Faik Bulut
Bu yazımda günümüze ve geçmişe ait üç olaydan bahsedeceğim. Bunları irdeleyip sorgulayarak gerekli dersi çıkarmayı okurlara bırakıyorum.
Viyana’da “gizli” bir toplantı
İsrail denetimindeki Hıristiyan Arap (Filistinli) yoğunluklu bir şehir olan El Nasıra (Nazaret) mahreçli 25 Ekim 2025 tarihli haber, Zuheyr Andrawus (زهير أندراوس) imzasıyla kamuoyuyla paylaşıldı.
Olayı haberleştiren ilk yayın organı, Viyana merkezli haftalık “Profil” dergisi Almanca çıkıyor. Dergi, haberin ayrıntılarını özel kaynaklarına dayanarak verdi. İsrail merkezli Hashomerim (Haşomerim) sitesi de varılan anlaşma uyarınca Profil dergisiyle eşzamanlı olarak haberi yayınladı. Londra merkezli Railyoum (Ray El Yom/Bugünün Görüşü) isimli Filistin gazetesi ise Hashomerim’den tercüme ederek paylaştı.

Yazılanları özünü yitirmeden kısaltarak sunacağım:
“İki buçuk hafta önce (Ekim ayının başlarında) başkent Viyana’da gizli bir toplantı yapıldı. Toplantıyı düzenleyen Avusturya eski başbakanı ve dışişleri bakanı Sebastian Kurz ile yakın çevresiydi. (Avusturya Halk Partisi başkanlığı da yapan S. Kurz, hakkındaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle 9 Ekim 2021 tarihinde görevinden istifa etmişti-FB)
Katılanlar arasında farklı ülkelerden gelen birçok bakana ilaveten Türkiye’nin Maliye Bakanı, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun oğlu Avner, Bahreyn’i yöneten aile fertleri ve Avrupa’nın ileri gelen bazı iş insanları ve eski-yeni politikacılar yer alıyordu.
Toplantıda önemli konular ele alınıp tartışıldı: Yapay zekâ, siyasi coğrafya, jeopolitik durum, Avrupa’daki ekonomik gidişat, bu meselelerin dünya siyasetini nasıl etkileyeceği, ilgili ülkeler arasındaki işbirliğinin yol ve yöntemleri vb.
Düzenlenen konferansın zamanlaması ilginçti: Ortadoğu’da Hamas ile İsrail arasında varılan mutabakat ve Türkiye’nin müzakerelere müdahil olmasına denk düşürülmüştü! İsrail’in itiraz etmesine rağmen Amerikan yönetiminin izin vermesi sonucu Türkiye’den gönderilen yardım malzemelerinin Gazze’ye ulaştırılması da sağlandı.”
İsrail Haşomerim sitesi, Avusturya’daki dergiden farklı olarak şöyle bir yorum yaptı:
“Toplam 80 katılımcı tarafından dört gün boyunca farklı konular ele alınıp değerlendirildi. Türk Maliye Bakanı da dâhil olmak üzere katılımcılardan bu toplantıda tartışılan konuların muhtevasının gizli olacağına ve dışarlıklı kimselere açıklanmayacağına dair mutabakata varılması istendi.
Profil dergisinin elde ettiği bilgilere bakılırsa, bu münasebetle Ortadoğu meselesi (çatışma, savaş, kriz, İsrail-Hamas vs) masaya geldi ki, bu zamanlamanın İsrail ile Hamas arasındaki ateşkes mutabakatına denk düşmesi de, Türkiye’nin devreye girmesi de dikkat çekicidir.
(Avusturya’nın ünlü turizm mıntıkası sayılan) Tirol’deki Seefeld beldesinde gerçekleşen konferansa politikacıların (Almanya ve Macaristan’dan, Avusturyalı iki eski bakan gibi) üşüşmesi de ilginçti. Bahreyn’deki yönetici hükümdar ailesinin bazı fertleri ile yatırımcı dolar-avro milyarderleri de eksik değillerdi. Amerikalı yazılım mühendisi, iş insanı ve Alphabet Inc. Yönetim Kurulu Başkanı Eric Schmidt, Kurz’un iş ortağı milyarder Aleksander Sheetz bunlar arasındaydı. Kimi iş adamları da özel uçaklarıyla Münih havaalanına inip oradan konferansın düzenlendiği beldeye gitmişlerdi.
Kimi katılımcıların isim ve meslekleri, Railyoum ve arabi 21 gibi Arap yayın organlarında bilhassa ön plana çıkarıldı. Misal İsrailli iş insanı Dovi Frances) ve Groupe 11 isimli bir finansal yatırım fonu müdürü; aynı zamanda casusluk faaliyetlerinin niteliği hususunda çalışmalarıyla ün kazanmış olan NSO isimli şirketin kurucusunun ortağıdır. Ayrıca güvenlik teknolojisi sektöründeki faaliyetleriyle göze çarpan, Dovi Frances’in ortağı ve danışmanı olan Avner Netanyahu (Başbakan Binyamin’in oğlu) yanından ayırmıyor.
Fanatik Filistinli Yayın Yönetmeni Abdulbari Atwan’ın çıkardığı Railyoum (Ray El Yom) gazetesindeki haberinin girişinde şöyle diyor: “İsrail ile Türkiye arasında gerginliğin tırmandığı ve Ankara ile Tel Aviv’in karşılıklı suçlamalarının gündeme geldiği bir ortamda İsrail Haşomerim web sitesi, Avusturya’daki bir toplantıyı kamuoyuyla paylaştı…”
Böyle diyerek İsrail ile Türkiyeli temsilcilerin kimi münasebetlerde konferans veya toplantılara katılabildiklerine dikkat çekiyor. Bu ifadede “Bu perhiz bu ne lahana turşusu?” kabilinden bir sitemkârlık okunuyor. Aslında merak konusu olması gerekenler şunlardır: Toplantı veya konferans neden bu kadar gizli? Görüşmenin sırrı nedir? Ayrıntılarına ilişkin herhangi bir açıklama niçin yok?
Gerisini ilgilisine bırakıyorum; dileyen gazeteci, Tirol yöresindeki bu gizli toplantının izini sürebilir.
Celal Talabani’nin Saddam Sarayı’nda başına gelen bir hadise ve DEM partililer ile Erdoğan’ın buluşmasındaki tartışmalı fotoğraf
MHP lideri Devlet Bahçeli, Erdoğan’la verilen fotoğraf karesi için 7 Ekim 2025’te “O fotoğraf Türkiye’nin fotoğrafıdır; çekinilecek bir husus görmüyorum” dedi. DEM Parti Eşbaşkanı Tuncer Bakırhan bu yöndeki eleştirileri bir gün öncesinde şu sözlerle yanıtlamıştı:
“Biz bir eleştiri, öz eleştiri partisiyiz, hareketiyiz. Evet, toplum eleştiriyorsa bundan kendimize dersler alıyoruz. Asla topluma rağmen siyaset yapmayız. Toplumun çoğunlukla eleştirdiği bir kareyi de bir zafer, bir başarı, onlara rağmen iyi bir şey olarak anlatmayız ama bir fotoğraf karesine de çok büyük anlam yüklememek gerekiyor…
Binlerce karelik fotoğrafta tebessümlü bir kareyi alıp onun üzerinden Türkiye’nin en dinamik, en kararlı, 12 partisi kapatılmasına rağmen vazgeçmeyen, direnen, duran bir siyasi partisinin böyle, bu biçimde eleştirilmesi doğrusunu söylemek gerekirse bizim açımızdan değil genel anlamda üzücü. Demokrasi adına üzücü…”
Gerçektir; Kemalistlerden kimi milliyetçi mukaddesatçılara oradan da ulusal solculara, Kürt mahallesinde ana akım Kürt hareketine muhalefet eden kesimlere, sağdan sola farklı birey ve topluluklar söz konusu fotoğraf üzerinden DEM Parti’ye yönelik sert, suçlayıcı, itham edici ve bazen de hakaretamiz sözler kullandılar.
Tartışmalar sürüyor, polemik ve demagojiye dönüşebiliyor, haksızlık da edilebiliyor. Meselenin bu yanını bırakıp bu fotoğraf vesilesiyle içeriye, DEM Parti’nin bu noktadaki iç işleyişine yönelik dostça eleştiride bulunmak isterim.
Vaktiyle bu türden mizansen bir görüntünün çekilip kullanılması YNK lideri Celal Talabani’nin de başına gelmişti, oradan başlayalım:
1991 Körfez Savaşı sonucu Saddam Hüseyin’in emrindeki Irak ordusu yenilince Koalisyon güçleri Irak’a ambargo uygulamaya ilaveten Irak helikopterleri ve uçaklarının Kürdistan bölgesi üzerindeki uçuşlarını da yasaklamıştı. O sıralarda Çekiç Güç denetiminde bulunan 36. Paralel kapsamındaki Kürdistan bölgesinde adı konulmamış özerk bir sistem kurulmuş gibiydi.
Saddam Hüseyin, kendince Kürt önderlerini yanına çekip batılılardan uzaklaştırmayı amaçlayan bir plan (kumpas) yapmıştı. Plan gereğince iki tarihi lider Mesut Barzani (KDP) ile Celal Talabani (YNK) Saddam’ın sarayında görüşmeye davet edilmiş; Barzani ve Talabani de davete icabet edip Saray’ın yolunu tutmuşlardı.
Sonrasını bizzat Talabani’ye bırakalım:
“Saray’a gittik, tam kabul salonuna girmek üzereyken kapılar ardına kadar açıldı. Karşımızda televizyon kameraları ve fotoğraf makineleri… Sürekli çekim yapıyorlar. Saddam fırsatı kaçırmadı. Daha salonun kapısından içeri adımımızı atar atmaz aniden gelip bizimle kol boyun oldu; omuzlarımızdan öpmeye başladı; ikimizle de el ele tutuşup kucaklaşarak kameralara poz verdi.
Bizler şaşırmış bir halde aval aval etrafa bakıp ne olup bittiğini idrak edene kadar görüntüler yerli ve yabancı medyayla paylaşılıp kamuoyuna gösterilmişti bile. Ertesi gün Irak gazetelerinde de Saddam ile kucaklaşma, omuzdan öpme, el ele tutuşma vaziyetlerimiz manşetlere taşınmıştı.
O zaman anladık ki Saddam, bize mizansen hazırlayıp tuzak kurmuş; Irak, Kürt ve dünya kamuoyuna ‘Bakınız Kürt liderleriyle aramızda sorun yok, can ciğer kuzu sarmasıyız!’ mesajını vermeyi başarmıştı. Bu da bize büyük bir ders olmuştu.”
DEM mensubu arkadaşlar çatışma ve uzlaşma zamanlarında, eski bir deyimle hazarda ve seferde (barış ve savaş zamanlarında) Kürt tarihinde yaşananlardan haberdar olsalardı, eminim Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşurken “Masalcı Dede’yi büyülenmişçesine dinleyen çocuklar” konumuna düşmemiş olurlardı.
Fotoğrafı içi sızlayarak irdeleyip sorgulayıcı analizler yapan iş insanı bir dostumun haysiyeti de derinden yaralanmış olmalı ki, şöyle serzenişte bulunmuştu: “Mamoste, düşünmeden kendimi alamadım: Erdoğan o görüntüyle acaba şu algıyı mı yaratmak istedi: Bakınız, geçmişte ‘Seni Başkan yaptırmayacağız!’ diyen kesimi, bu kez etrafımda toplamaya başladım bile!”
Hadi, Meral Danış Beştaş Hanım gibi nispeten genç yaşta olmaları hasebiyle eski zaman tecrübelerinden yeterince istifade edememiş olanları bir kenara bırakalım! Peki, HDP-DEM geleneğinden önce başka sol oluşumlarda da yer alıp onların bildiri veya açıklamalarını iyi redakte etmesiyle bilinen, siyasi dağarcığında bir dolu tecrübe biriktirmiş olan Saruhan Oluç’a ne demeli!
Normalde siyaset ve diplomasinin dilinden anlayanlar, böylesi kritik anlarda kendi mensuplarından kimin hangi safta ve karede yer alması gerektiğini veya kimin nasıl davranıp ne konuşacağını önceden belirlemek durumundadırlar. Siyasi kurmay aklı bunu gerektirir. Zira diplomasi, görünüş itibarıyla ince düşünülmüş bir tasarım işidir. Davranış ve konuşmalar bu eksende gerçekleştirilmelidir.
Hamas’ın esir aldığı İsrail askeri Gilad Şalit nasıl kurtuldu?
Güncel iki gelişme sonucu bu konu aklıma düşüverdi:
1-) Malumunuz, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu davası dallanıp budaklanmaya devam ederken, birden devreye Hüseyin Gün isimli birinin savcıya verdiği ifadesindeki “casusluk” konusu ortaya atılıverdi. Medya organları, Hüseyin Gün’ün uluslararası (ABD, İngiltere, İsrail, Gürcistan vs) istihbarat elemanlarıyla irtibatları hakkındaki ifade notlarını özetleyerek haberleştirdi. Konumuzla ilgili olanını, T24 internet gazetesinin 26 Ekim 2025 tarihli nüshasından aktarıyorum:
“Dış İlişkiler ve Operasyonel İşbirliğinden sorumlu eski İsrail Başkan Yardımcısı David Meidan’ın numarasının telefonunda bulunması üzerine Hüseyin Gün’e Meidan ile bağlantısı soruldu. Gün, Meidan ile bir irtibatı olmadığını söyledi. Savcılığın hazırladığı raporda yer alan bilgi notunda Meidan hakkında, ‘Eski bir Mossad yetkilisidir. Gilad Şalit’i serbest bırakma anlaşması sürecinde İsrail Başbakanı Netanyahu’nun özel temsilcisi olarak görev yaptı. Şalit’in serbest bırakılması karşılığında 1027 Filistinli mahkûmun dışarı çıkarılmasını sağladı’ ifadeleri kullanıldı.”
2-) Mısır askeri istihbaratının eski bir görevlisi, geçtiğimiz hafta ülkesindeki medyatik sohbet sırasında Şalit’in bırakılmasının perde arkasını da anlattı. Ancak sohbetin asıl öznesi Hamas örgütünün askeri kolu İzzeddin El Kassam Tugayları komutanı Muhammed El Dayf idi. Dayf, şu anda yaşamıyor çünkü son savaş sırasında İsrail tarafından katledilmişti. Ancak örgüt, muhtemelen militanlarının morali bozulmasın diyerek uzunca bir süre sır gibi saklanan bu ölüm olayını Ocak 2025’te açıklamıştı.
Mısırlı askeri istihbaratçı Hamas ile İsrail arasındaki son esir takasını fırsat bilerek, o zamana kadar kamuoyunda paylaşmadığı mesleki sırrını açıklayarak şunları söyledi:
“Gilad Şalit’in serbest bırakılma hadisesi çok konuşuldu. Farklı ülke ve şahsiyetler devreye sokuldu. Esasen Mısır olmadan veya Mısır ile işbirliği yapmadan başarı şansı olamazdı. Şalit’in bırakılma girişimlerinin ardı arkası kesilmiyordu. İsrail, o zamanlar Alman istihbaratından emekli bir sivilin arabulucu olmasını rica etmişti. Bu istihbaratçı Arap dünyasını iyi bilen ve belli Arap çevreleriyle iyi ilişkisi olan birisiydi.
Ancak bu istihbaratçı ne kadar çabaladıysa da bir türlü istenilen sonucu elde edemedi. Sonunda Mısırlı yetkililerden yardım istedi. O sıralarda İsrail, sürekli Gazze’yi bombalıyordu. Siviller ciddi biçimde zarar görüyorlardı.
Derken günün birinde dışarıdan konuştuğu açıkça belli olan bir genç, sert ve emredici bir ses tonuyla telefonda bana hem uyarıda bulundu hem de bir bakıma kuryelik yapmamı istedi: ‘Tek kelime söylemeden sadece dinle. Söyle o İsraillilere, Gazze’yi bombalamaya son versinler. Yoksa elimizdeki esir asker Şalit’i ölü bellesinler!’ Çattt, telefon kapandı!
Mesajın şifresini şöyle çözdüm: Demek ki Hamas, onca zamandan bu yana ilk defa asker Gilad Şalit’in takas edilmesini ciddi biçimde düşünüyor! Bu görüşümü, üst rütbeli komutanlarımla ve İçişleri Bakanlığı ile paylaştım. Onlar da karşı taraftaki İsrailli askeri yetkililere ulaştırdılar. Mısır hükümeti ile Dışişleri Bakanlığı ise İsrail’deki ilgili kurumlarla temasa geçtiler.
Mısır ile İsrail askeri ve istihbarat yetkilileri meseleyi enine boyuna tartıştılar. Mısırlı yetkililer Hamas ile irtibat sağlayıp iki tarafın şartlarını birlikte incelemek suretiyle belli bir sonuca bağladılar… Sonunda 18 Ekim 2011 tarihinde Şalit’in beş yıllık tutsaklığı sona erdi; 1027 Filistinli mahkûmun serbest bırakılması karşılığında özgürlüğüne kavuştu.
Sonradan öğrendim ki, meğer bana emredici bir tonda telefon eden o genç, Hamas örgütünün askeri kolu İzzeddin El Kassam Tugayları komutanı Muhammed El Dayf imiş.”
Mısırlı emekli istihbaratçının anlatımı burada sona erdi. Şalit’in kaçırılması sonrasında birkaç yıl rehin tutulması ve uzun süren pazarlıklar sonucu bırakılmasının hikâyesini ise Wikipedia ansiklopedisinden aktaralım:
“İsrail askeri Gilad Şalit, 25 Haziran 2006 tarihinde, sınır ötesi bir baskın sonrasında Hamas militanları tarafından ele geçirilip beş yıldan fazla tutsak edilmişti. Hamas, İsrail sınırına yakın yeraltı tüneline gerçekleştirdiği baskınla Şalit’i ele geçirmişti. Uluslararası Kızılhaç Komitesi, tutsaklığı esnasında Şalit’i defalarca ziyaret etme talebinde bulunmuş; fakat Hamas, Şalit’in yeri bulunur diye, bu talepleri geri çevirmişti. Birçok insan hakları örgütü, Hamas’ın bu tutumunu eleştirmiş; Şalit’in hapis koşullarının, uluslararası insan hakları hukukuna aykırı olduğunu iddia etmişti.
Kızılhaç, uluslararası hukuka göre, Şalit ailesinin oğullarıyla görüşme haklarının olduğunu sürekli dile getirmişti. Şalit’le olan tek iletişim, bir aracı tarafından ilk aylarda geldi. Gazi Hamas isimli bir Hamas üyesi, Şalit’in sağ ve durumunun iyi olduğu ve ayrıca İslami kanunlara göre kendisine muamele edildiği yolundaki mesajını iletti. İslami kanunlar uyarınca bir savaş esiri, güvenli barınakta tutulur; yemek ve tıbbi bakım haklarına sahiptir.
Birleşmiş Milletler teşkilatı Gazze Savaşı Misyonu, Eylül 2009 raporunda, Şalit’in bırakılması çağrısında bulundu. 27 Mayıs 2011, Deauville Bildirgesinde, G8 üyeleri, Şalit’in serbest bırakılmasını istedi. Şalit’in tutsaklığı, genelde adam kaçırma olarak algılanıyordu. Kızılhaç teşkilatının kendisini ziyaret etmesine ve Cenevre Sözleşmesinde bir hak olarak belirlenen, ailesi ile görüşmesine izin verilmiyordu.
Fidye olarak para olmasa bile, bir şeyler isteniyordu. Örneğin, Şalit ve dış dünya arasında tutsaklığı dönemindeki toplam iletişim; 3 mektup, bir ses kaydı ve 20 Filistinli Kadın mahkûmun serbest bırakılması karşılığında İsrail esir askerinin görüntüsü ve konuşmasını içeren bir DVD elde etmiş oldu.”
Bu olay ilgilisine şunu göstermektedir:
Aslında hasım taraflar veya düşmanlar arasında en karanlık, en amansız ve en şiddetli çatışmaların yaşandığı dönemlerde bile cephe gerisinde, kapalı kapılar ardında birileri devreye girerek kördüğüm haline gelmiş bazı ikinci veya üçüncü dereceden problemlerin çözümü için girişimde bulunabilirler.
Böylesi dönemlerde siyasetçiler, diplomatlar, iş insanları, lobiler, askerler ve istihbarat servisi görevlileri ya bizzat devreye girerler yahut karşı tarafça da makbul sayılabilecek yerli ve yabancı şahsiyetleri arabulucu olarak kullanırlar.
Kısacası savaş ve çatışma sadece tek yanlı bir vuruşma faaliyeti değildir. Esasında diplomasinin yoğunlaşmış ve kanlı halidir. Savaş ve çatışmayı tamamlayıcı, şiddetini artırıcı veya azaltıcı girişimler ise arka kapı görüşmelerinin tamamlayıcı birer parçasıdır.



