Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Kamu bütçesine dair yoksullaştıran neoliberal yalanlar

Kamu bütçesine dair yoksullaştıran neoliberal yalanlar

Yol almak için hakim neoliberal iktisadi paradigmanın kamu yatırımına ve istihdamına, bütçe açığına dönük zihinlerde yarattığı yalan algıyı parçalamakla başlamak gerekiyor zira neoliberal iktisat yoksulluğu meşrulaştırmayı ve yoksulluğun bertaraf edilmesine dönük talepleri baskılamayı kamu bütçesine dair anlatısıyla başarmaktadır.

Bir önceki “Barışın ekonomik etkileri üzerine” başlıklı yazımda “savaş etrafında örgütlenmiş ‘rant devletini’ sosyal refah devletine dönüştürmesi sayesinde yoksulluğu, eşitsizliği ve işsizliği düşürmeye dönük kamu yatırımları ve kamu istihdamı ile refahın yükselmesi” vurgusunu yapmıştım. Yol almak için hakim neoliberal iktisadi paradigmanın kamu yatırımına ve istihdamına, bütçe açığına dönük zihinlerde yarattığı yalan algıyı parçalamakla başlamak gerekiyor zira neoliberal iktisat yoksulluğu meşrulaştırmayı ve yoksulluğun bertaraf edilmesine dönük talepleri baskılamayı kamu bütçesine dair anlatısıyla başarmaktadır.

Maliye politikası, kamu harcamaları, kamu istihdamı, sosyal transferler ve vergi politikası enstrümanları ile hükümetin (Hazine’nin, Maliye Bakanlığı’nın) uyguladığı politika iken, para politikası da Merkez Bankası’nın faizi belirlemesi ve bankacılık sisteminin ihtiyaç duyduğu likiditeyi (rezerv parayı) karşılaması ile yürüttüğü politikadır. Bu, neoliberal iktisatçıların yoksullaştıran temel argümanlarındandır ve 1980 sonrasında , özelleştirme ve deregülasyon (kuralsızlaştırma) ile devleti ekonomiden çeken iktisat politikası tasarımının temelidir. Ülkeleri altın biriktirmek ve ticaret fazlası vermek hedefiyle sömürgecilik yarışına sokan Altın Standardı’nın ve merkantalizmin iki dünya savaşı çıkartıp kapitalist sistemi çöküşe getirmesi, 1929 Büyük Buhranı ve SSCB ile güçlü bir sosyalist alternatifin belirmesi ile sosyalist hareketlerin, sendikaların güçlenmesi karşısında Keynes’in teorik çerçevesini çizdiği ‘talep yönetimi’ne dayalı iktisat politikasına geçildi 1945 sonrasında. Talep yönetimi, başka bir ifadeyle ‘iç talep güdümlü büyüme modeli’, maliye politikasına dayanıyordu. Kolonyalizm yarışına sürükleyerek istikrarsızlaştıran Altın Standardı yerine, sabit kur rejimine ve Dolar standardına dayalı Bretton Woods sistemine geçildi. Dolar’ın değeri altına, tüm diğer para birimleri Dolar’a endekslendi. Nixon’un Petrol Krizi sonrası kaldırdığını ilan edene kadar devam etti bu sistem.

Bu dönemde döviz kurlarının sabit olması gerekiyordu çünkü para biriminin yabancı para birimine göre değerlenmesiyle ucuzlayacak ve dolayısıyla artacak olan ithalat, içerdeki üretimi baskıladığı ölçüde içerde işsizliği artıracak ve ücretleri baskılayacak, bu da hoşnutsuzluk yaratacaktı. Yüksek üretim ve yüksek ücretler ise sendikaları güçlendiriyordu çünkü karlar yüksek talebe, yüksek talep de yüksek ücretlere bağlıydı. Ücretleri yüksek tutmak için de kamunun yatırım ve istihdamı yüksek tutması gerekiyordu. İngiliz iktisat sosyoloğu Bob Jessop’un yerinde vurgusuyla işçi sınıfının eğitimi, sağlığı ücretsiz sunan, herkese ev ve iş sunan sosyalist alternatif tarafından cezbedilmemesi için tavizler vermek gerekiyordu. 1980 sonrasında bu tavizleri verme gereği kalmayınca sosyal refah devleti dönemindeki gibi yüksek reel ücret, düşük işsizlik, ücretsiz sağlık ve eğitim gibi imkanlar sunma gereği kalmadığından, yüksek reel ücretlerle sağlanan güçlü iç talep yönetiminin yerine dışa açık, ihracata dayalı büyüme modeline geçildi.

Artık içerde ücretleri yüksek tutmak gereği kalmadığından, kamu harcamasıyla ve kamu istihdamına gerek yoktu ve iç talebin yerine dış talebe yönelmek gerekiyordu zira daha çok ihraç etmek için ücretleri baskılamak gerekiyordu. Dış ticaretin ve sermayenin finansal akışlarının daha kolay olması için sabit kur rejiminden dalgalı kur rejimine geçmek gerekiyordu çünkü merkez ülkelerdeki finansal sermaye sadece bir ülkedeki finansal varlıklarla sınırlanmak istemiyordu zira gelişmiş kapitalist ekonomilerdeki finansal varlıkların fiyatları spekülasyon yapacak kadar oynak değildi, stabildi faizler de düşüktü. Sabit kur rejiminde Merkez Bankası’nın beklenmedik bir anda devalüsyon yapması, yatırım yapılan ülkeden (Arjantin, Türkiye, Brezilya) edinilmesi beklenen yüksek faiz gelirini ortadan kaldırma riski barındırdığınan dalgalı kur rejimine geçmek gerekiyordu. (Örneğin 1 Dolar 10 TL iken 100 Dolar ile 1 yıl sonra %50 faiz ödeyen devlet tahvili alan bir ABDlı yatırımcı TCMB %100 devalüsyon kararı aldığında 1500 TL’yi tekrar Dolar’a çevirip pozisyonunu kapattığında 75 Dolar almış olacak ve 25 Dolar zarar edecektir). Para politikasına endekslenen günümüz ekonomi politikalarının küresel finans ve çok uluslu şirketlere göre şekillendiği bu dünyada kamu yatırımları ve kamu istihdamı ile iç talebi güçlü kılmanın gereği kalmadığından, para politikasının daha üstün olduğunu vurgulayan teorileri güçlü kılmak gerekiyordu. Bu çerçevede aşağıdaki yalan argümanlar sunuldu:

1) Maliye politikası enflasyonisttir: Bir arz şoku olan 1973 Petrol Krizi’nin sebep olduğu yüksek enflasyonu Keynesçı talep yönetimine, maliye politikasına, kamu harcamalarına bağlayan Chicago Ekolü (öncü temsilcisi Pinochet’e, Thatcher’a, Reagan’a danışmanlık yapan Milton Friedman’dır), ‘enflasyon her yerde her zaman devletin karşılıksız para basmasından kaynaklıdır’ yalanını zihinlere kazıdı. Buna itiraz eden heterodoks (post-Keynesyen ve Marksist) iktisatçıların akademiden ve kamuoyundan dışlanmasıyla konsolide edilen bu söylem hegemonyası ile kamunun ekonomiden tasfiyesi, özelleştirmeler mümkün ve meşru kılındı. Oysa arka planında sınıf çatışması barındıran bu argümanda birçok sorun vardır:

  1. i) Devletin harcadığı anda MB eliyle yoktan para yaratması karşılıksız para basmak değildir çünkü devlet özel sektörden bir mal aldığında ya da bir işçiyi, memuru ise aldığında karşılıksız para basmış olmuyor. Emek ve mal karşılığında ödeme yapmış oluyor.
  2. ii) Piyasadaki para miktarı MB’nin kontrolünde değildir. Para miktarının %90’i, özel sektörün yatırım, tüketim, finansal spekülasyon saikleriyle para talep etmesi karşısında bankalarca yoktan yaratılan mevduat-paradır.
  3. iii) Bütçe açığı kaynaklı piyasaya enjekte edilen para miktarı toplam para miktarının %5’i ile %10’u arasındadır ve bu düzeydeki para miktarı ile (talep kaynaklı olmayan, daha ziyade arz sorunları ve bu arz sorunlarını bahane eden aşırı-kar kaynaklı) enflasyon arasında hiçbir istatistiki anlamlı ilişki yoktur.
  1. iv) MB piyasadaki mal miktarına nazaran çok para bastığı için enflasyon oluyor diyebilmek için MB’nin piyasadaki mal miktarını ölçüyor olması lazım. Hiçbir MB’nin mal miktarını ölçen bir veri seti yok dünyada.
  2. v) Daha çok üretmek için daha çok para lazım. Hem firmalar daha çok kar yapmak için üretirler hem de daha çok üretim daha çok maliyet demektir. Para miktarı sabitse daha çok üretilemez.
  3. vi) İlişkinin yönü enflasyondan para miktarına doğrudur, para miktarından enflasyona doğru değil: Fiyatların artmasına mukabil maliyetleri artan firmaların ve yaşam masrafları artan hanehaklarının kredi talebi artar. Bankalarca onaylanan her yeni kredi, yoktan yaratılan para demektir.
  4. vii) İlişkinin yönü nominal harcamalardan enflasyona doğru değil, enflasyondan harcamalara doğrudur: Fiyatlar aşırı karlar veya maliyetlerden dolayı arttığı için insanlar tüketmek zorunda oldukları ve miktarını düşüremedikleri barınma, giyim, gıda, eğitim, sağlık, ulaşım gibi temel kalemlere daha çok ödeme yapmak zorunda kalırlar.
  5. viii) Bütçe açığı talebi artırdığı için enflasyonu yükseltiyor değil. Gerçekte olan, enflasyonu indirmek bahanesiyle artırılan faizin hem ekonomiyi iflaslarla daralttığı için vergi gelirlerini düşürmesinden hem de bütçe içinden faiz ödemelerini artırmasından ötürü bütçe açığını artırması karşısında denk bütçe hedefiyle talebi esnek olmayan (fiyat artışı karşısında talebi pek düşmeyen) benzine, elektriğe, alkole, ekmeğe, doğalgaza, şekere yapılan zamlardan ötürü enflasyonun nüksetmesidir.

2) Dışlama etkisi (crowding-out effect): Bütçe açığı faizleri artırarak özel sektörün yatırımlarını düşürerek, kamu harcamasının ekonomi üzerindeki olumlu etkisini absorbe eder, dişlar. Bu neoliberal politikalara temel teşkil eden argüman da sorunludur:

  1. i) Bütçe açığının faizi artırdığı iddiası, harcamalarını vergiyle finanse ettiği sanılan devletin bütçe açığını da piyasadan borçlanarak finanse ettiği yanılgısına dayanır. Bütçe açığı arttıkça devletin borcunu ödemekte zorlanacağını düşünen piyasanın devletin batma riski karşısında daha yüksek faiz talep ettiği sanılır. Oysa harcadığı anda MB eliyle yoktan para yaratan devletin batma riski yoktur ve dünyanın hiçbir yerinde bütçe açığı ile kamu borcu eşit değildir çünkü devletler bütçe açıklarını finanse etmek için değil bankalararası faizin MB’nin belirlediği politika faizine yakın olması için bankacılık sektöründeki fazla likiditeyi (rezerv parayı) emmek için bütçe açıklarının çok üzerinde borçlanırlar. Vergi toplamasının amacı da, para birimini ortak para birimi kılmak, politik duruşu çerçevesinde yeniden bölüşüm ve bazı alkol, tütün tüketimi, çevre kirlığlığı gibi davranışları yönlendirmektir.
  2. ii) Bütçe açıklarının GSMH’nin %15’ini vurduğu pandemi yılında faizler ve enflasyon artmadı. Faizler, merkez bankaları tarafından tedarik sorunları ve Ukrayna İşgali nedeniyle artan enflasyonu indirme bahanesiyle 1.5 yıl sonra artırıldı.
  3. iii) Faizler artmadı çünkü faiz piyasada kredi talebi ve mevduat (tasarruf) arzının dengeye gelmesiyle değil, MB tarafından belirlenir. Bankalar kriterlerini karşılayan müşterilerine kredi verdiklerinde yoktan para yarattıklarından ötürü, yoktan yaratılan ürünün üretim maliyeti sıfırdır. Kredinin üretim maliyetinin sıfır olduğunu, 1000 TL kredi istendiğinde de 1 milyar TL kredi istendiğinde de aynı fazın uygulandından görüyoruz. Maliyeti sıfır olan ürünün talep eğrisinden ayrı bir arz eğrisi olmaz. Parayı arz eden bankalar, talep edildiği kadar arz ettikleri için para için arz ve talep eğrileri özdeştir. Dolayısıyla faizin arz ve talep eğrilerinin kesişmesiyle belirlendiği iddiası gerçekçi olmayan bir kurgudur.
  1. iv) Bütçe açığı faizi artırır derken piyasadaki para miktarını azalttığı iddiasına dayandırıyorlar. Ama bütçe açığı enflasyonu artırır derken piyasadaki para miktarını artırır iddiasına dayandırıyorlar. Para miktarını aynı anda azaltması ve artırması mümkün değildir.
  2. v) MB’nin para miktarını kontrol ettiğini, faizin de piyasada belirlendiğini iddia eden teorileriyle uyumlu olarak MB’dan faizi artırmasını değil, para miktarını kısmasını talep etmeleri gerekiyor. Fakat bu çelişkilerini fark edecek entelektüel sorgulama düzeyinde değiller.
  3. vi) Bütçe açığının faizi artıracağı iddiasıyla kamu harcamalarına karşı çıkanlar ile MB’nin faizi artırması gerektiğini söyleyenler aynı kişiler.
  4. vii) İlişkinin yönü ekonomiyi daraltan faiz artışından bütçe açığına doğrudur, tersi değil.
  5. viii) Talep güçlü olduğu sürece yüksek faize rağmen yatırım kredisi çekilebilir. Talep zayıfsa da faizler sıfır düzeyindeyken bile Batı ekonomilerinde yatırım canlanmadı. Yüksek faizin yatırımı baskılaması, faiz artışının iflasa sürüklediği küçük ve orta boy firmaların iflasları ve artan işsizlik nedeniyledir. Büyük firmaların birikmiş paraları ve finansal varlıkları yüksek olduğu için yüksek faizin maliyetini absorbe edecek imkanları vardır. Keza yurtdışından daha düşük faizle borçlanmak ya da kendi tahvillerini satmak imkanına da sahiptirler.

Benzer Haberler