Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Gazze’nin kökten ortadan kaldırılmasına yönelik operasyona farklı açıdan bakmak

Gazze’nin kökten ortadan kaldırılmasına yönelik operasyona farklı açıdan bakmak
Faik BULUT

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, her şeyi göze alarak ve bilhassa Amerikan desteğini fırsat bilerek 16 Eylül 2025 tarihinde Gazze’ye yönelik topyekûn bir saldırı başlattı.

ABD Başkanı, ölümcül taarruzun az öncesinde rehinelerin serbest bırakılması ve ateşkes sağlanması konusunda kesintiye uğrayan Hamas ile İsrail arasındaki müzakerenin yeniden başlatılması için uğraşadursun, 9 Eylül’de İsrail savaş uçakları Katar’ın başkenti Doha’da müzakerelere katılmak üzere toplanacak olan Hamas temsilcilerini gafil avlayabilmek için kaldıkları varsayılan oteli bombalıyordu.

Mısır ve Türkiye istihbaratı tarafından önceden uyarılan Hamas heyeti, toplantı yerini değiştirip başka tedbirler alınca da bombalama sonucu hedefte olmayan beş Filistinli ile iki Katar polisi hayatını kaybetti.

İsrail Başbakanı, bu operasyonda hem dışarıdaki Hamas temsilcilerini topluca ortadan kaldırmayı hem de bu sayede müzakereleri sonlandırıp Gazze’yi işgal etmeyi hesaplıyordu. Evdeki hesap çarşıya uymadı. ABD Dışişleri Bakanı Marco Robio’nun “İsrail’i desteklemeye devam edeceğiz!” demesi ile Netanyahu’nun gönlüne biraz olsun su serpilmiş oldu.

Bir gün sonrasında İsrail tankları Gazze’ye kıyamet ateşi yağdırmaya başladı ve Trump “Gazze taarruzunu savunuyorum” diyerek savaşın siftahını yapmış oldu.

ABD merkezli The Washington Post gazetesi, Eylül başında Başkan Donald Trump ve yönetiminin “Gazze’yi ele geçirme” planlarına ulaşmıştı. Özetle, halkın tehcir edilerek Gazze’nin bir turizm ve yüksek teknolojili üretim-teknoloji merkezine dönüştürülmesi öngörülüyordu.

Başbakan Netanyahu ile Genelkurmay Başkanı General İyal Zamir arasında operasyonun ne şekilde yürütüleceği noktasında tartışma çıkmasına rağmen Gazze’nin istilası, füze ve toplarla başladı. Çok sayıda insan enkaz altında kalarak hayatını kaybetti.

Başından beri ABD bir yandan bombalanan Katar’ın yetkilileri aracılığıyla Hamas/İsrail arasındaki müzakere sürecinin devam etmesi için çalışırken, diğer yandan İsrail’in Gazze ahalisini dayanılmaz askeri baskı altında tutup tümüyle imha etmemesi için devreye girmiş durumda.

İsrail’in tahammül edilmez askeri baskısının (daha doğrusu ağır silahların ölüm ve ateş kusmasının) asıl amacı şudur: Gazze’deki ev, tünel, viranelik ve kuytularda gizlenmekte olan Hamas militanlarına halkın baskı uygulayıp onların ABD ile İsrail’e teslim olmalarını sağlaması. Ahalinin bombaların zoruyla “kaçma ve tehcir edilmesi” ise ikinci aşamanın amacı olarak belirlenmekte.

Sivil katliamlarına aldırmadan belki de haftalarca devam edecek olan uçak, top ve füze saldırılarından sonra İsrail açısından beklenen şudur: Tankların karadan iki koldan Gazze’nin kuzeyindeki Şeyh Rıdvan üzerinden batıya doğru Zeytun mahallesi yoluyla ilerlemeleri.

İsrail’deki rehine ailelerinin, “Evlatlarımızı ceset olarak değil, canlı istiyoruz!” demelerine rağmen Netanyahu’nun buna kulak asmayacağı; terminatör gibi girdiği her mekânı yerle bir ederek ilerleyeceği açıktır.

Londra’da ikamet eden Gazzeli/Filistinli siyaset bilimci ve oyun yazarı Ahmed Nacar, Netanyahu’nun bu pervasızlığının arkasında Trump yönetiminin açık desteğini görüyor ve şöyle diyor:

Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu (BMGK) geçen çarşamba (27 Ağustos) bir araya geldiğinde olağanüstü bir an yaşandı. ABD dışındaki tüm üyeler, Gazze’deki kıtlığı insan eliyle yaratılmış bir felaket olarak tanıdı.

Bu nadir birlik gösterisinde 15 Kurul üyesinden 14’ü; acil ve koşulsuz ateşkes, tüm İsrailli rehinelerin serbest bırakılması ve insani yardım üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması çağrısında da bulundu.

Aslında bu gelişme, tarihsel bir dönüm noktası olabilirdi. Ancak küresel sistemimizin ne kadar arızalı olduğunu gösteren, acı verici, bir başka hatırlatıcı oldu: Dünyanın en yüksek barış ve güvenlik organı (BMGK) tek bir ağızdan konuşsa bile güçsüz kalıyor. Çünkü bir ülke, müttefikini hesap vermekten koruyabiliyor.

Gazze neredeyse sınırsız bir ölçekte yıkıma maruz kalıyor. Aileler tamamen yok edildi, hastaneler bombalandı, çocuklar açlıktan öldü. Ve bu durum, dünya farkındalıktan veya yasal araçlardan yoksun olduğu için değil, ahlakın her zaman iktidara tâbi kılındığı bir uluslararası sistem tasarımından dolayı devam ediyor.

Veto hakkına sahip 5 daimi üyesiyle Güvenlik Kurulu, II. Dünya Savaşı sonrası dünya düzeninin günümüz gerçekliğini artık yansıtmayan bir kalıntısıdır. İnsanlığın kolektif çıkarlarına değil, galiplerin menfaatlerine hizmet etmek üzere kurulmuştur. Ve böylece zulümler meydana geldiğinde, yasa açık olduğunda ve acılar inkâr edilemez bir hal aldığında, Kurul, tek bir başkentin siyasi hesaplarıyla hâlâ susturulabiliyor.

Bu felç durumunun ilk örneği Gazze değil ama belki de en açığı ve en vahşisi. Uluslararası hukuk açlığın bir silah olarak kullanılmasını yasaklasa da Kurul bu yasağı uygulayamaz. Uluslararası hukuk sivillerin ve hastanelerin korunmasını talep etse de Kurul bunu güvence altına alamaz. Bu durum acı bir gerçeği açığa vuruyor: Küresel düzen adalete hizmet için değil, güçlülerin çıkarlarını korumak üzere inşa edilmiştir.

Eğer ABD, İsrail’in hesap vermesini veto edebiliyorsa Rusya da Suriye veya Ukrayna için hesap verme mecburiyetini veto edebilir. Çin de aynı şeyi başka yerlerde yapabilir. Zulümler küresel siyaset oyununda bir pazarlık aracına dönüşür ve mazlumlar kendi eylemleriyle değil, onları ezenlerin ittifaklarıyla cezalandırılır…” (bkz. independent.co.uk/voices, 3 Eylül 2025)

Herkesi kontrol eden olarak tanımlanan ABD, bugün huzursuz, çelişkili, pusulasını kaybetmiş bir hale geldi ve artık kendisinden korkulmuyor. Netanyahu’nun emellerini sınırlamak başta olmak üzere, Amerikan diplomasisinde bölgeye yönelik radikal ve somut bir değişim olmazsa, bölge çapındaki ilişkilerinde bir gerileme kaçınılmaz görünüyor.” (Sam Mensa, 16 Eylül 2025)

Lübnanlı gazeteci ve yazar Badiye Fahs, Gazze ile ilgili operasyonda başından beri iki temel noktaya vurgu yapıyor:

“İsrail ordusu, Gazze şehrini haritadan silmek ve elverdiğince bütün ahalisini imha etmek istiyor. Halka yönelik ‘ölmemek için evinizde kalma ahmaklığında bulunmayın, mekânı derhal terk edin’ yolundaki çağrılar, ‘insani’ gibiymiş gibi görünse de, bu türden çağrı ve uyarılar ezilene, altta kalıp çaresiz olana yönelik bedensel ve ruhsal, maddi ve manevi şiddetten başka bir şey değildir!” (15 Eylül 2025) “Ayrıca imha operasyonları karşısında suskun kalmak fiiliyatta şiddeti meşrulaştırmanın başlangıcıdır.” (1 Eylül 2025)

Beyrut’ta yaşayan Lübnanlı gazeteci Eli El Qusayfi’nin durum tespiti şöyle: “Katar’ın başkenti Doha’ya yapılan İsrail baskını göstermiştir ki, ABD’nin bölgedeki hiçbir stratejisi İsrail’inkinden bağımsız değildir. Dolayısıyla yeni bir Ortadoğu’da yeni bir İsrail ile karşı karşıyayız.” (17 Eylül 2025)

İlgili yorumları okurken satır aralarında bir şey buldum: Meğer ABD’nin Katar’daki devasa askeri üssü, İsrail uçakları bombalamaya giderken bütün sinyalleri kapatmış. Zaten Dışişleri Bakanı Rubio Katar ziyaretinde “radar ve hava savunma sistemleriniz geliştirilmeli” gerekçesiyle Körfez’deki Arap ülkeleriyle yeni askeri sözleşmeler yapıp, onlara silah ve teçhizat satarak ikinci bir savaş vurgunu daha yapmayı planlıyormuş…

Bunun üzerine ülkesinde ABD’nin Ürdün’de kurduğu Tanf üssünün varlığını sorgulayan Ürdünlü fikir ve siyaset erbabı, “Amerikan hava üsleri İsrail saldırılarına karşı biz Arapları koruyamıyorsa bunların bize ne faydası var; başka alternatiflere bakmak lazım!” diyerek çözüm için kara kara düşünmekteler.

Suudi Arabistanlı yazar Saud El Mesud ise ülkesinin bölgede oynadığı role dayanarak daha iyimser bir yorum yapıyor:

Tel Aviv yönetiminin ‘Çatışma Yönetimi’ adı altında kendi şartlarını tek başına dayatıp işine gelen denklemi kurduğu devirler sona erdi; yeni yeni sahneye çıkan bazı güçler bundan böyle bölgenin haritasını çizecektir. Bu çerçevede dünyadaki birçok ülkenin mutasavver bir Filistin devletini tanıması, aslında İsrail’in hareket sınırlarını belirlemeye yöneliktir.” (15 Eylül 2025)

15 Eylül 2025 tarihli nüshasında İsrail’in insanlık dışı savaşına yönelik küresel ölçekteki tepkileri kapak konusu yapan Londra merkezli El Mecelle dergisi şunları öne çıkarıyor:

Coğrafi açıdan birçok yöreye ve diyara yayılacak olan savaş karşıtı protestolar, tarihte görülmemiş bir olay haline gelecektir. Gazze’ye yönelik savaş, öfke ve gazabın birikmesine ve krizin derinleşmesine yol açmıştır.

Mesela İsrail Cumhurbaşkanı İzak Hertzog’un Milli Holokost Müzesini ziyareti sırasında karşısında bir Yahudi topluluk vardı. Taşıdıkları pankartta ‘Bir daha tekrar etmeyecek! İmza: Soykırım Karşıtı Yahudi Cemaati!’ ibaresi yazılıydı.

********

Berlin’deki Kürt-Yahudi Kongresine yönelik önemli uyarılar

Almanya’nın başkenti Berlin, 7 Eylül 2025 tarihinde Kürt ve Yahudi toplumlarını tarihte ilk kez bu ölçekte bir araya getiren bir kongreye ev sahipliği yaptı. Türkiye’deki bazı medya organları bunu “Tarihin ilk Kürt-Yahudi Kongresi olarak” verdi.

Ahmet Akgündüz gibi Türk-İslamcılar ise küfürlü laflar ederek “PKK ve YPG’li teröristler, Siyonist Yahudilerle işbirliği içinde!” söylemine sarıldılar. Türkiye gazetesinde köşe yazarlığı yapan MHP kökenli Nur Tuğba Aktay ise daha da ileri giderek “Katil İsrail, Berlin’de PKK’yı yeniden mi kuruyor?” diyerek bir komplo teorisi geliştiriyordu.(14 Eylül 2025)

Bu konuda Karar gazetesi yazarı Yıldıray Oğur’un (İsrail’in Yükünü Kürtlerin Sırtına Yüklemek) başlıklı makalesinden bazı alıntıları paylaşacağım:

…İsrail’in bir taraftan askeri olarak dokunulmaz görünürken, siyaseten en yalnız, en kırılgan ve dünyanın her yerinde açık ara en nefret edilen ülke olduğu günlerden geçerken Kürt çevrelerin gündemi Berlin’de yapılan Kürt-Yahudi Kongresi idi.

7 Eylül’deki Kürt-Yahudi Kongresi’ni Almanya Kürt Toplumu (Kurdischen Gemeinde Deutschland) ve Yahudi-Alman Pozisyonları (WerteInitiative-jüdisch-deutsche Positionen) birlikte düzenlediler.

Kongreye Alman hükümeti adına İçişleri Bakanlığı Parlamenter Müsteşarı Christoph de Vries ve İsrail’in Berlin Büyükelçiliği’ni temsilen büyükelçilik müsteşarı Guy Giladi katıldı. Ünlü Kürt simalardan katılım ise sınırlıydı. Türkiye’de bilinen isimlerden sadece İbrahim Baran ve Abdullah Demirbaş salondaydı.

Ancak Almanya’daki Alevi toplumunun eski yöneticilerinden ve şimdi Almanya Kürt Toplumu Başkanı olan Ali Ertan Toprak’ın ateşli konuşmasına bakılırsa bazı çevreler bu kongreden fazlasıyla beklenti içindeydi.

Her ülkenin diasporası radikaldir… Avrupa’daki Kürt diasporası da benzer marazlardan malul. Türkiye’den ve bölgeden uzakta Kürtler için mücadele ederken birlikte yaşamak zorunda oldukları komşuları Türkler, Araplar, Farslar değil de Almanlar, Fransızlar, Hollandalılarmış gibi düşünüp, davranabiliyorlar. Batılıları ikna ederlerse otomatik olarak bütün sorunlarının çözüleceğini düşünüyorlar. Üstelik yıl 1922 değil, 2025.

Kürtler için İsrail ile iş tutmayı uluslararası ilişkilerde zaruri ve zekice bir rasyonel ve pragmatik taktik olarak görüyorlar. Aykırı fikirleri ise teslimiyetçilikle, kandırılmakla, Kürt davasına ihanetle suçluyorlar…

PKK davalarından uzun yıllar hapis yatmış, Alevilik üzerine çalışmaları olan Dersimli yazar Nesrin Akgül (Yeni Yaşam gazetesindeki) yazısında kongreyi eleştirdi ve önemli uyarılarda bulundu. Yazıda İttihat ve Terakki ile Yahudilerin ilişkileri, Türkiye’nin kuruluşunu bir ön İsrail’in kuruluşu olarak gören tarihi saptamaları fazla komplocu. Ama özellikle PKK ve Öcalan’ın İsrail okuması hakkında bilgi veriyor.

PKK’nın anti-İsrail olması zaten çok şaşırtıcı değil. 1980’lerde Bekaa’daki Filistin kamplarında örgütlenmiş, Filistinlilerle birlikte İsrail ile birebir çatışmalara girmiş, bu uğurda kayıplar vermiş bir örgüt. PKK resmi hikâyesine göre Öcalan’ın Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye tesliminin arkasında da Mossad var.”

(bkz. https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/israilin-yukunu-kurtlerin-sirtina-yuklemek-1605223, 17 Eylül 2025.)

Daha sonra yazmayı düşündüğümden, şimdilik beş noktaya vurgu yapıp bitiriyorum:

1-) Vurgulayarak belirtmem gerek: Yıldıray Oğur’un yukarıdaki bazı tespitlerini isabetli buluyorum. Ancak onun niyeti ile benimki çok farklıdır. Onunki Türkiye’deki kurulu düzene halel gelmemesidir; bir anlamda hemen her Türk vatandaşının bilinçaltında yatan bölünme-parçalanma endişesidir.

Bendeki niyet ise şudur: Netanyahu’nun yol açtığı dehşet-vahşet-terör-imha nedeniyle ülkesinde ve dünyada lanetlenip tecrit edildiği bir dönemde İsrail’i destekleyen, İsrail’den medet uman izansız ve ferasetsiz kesimlerin, Kürt-Yahudi buluşmaları düzenlemek suretiyle Kürt halkının çıkarlarına zarar verme endişesidir.

Mesela, Türk-İslamcı kesimden bazı yazarlar ve basın, yakın geçmişte “Molla Mustafa Barzani Yahudi kökenlidir” demek suretiyle kendi kamuoyunda Yahudi ve Kürt düşmanlığını körükleyerek bir taşla iki kuş vurmuşlardı.

2-) Berlin’deki kongre duygusal yanı ağır basan bir siyasetsizlik, zamansızlık, basiretsizlik ve hesapsızlık örneğidir. Daha önce telekonferans yöntemiyle yapılan bu tür toplantılardan birinde sıkı Kürtçü olduğunu ifade eden İsrail Muhibbi bir zat, devletinin sözcüsü gibi davranan İsrailli akademisyen Prof. Ofra Bengio için “Kürtlerin Anası” sıfatını kullanmıştı. Oysa yıllar önce Bengio ile görüştüğümde Kürt hareketine karşı Türkiye’nin yanında olduğunu, ülkesinin de uydu yoluyla ve başka yöntemlerle örgüt hakkında topladığı bilgileri TSK ve MİT gibi kurumlarla paylaştığını söylemişti.

3-) “Kesintisiz savaş, kesintisiz yıkım!” kuralına göre savaşan Netanyahu’nun Batılı devletler ve bizzat kendi halkı tarafından alabildiğine eleştirildiği; uluslararası alanda İsrail’e yaptırımların tartışıldığı, İsrailli generallerin bile “Netanyahu, bu ülkeyi felakete götürecektir!” dediği bir ortamda böyle bir Kongre’yi toplamak akıl ve mantıkla izah edilecek gibi değildir.

4-) Nesrin Akgül’ün yazısı ise afaki, yüzeysel ve derinlikten yoksundur. Önemli ölçüde suçlayıcıdır ve İslamcıların komplo tezlerini andırmaktadır. Bence iyi çalışıp bu konularda derinleşmelidir.

5-) Kürtlerin birliğinin kendini dayattığı günümüzde tartışmalı kongreler düzenleyip bunlara itibar etmek, daha ilk günden olumsuz sonucunu vermiştir. Nitekim Kürt çevreler, esas meseleden uzaklaşıp ikinci ve üçüncü dereceden mevzulara daldılar. Bu gibi hususlarda iyi düşünüp akıllıca davranılması gerekmektedir.

Benzer Haberler