BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Hakikatin çöküşü, gücün yükselişi:

Türkiye bağlamında siyasallaşmış adaletin anatomisi

Hakikatin çöküşü, gücün yükselişi:

Doğu ERGİL

Modern dünyanın siyasal dönüşümü, yalnızca kurumların değil, hakikatin de erozyonu doğrultusunda. Gerçeğin sınırlarının bulanıklaştığı, gücün ise gündelik hayatın tüm kıvrımlarına nüfuz ettiği bu dönemde en hızlı çöküş, devletin temel kurumlarında ve adalet sisteminde yaşanıyor. Türkiye, bu küresel dalganın yalnızca bir örneği değil; belirgin bir laboratuvarı hâline gelmiş durumda.

Modern Devletin Üç Ayağı: Hukuk, Bürokrasi, Bilgi Rejimi

Bir devletin ayakta kalabilmesi, üç kurumsal sütunun sağlamlığına bağlıdır:

Hukuk: Bağımsız yargı olmadan adalet üretilemez.

Bürokrasi: Liyakat yerine sadakatin hâkim olduğu bürokrasi, kamu yönetiminde verimsizliğin ve kurumsal çürümenin nedenidir.

Bilgi Rejimi: Bilgi, kamusal hak olmaktan çıkar ve propaganda aracına dönüşürse hakikat, siyasal iktidarın gölgesinde kaybolur. Tabii güven de…

Bir ülkede adalet, bilgi ve bürokrasi aynı anda yozlaşmaya başlamışsa, o ülke geri döndürülmesi zor bir eşiği geçmiştir.

Türkiye’de Adaletin Siyasallaşmasının Üç Aşaması

Türkiye’de adalet sisteminin siyasallaşması bir anda değil, üç aşamalı bir dönüşümle gerçekleşti:

Meşruiyet Aşınması

Yargı, “tarafsız hakem” rolünü yitirerek “iktidarın ceza aygıtı”na dönüştü. Hakim ve savcıların kararlarında hukukî ilke değil, siyasi ölçüler belirleyici hâle geldi.

Gücün Karakter Değiştirmesi

İç politika ile dış politika iç içe geçti. Örneğin, milyonlarca göçmenin -gerekçe ‘insanî olarak açıklansa da- belli siyasi ve ekonomik tavizler karşılığında Türkiye’de tutulması, yargı ve güvenlik politikasının yanında dış işlerinin de iktidar politikaşarının bir aracı hâline geldiğini gösterdi.

Hakikatin Kurumsal Çöküşü

Delilin değil niyetin; hukukun değil iktidarın çıkarlarının; usulün değil algının belirleyici olduğu bir düzen kurumsallaştı.

Türkiye’de adaletin çöküşü tek bir olayın değil, birikimli bir sürecin sonucudur:

2010 Referandumu: Yargı bağımsızlığı tartışmalarının başlangıcı.

2013 Sonrası: Güvenlik merkezli devlet aklı, siyasal alanı daralttı.

2016 Darbe Girişimi: Olağanüstü hâli kalıcı bir yönetim tekniğine dönüştü.

Sonrasında daha tam oluşmamış “hukuk devleti” kurumları, güvenlik devletine evrildi; yasalar, iktidarın araçlarına dönüştü.

Bu aşamada, daha iyi anlaşılsın diye iki devlet modeli kıyaslanmalı:

Güvenlik Devleti ve Hukuk Devleti Arasındaki Fark

Hukuk devleti, bireyi devlete karşı korur. Güvenlik devleti ise devleti bireye karşı korur. Türkiye’de güvenlik-devleti mantığı, son on yılda demokratik kurumların üzerine yerleştirilmiş; hukuk devleti ise “yasa devleti”ne indirgenmiştir.

Güvenlik devletine giden yolda adaletin üç belirgin ölçütü

1. Delilden Çok (Siyasal) Niyetin Soruşturulması

Mahkemeler delile değil, siyasi bağlama bakarak karar veriyorsa, adalet çöküyordur. Bir de buna siyasal rekabet, intikam ve tasfiye amaçları eklenince, adalet bir kontrol ve sindirme aracına döner. Mahkûmlukla esaret arasında bir fark kalmaz.

2. Politik Zamanlama ve Çıkarların Öne Çıkması

Bazı davaların seçim öncesi hızlanması; bazı dosyaların güç pazarlıklarıyla şekillenmesi; yargı organlarıyla idarî kurumlar arasında talimatların gidip gelmesi bunun göstergeleridir.

3. Yargının Dış Politika Aracı Hâline Gelmesi

Tutuklamalar ve tahliyeler diplomatik jestlere dönüşmüş; hukuk uluslararası pazarlıkların bir enstrümanı olmuştur. Yasal olarak ‘terörist’ sıfatıyla etiketlenen örgütlerin, meşru siyasî veya ortak olması son zamanda çok görünen bir olgudur. Bugünün Suriye yönetimi bu konuda tipik bir örnektir. Üstelik bu, Türkiye’ye özgü bir durum da değildir.

Dünyada yükselen otoriter-popülist dalga benzer bir yol izliyor. Bu yolun bileşenleri şunlar:

Kriz yarat

Gerçeği belirsizleştir

Güvenlik vurgusunu artır

Muhalefeti kriminalize et

Bu bir “yeni normal” olarak sunulsa da, toplum ve kurumların uzun vadede taşıyamayacağı bir modeldir.

Bu arada küresel konjonktürün Türkiye’ye etkisi Türkiye’de hukukun gerilemesini dört noktada hızlandırıyor:

ABD–Çin rekabeti, orta ölçekli devletlere baskı uyguluyor.

Avrupa’nın zayıflığı, Türkiye’de insan hakları normlarının etkisini azaltıyor. AB bu konuda eski baskı politikasını sürdüremiyor.

Ortadoğu’daki düzensizlik fiilen bitse de zihinlerde bitmeyen ‘terörizm’ korkusu, Türkiye’yi kalıcı bir güvenlik ikilemine mahkûm ediyor.

Ekonomik kırılganlık, hukuku yöneticilere ve  yatırımcılara güven vermek için esnetilebilir bir araca dönüştürüyor.

Bütün bunlar kurumsal yapının ve onu destekleyen değerlerin/ilkelerin çöküşüne beden oluyor: Hakikat Çöküyor

Hakikat artık epistemik (sistematik ve kanıtlanabilir)  bilgi değil, siyasal bir olgu haline geliyor.

Sosyal medya duygu ve heyecan üretiyor, doğruluk değil.

Algı, olgunun yerini alıyor.

Ortak hakikat zemini çöktüğü için siyaset bir kimlik savaşına dönüşüyor.

Türkiye’de bu süreç daha keskin; zira siyasi mücadele, tarih yorumlarından kimlik çatışmalarına kadar geniş bir alanda hakikat savaşına dönüşmüş durumda. Ama hakikate ulaşmak için değil kimlikleri tahkim etmek ve haklı/üste çıkmak için…

Çöküş Durdurulup, Geri Döndürülebilir mi?

Evet, her bozulan sistem onarılabilir veya değiştirilebilir. Başka bir deyişle: Hakikat kararır; ama yeniden doğabilir. Bunun beş temel koşulu vardır:

Bağımsız yargı

Özgür basın

Şeffaf devlet

Güçlü sivil toplum

Eleştirel ve üretken akademi

Hesap verebilir kurumlar

Hakikat bu altı sütun üzerinde durur. Bu sütunlar olmadan geriye kalan yalnızca algı siyasetidir.

Türkiye’nin en büyük avantajı genç nüfusu değil, tarihsel hafızasıdır. Bu toplum, otoriterlik ile özgürlük, militarizm ile sivillik arasında defalarca gidip geldi. Parlamenter kurumların yüzyılı aşan bir geçmişi var.

Toplumun geniş kesimi hâlâ adalet, özgürlük, insan onuru ve aklın yönetimi taleplerinde ısrarcı.

Sorun kişilerden çok, kurumların zayıflığı ve temsicilerin, ortak iradeyi yönetmek yetkisi verilenlerin kalitesi ve işlevlerine nasıl baktıkları: Geçici bir görev olarak mı bakıyorlar? Yoksa hiç bırakmacakları bir ayrıcalık olarak mı görüyorlar?

Özetle, kurumlar yeniden güçlendiğinde ve yetkililer liyakat ve görev bilinciyle hareket ettiklerinde toplum kendini hızla toparlayacaktır.

Sonuç: Hakikat Susar, Ama Suskunluğu Uzun Sürmez

Türkiye’nin yaşadığı kriz, bir “hakikat krizi”dir. Adaletin olmadığı yerde güvenlik devleti bile güvensizdir.

Kurumlar kişilere göre tasarlanırsa, toplumun kaderi kişisel keyfiyetlere terk edilir. Algı, gerçeğin ucuz ikamesidir; fakat gerçeğin yerini sonsuza kadar alamaz. Hakikat terk edildiği için çöker; ama geri dönmesi için çağrıldığında her zaman gelir.

Benzer Haberler

Şam’dan DSG ile entegrasyon açıklaması |

Şeybani: Ortaklığa inanıyoruz, Kürtlerin haklarına bağlıyız

Barışın dönüşüm fırsatı:

Komünal bir enerji yönetimi ve enerjinin demokratizasyonu

İmamoğlu’ndan partisinin İmralı kararına destek |

“Milletin onayını almayan yöntem” savunması

“Tüm muhalefetin masada olması önemli” |

Hatimoğulları: Süreç seçimden üstündür

Uçum’dan “Kürtçenin özgürlüğü” vurgusu |

"İmralı dinlemesinden sonra süreçte yeni ve somut durum oluşur"

Bakırhan’dan CHP’nin İmralı gerekçesine tepki |

Yüzyıllık bir mesele SEGBİS’e indirilemez, siyaset cesur olmalı