ücret ve istihdam kararlarına niye müdahale ediyoruz” diye kendilerine soracak entelektüel haysiyetten de yoksunlar ama hakikati anlamak ve anlatmak için türlü riskler üstlenmiş, bedeller ödemiş entelektüellere duyulan saygıyı da bekliyorlar. Şımarıklığın daniskası…
Bir sonraki yazıda enflasyonun neden aşırı kar kaynaklı olduğunu, ücret artışlarınınsa neden “indirmek için mücadele etmeye değmeyecek kadar küçük” bir enflasyona sebep olduğunu tartışacağım.