“Enflasyonu artırır” dedikleri bütçe açığını gerçekle alakası olmayan, kendi uydurdukları ‘denk bütçe’ hedefleri çerçevesinde kapatmak için benzine, elektriğe, doğalgaza, suya, KDV’ye yaptıkları zamlar enflasyonu artırırken “Ya biz zam yaparak enflasyonla mücadele ediyoruz. Burada bir tuhaflık var galiba?” diye kendilerine soramayacak kadar zekiler.
İlhan DÖĞÜŞ
Bir önceki yazıda enflasyonun talep kaynaklı olmadığını, böyle olduğunu söyleyen iddiaların çelişkilerini vurguladım. Bu vurguyu firmaların talep artışına tepkilerinin ürünlerin stoklanıp stoklanamadıklarına, sermaye-yoğun mu emek-yoğun mu üretildiklerine, sektördeki rekabet düzeyine ve talebin fiyat esnekliğine göre değiştiği gerçeğine dayandırdım.
Bu yazıda yüksek enflasyonun neden aşırı kar kaynaklı olduğunu, ücretlerin ise düşük enflasyona sebep olduğunu göstermek niyetindeyim. Bunun için öncelikle enflasyonun kök sebebinin, toplam (ulusal) gelir üzerindeki çatışmanın gelirin (üretimin) arz kısıtları nedeniyle artırılamadığı durumda fiyatlara yansıması olduğunu berraklaştırmalı.
Stoklanabilir ve hemen yeniden üretilebilir olan sanayi ürünlerinin arzı, normal zamanlarda, yani tedarik sıkıntıları yokken, kendisini talebe uyarlar. Dolayısıyla dayanıklı sanayi ürünlerinin fiyatları talep değil, maliyet güdümlüdür. Talep artışının fiyat artışıyla karşılık bulduğunu sanan anaakım iktisatçılar, bir önceki güne göre satışları artan her firmanın hemen fiyatlarını artırdıklarını sanacak kadar gerçek hayattan kopuklar. Enflasyonu indirmenin tek çaresi olarak sundukları faiz artışları işe yaramayınca uydurdukları türlü bahaneler arasına bizzat faiz artışı yüzünden artan bütçe açığını sokuştururken bütçe açığı ile yaratılan paranın toplam para arzının maksimum %5’i kadar olduğuna bakmayı ve bu düzeyde bir para miktarı ile %70 düzeyinde bir enflasyonun açıklanamayacağını akledemeyecek kadar bilimseller. Daha kötüsü, enflasyonu artırır dedikleri bütçe açığını gerçekle alakası olmayan, kendi uydurdukları ‘denk bütçe’ hedefleri çerçevesinde kapatmak için benzine, elektriğe, doğalgaza, suya, KDV’ye yaptıkları zamlar enflasyonu artırırken “Ya biz zam yaparak enflasyonla mücadele ediyoruz. Burada bir tuhaflık var galiba?” diye kendilerine soramayacak kadar zekiler.
Tedarik sorunlarının olmadığı zamanlarda toplam gelir üzerindeki bölüşüm çatışması; talebin (yani ücretlerin) tetiklediği üretim artışının birim maliyeti düşürmesi, fiyat artırılmadan karların artmasına imkan tanıdığı için enflasyonist bir baskı yaratmadan vuku bulur. Üretim artırılamadığı zamanlarda ise artan maliyetler yüksek üretime yedirilemeyip birim maliyet düşürülemediği için fiyat artışları kendisini gösterir.
Bölüşüm üzerindeki çatışmanın fiyatlara yansımasını şöyle bir örnek ile netleştirmeye çalışayım: Bilgisayar üreticisi, çiplerin tedariğindeki aksamalar ve enerji fiyatlarındaki artışlar nedeniyle maliyetleri arttığında fiyatlarını artırır. Penye üreticisi de tüketebildiği bilgisayar miktarını, yani yaşam standardını korumak için toplam hasılatını artırmak zorundadır. Hasılatını artırması için ya satış miktarını ya da fiyatlarını artırması gerekir. Tedarik sorunları nedeniyle üretimini artıramadığı için sektördeki gücü ve ürününe olan talebin fiyat esnekliği çerçevesinde (üretim maliyetleri artmamış olsa da) fiyatını artırır. Aynı durum, penye ve bilgisayar tüketen pantolon üreticisi için de geçerlidir. Tükettiği pantolon miktarını korumak isteyen penye ve bilgisayar üreticileri hala üretimlerini artırarak hasılatlarını artıramıyorlarsa fiyatlarını yeniden artırma yoluna gidebilirler. Dolayısıyla tedarik sorunları halledilmediği ya da bu çatışma hükümet tarafından modere edilmediği sürece bir enflasyon girdabına girilir. Artan maliyetlerin çok üzerindeki fiyat artışları ise enflasyonist ortam sayesinde meşrulaşır ve çatışma alevlenir.
Enflasyonu bölüşüm çatışmasının tezahürü olarak gören post-Keynesyen teori daha çok işçi-sermaye arasındaki çatışmayı ima eder. Sermaye gruplarının ve işçi gruplarının kendi aralarındaki çatışmalarının enflasyona etkisini göz önüne alan çalışmalar az ve görece yenidir. Bu teoriye göre özetle, toplam (ulusal) gelirde payını artıran kimse enflasyonun müsebbibi odur. Bunu ampirik olarak serimleyen çok sayıda eski ve yeni bilimsel çalışma yayınlandı.
Benim vurgulamak istediğim ise, bölüşüm çatışmasının sermaye ulusal gelirdeki payını artırdığında yüksek enflasyon ile, emekçiler paylarını artırdıklarında ise düşük enflasyon ile sonuçlandığı… Örneğin Economic Poliy Institute’ün raporuna göre ABD’de enflasyonun ortalama %3 civarında olduğu pandemi öncesinde ücretlerin enflasyona katkısı %62 kadar iken, enflasyonun %8’lere çıktığı pandemi sürecinde %8 kadar. Yani bu son dönemdeki yüksek enflasyona karların katkısı %92.
Şunu da eklemeli: Enerji ve girdi maliyetlerindeki artış da aslında emek-harici maliyet artışı olarak göz önüne alınsa da nihayetinde bu artan gelir, bu girdileri üreten kapitalistlerin ceplerine gittiği için yine kar kaynaklı enflasyonun hanesine yazılmalıdır. Pandemi dönemindeki enflasyonun aşırı karlardan kaynaklandığını Fed de, IMF de, Avrupa Merkez Bankası Başkanı Lagarde da kabul ettiler ama enflasyonu talep kaynaklı gösterip ücretleri baskıladıktan sonra ve hiç de yanılmışız demeden pişkince…
Peki isciler ulusal gelirdeki paylarini ne zaman artırırlar?
Emeğin Gayrisafi Milli Hasıla’daki payı, reel ücretlerdeki artış verimlilik artışının üzerinde olursa artar. Bir başka ifadeyle, işçiler extra ürettikleri fazla ürünü kendileri edinirlerse. Verimlilik artışı yeterince yüksekse nominal ücretlerdeki artış emilir, birim maliyet artmaz. Diğer bir ifadeyle, ücretlerdeki artışın birim maliyeti artırması için üretimin üzerinde bir artış olması lazım. Yani, ücret artışı ile verimlilik artışı arasındaki fark birim maliyeti artırdığı için fiyatlara yansıtılır. Verimlilik artışı ise talebe bağlıdır çünkü firmalar daha çok satacakları beklentisine sahiplerse üretimlerini artırırlar, verimlilik artışını sağlayacak yeni teknolojik inovasyonları tercih ederler. Daha çok satacakları beklentisi yoksa daha çok üretmelerinin bir anlamı olmayacaktır. Ne var ki, kar geliri edinen sermayedarların tüketim eğilimi yüksek gelir düzeyinden ötürü düşük, ücretlilerin tüketim eğilimi yüksektir çünkü tüm ihtiyaçlarını karşılamadıkları için artan gelirleri harcamaya gidecektir. Dolayısıyla verimliliğin artması için tüketim eğilimi yüksek olan işçilerin alım güçlerinin, yani reel gelirlerinin artması gerekir.
GSMH’nin reel büyümesinin, yani enflasyondan arındırılmış büyümenin pozitif olduğu yıllar, hemen hemen tüm ülkelerde reel ücret artışlarının da pozitif olduğu yıllardır. Bu, ücret artışlarının fiyat artışından ziyade üretim (verimlilik) artışını tetiklediğine dair berrak bir kanıttır. Ama bu verilere bakmayı akledemeyen anaakım iktisatçılar, büyümeye enflasyonist derken, ücret artışlarının kendisinden büyük fiyat artışlarına sebep olduğunu iddia etmekten çekinmeyecek kadar da bilimsel etik yoksunudurlar.
Bu ücret artışlarının düşük enflasyona, karların yüksek enflasyona sebep olduğu iddiasını irdeleyen devam etmekte olan bilimsel makalem için yaptığım 22 ülkeyi kapsayan ampirik çalışmaya göre emeğin GSMH’dan payının arttığı, yani bölüşüm çatışmasını emeğin kazandığı yıllarda enflasyon maksimum %5 kadar. %5 düzeyindeki enflasyon ise düşürmek için herhangi bir mücadeleyi gerektirmez (%2 enflasyon hedefinin neye göre seçildiğine dair hiçbir bilimsel çalışma yok). Enflasyonun yüksek seyrettiği tüm yıllarda ve ülkelerde ise karların GSMH’dan aldığı pay artmakta. Örneğin Türkiye’de yıllık enflasyondaki değişim ile emeğin GSMH payındaki yıllık değişim arasındaki korelasyon, -0.50. Enflasyondaki artışın 28.9 ile maksimum olduğu 2021’in 4. çeyreğinde emeğin payı %3.4 düşüyor. Enflasyonun 23 puan düştüğü 2022’nin 4. çeyreğinde emeğin GSMH payı %5.9 artıyor.