Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Kezban Hatemi yazdı |

Kürt sorununun çözümü ve yapılması gerekenler

Kezban Hatemi yazdı |

Türkiye özelinde, dinsel, dilsel, etnik ve kültürel farklılıklardan kaynaklanan kimlik sorunlarının varlığı göz önüne alındığında, yalnızca Kürt meselesinin değil, tüm kültürel kimlikler alanındaki sorunların kalıcı çözümü için ortak bir kimlik belgesi niteliğinde yeni bir anayasa yapılması gereklidir. 

Kezban HATEMİ

CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN KÜRT SORUNU YAKLAŞIMI VE ÇÖZÜM SÜRECİ

Recep Tayyip Erdoğan, 1991 yılında Refah Partisi İstanbul İl Başkanı’yken Necmettin Erbakan’a sunduğu “Kürt Sorunu ve Çözüm Önerileri Raporu”, ilerleyen yıllarda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) izlediği politikaların zeminini oluşturdu.

AK Parti programında, konu şu ifadelerle yer aldı: “Kimimizin Güneydoğu, kimimizin Kürt, kimimizin terör sorunu dediğimiz olay, maalesef Türkiye’nin bir gerçeğidir. Partimiz, bu sorunun toplum hayatımızda neden olduğu olumsuzlukların bilinciyle; bölge halkının mutluluğunu, refahını, hak ve özgürlüklerini gözeten, Türkiye’nin bütünlüğü ve üniter devlet yapısında zaaf yaratmayacak şekilde kalıcı, tüm toplumun duyarlılıklarına saygılı, etkili ve sorunları kökünden çözmeye yönelik bir politika izleyecektir.”

Bu yaklaşımın en net şekilde ifade bulduğu an, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın 12 Ağustos 2005’te Diyarbakır’da yaptığı tarihi konuşmadır. Erdoğan, konuşmasında şu vurguyu yaptı: “Her sorunu daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku ve daha çok refah ile çözeriz ve bu anlayışla da çözüyoruz, çözeceğiz de. Büyük devlet ve güçlü millet, kendisiyle yüzleşerek hatalarını ve sevaplarını masaya yatıran, geleceğe özgüvenle yürüyen devlettir. Kürt Sorunu da bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur. Sorunların parça parça adresi olmaz; bütün sorunlar Türk, Kürt, Çerkes, Abhaz, Laz… bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak sorunudur. Türkiye’nin geldiği noktadan geri adım atılmayacağını, demokrasinin derinleşeceğini herkesin bilmesi gerekir. Demokratik sürecin geriye doğru yürümesine izin vermeyeceğim.”

Bu sürecin devamında, Demokratik Açılım olarak bilinen çalışmalar başlatıldı. İstanbul Büyükada’daki Anadolu Kulübü’nde Erdoğan başkanlığında, ilgili bakanlar, İstanbul milletvekilleri, AB temsilcileri, dini cemaat liderleri, iş insanları, gazeteciler ve kanaat önderlerinin katılımıyla toplantılar düzenlendi. Demokratik Açılım yalnızca Kürt meselesiyle sınırlı kalmadı, Alevi vatandaşların ve azınlık gruplarının sorunları ile ekonomik meseleler de ele alındı.

2009 yılında AK Parti iktidarı “Kürt Açılımı” kavramını gündeme taşıdı. Amaç, sorunun tüm boyutlarıyla tartışılmasını ve toplumsallaşmasını sağlamaktı. AK Parti, doğrudan bir çözüm önerisi sunmak yerine, farklı kesimlerin fikirlerini alarak ortak bir çözüm politikası oluşturmayı hedefledi. Gelen tepkiler üzerine sürecin adı önce “Demokratik Açılım”, ardından “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak değiştirildi. Sürecin koordinatörlüğünü dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay yürüttü.

Bu kapsamda meslek kuruluşları, STK’lar, üniversiteler, medya, kanaat önderleri ve aydınlarla geniş görüşmeler yapıldı. TBMM tarihinde ilk kez özel bir oturumda, Kürt sorunu ve çözüm yolları tartışıldı. Ayrıca Irak Kürdistanı’ndaki Mahmur Kampı’ndan ve PKK mensuplarından oluşan 34 kişilik bir grubun Türkiye’ye gelişi planlandı. Habur Sınır Kapısı’ndaki karşılamalar, bir yanda sevinç gösterilerine, diğer yanda tepkilere neden oldu.

Ancak sürece en büyük darbeyi KCK operasyonları vurdu. Çok sayıda siyasetçi, belediye başkanı, sendikacı ve STK temsilcisi gözaltına alındı; özellikle Diyarbakır’daki görüntüler (kelepçeli siyasetçiler) halkta umutsuzluğa yol açtı. Ana dilde savunma hakkı ve uzun tutukluluk süreleri, süreci daha da zora soktu.

Bununla birlikte hükümet, TRT Kurdî (TRT Şeş) kanalının açılması, üniversitelerde Kürtçe lisans ve lisansüstü eğitim verilmesi, cezaevlerinde Kürtçe konuşma yasağının kaldırılması gibi önemli adımlar attı.

Devletin, MİT aracılığıyla PKK ve Öcalan ile yürüttüğü “Oslo Süreci”, sızdırılan görüşme kayıtlarıyla sekteye uğradı. Hakan Fidan ve MİT yöneticilerinin tutuklanmak istenmesi krizi derinleştirdi. Aynı dönemde PKK ve devlet arasında şiddetli çatışmalar yaşandı ancak 2012 sonuna gelindiğinde ne PKK hedeflediği “devrimci halk savaşını” başlatabildi ne de devlet PKK’yı askeri olarak tasfiye edebildi.

2012’de cezaevlerindeki açlık grevleri, Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve anadilde savunma hakkı talepleriyle başladı. Uzun bir aradan sonra Öcalan’la yeniden temas kuruldu. Erdoğan, “gerekirse devlet Öcalan’la görüşebilir” dedi. 3 Ocak 2013’te Ahmet Türk ve Ayla Akat, İmralı’da Öcalan’la görüştü, böylece Çözüm Süreci resmen başladı. Ardından Pervin Buldan, Altan Tan ve Sırrı Süreyya Önder de İmralı’ya giderek mektupları Kandil, Avrupa ve Ankara’ya iletti.

Öcalan’ın 21 Mart 2013 Nevruz mesajı, sürecin dönüm noktası oldu: “Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere karşı birleşeceğiz… Artık silahlar sussun, fikirler ve siyaset konuşsun.”

Kandil, olumlu cevap vererek ateşkes ilan etti ve alıkonulan kamu görevlilerinin serbest bırakılacağını açıkladı.

4 Nisan 2013’te 63 kişilik Akil İnsanlar Heyeti, İstanbul’da Erdoğan başkanlığında ilk toplantısını yaptı. CHP ve MHP, heyete üye vermese de TBMM’de Çözüm Sürecini Değerlendirme Komisyonu kuruldu. Ancak CHP ve MHP, Meclis Araştırma Komisyonu’na da katılmadı. MHP, Akil İnsanlar ile görüşmeyi reddetti; yalnızca Şanlıurfa’da CHP İl Başkanı bir heyetle Güneydoğu grubunu ziyaret ederek destek açıkladı.

ÇÖZÜM SÜRECİ VE GÜNCEL DİNAMİKLER

Çözüm süreci, mevcut anayasaya rağmen hükümetin (idarenin) iradesiyle başlatılmıştı. Bu kez, hiç beklenmedik bir anda ve hiç beklenmeyen bir isimden yani MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den gelen çıkış, sürecin kapısını aralamıştır.

Yeni süreç, daha hazırlıklı ve temkinli adımlarla ilerlemektedir. Devlet, ülkenin güneyinde ve Suriye’nin kuzeyinde, sert güç kullanmadan güvenliği sağlama hedefindedir. Gazze ve Lübnan’da yaşanan vahşet ile Suriye’deki gelişmeler dikkate alındığında, amaç; silahların bırakılması, barış ortamının tesis edilmesi ve toplumsal bütünleşmenin sağlanmasıdır. Ancak bu kez tablo, önceki dönemden farklı olarak uluslararası boyutlu ve oldukça kaygan bir zeminde “de facto” bir durumla karşı karşıyadır.

Çözüm sürecine geçmişte en sert tepkiyi verenler MHP ve ulusalcı kesim olmuştu. Bugün MHP içinde cılız tepkiler bulunsa da ulusalcı çevreler ve devletin “zinde güçlerinin” devrede olduğu unutulmamalıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, önceki süreçte yapılan hatalardan ders çıkardığı ve bugün çok daha zor koşullar altında daha temkinli davrandığı görülmektedir.

DEM Parti temsilcilerinin Öcalan’la görüşmeleri sonucunda, Öcalan’ın sadece DEM’i değil, daha geniş bir kamuoyunu muhatap almak istediği; Rojava ve Suriye konularında açıklama yapma, sürece bizzat dahil olma arzusunun açık olduğu anlaşılmaktadır. Bu noktada Öcalan’ın belirleyici konumda olduğu açıktır. Bahçeli’nin “umut hakkı” vurgusu, bu konunun Meclis gündemine gelme ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu göstermektedir.

Sürecin başarısı için ortak aidiyet bilinci oluşturulmalı ve devletin toplumu ikna etmesi sağlanmalıdır. Demokratik çoğulculuk dikkate alınmalı, geçmişte yapılan hatalar tekrarlanmamalıdır. Bunun için öncelikle hukuki zeminin oluşturulması, gerçeklerin serbestçe tartışılabilmesi açısından hayati önem taşımaktadır.

Nitekim 11 Temmuz 2025’te PKK’nın silahları bırakma töreniyle barış süreci resmen başlamıştır. Silahların bırakıldığı an, tarafları incitmeyen, anlamlı, seviyeli ve duygu yüklü bir ritüel olarak tarihe geçmiştir. Artık farklılıklarımızla yeniden barışma, birlikte yaşama kurallarımızı yeniden yapılandırma ve ülkemizi birlikte yönetme aşamasına gelmiş bulunuyoruz.

Sürecin en kritik boyutu “barış dili”dir. Popülist yaklaşımlardan kaçınılmalı, kavramlar son derece özenle seçilmelidir. Sorunun çözüm yeri Türkiye Büyük Millet Meclisi olmalıdır. Burada kurulacak komisyonlarla ve sivil toplumun katılımıyla demokratikleşme süreci hız kazanacaktır.

Terör sorunu, yalnızca güvenlik politikalarıyla değil; siyasi, ekonomik ve sosyal yöntemlerle çözülebilir. Bu nedenle karşılıklı güvenin inşası, sabır ve doğru iletişim stratejileri kritik önemdedir.

Dünyadaki benzer çatışma süreçlerinden ders çıkarılmalıdır. Çözülemeyecek hiçbir ihtilaf yoktur; temel yöntem diyalogdur.

Gazze, Lübnan ve Suriye’deki hızlı gelişmeler karşısında sürecin seçimlerle ilişkilendirilmesi doğru değildir. Bazı siyasi partilerin, muhalefet adına barış sürecine odaklanmak yerine aksi yönde tutum sergilemesi sorunludur.

Sürecin başarıya ulaşması, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yapısı açısından hayati öneme sahiptir. Milliyetçi bir partinin (MHP) lideri olan Devlet Bahçeli’nin süreci başlatması değerli ve ümit vericidir. Kolombiya, Güney Afrika ve Filipinler gibi örnekler bu açıdan ilham kaynağıdır.

Türkiye’nin merkezindeki bu sorunun çözümü için bütün siyasi aktörlerin yeni bir söylem geliştirerek sürece katkı sunması gerekmektedir. Sorun çözülmedikçe süreç bitmez; sadece başarısız olur. Önceki başarısızlık, bugünkü çabaların da başarısız olacağı anlamına gelmez.

Geçmişte sürecin başarısızlığında, iç ve dış sorunların yanı sıra tarafların barıştan ne anladığındaki farklılık ve belirsizlikler etkili olmuştur. Savaşmak kolay, barış inşa etmek ise zor ve uzun bir süreçtir. 47 yılı aşan bu kronik sorunun çözümü, ciddi bir irade ve uzun vadeli çaba gerektirir.

Resmi müzakereler, dünya örneklerinde olduğu gibi gizli yürütülür; bu süreçlerde güvene dayalı iletişim kanalları esastır. Liderlerin basın açıklamaları, yalnızca kendi tabanlarına değil, aynı zamanda karşı tarafa da güven verecek şekilde dengeli olmalıdır.

Müzakereler, yalnızca masada değil; küçük, gayri resmi gruplarla, güven ortamında ilerler. Başarı için sürecin siyasal bir rekabet alanına dönüşmemesi ve bütün aktörlerin ülkenin geleceği için sorumluluk bilinciyle hareket etmesi şarttır. Bu müzakerelerde zafer değil, eşitlik, kapsayıcılık ve güven esastır.

Kürt sorunu, olumsuz yargılar yüklenmeden, objektif ve nötr bir yaklaşımla ele alınmalı; çözümün adresi olarak parlamento öne çıkarılmalıdır. Geçmiş hatalardan ders çıkararak süreci ayakta tutmak ve umutlu bir perspektif geliştirmek zorunludur.

KAPSAYICI TOPLUMSAL BARIŞIN İNŞASINDA HUKUKİ ZEMİN VE İZLENMESİ GEREKEN YOL HARİTASI

Sürece Yönelik Hukuki ve İdari Düzenlemeler

Türkiye gibi uzun yıllar çatışma yaşamış ülkelerin deneyimleri incelendiğinde, çatışmaların çözümünde evrensel ve standart bir yöntem bulunmadığı görülmektedir. Çözüm yöntemi, her toplumun kendi sosyo-politik koşullarına, çatışmanın nedenlerine ve özelliklerine göre şekillenmektedir. Ancak, dünya örnekleri dikkate alındığında, çatışmaya yol açan sorun alanlarının anayasal ve yasal temellerinin ele alındığı; kalıcı barışın tesisi için kapsamlı bir hukuk reformunun hayata geçirildiği görülmektedir.

Bir başka ifadeyle, çatışmalı süreçlerden geçen pek çok ülke, çatışmayı sonlandırmak ve toplumsal bütünlüğü sağlamak amacıyla, toplumsal sözleşme niteliğinde yeni anayasalar yapmıştır.

Türkiye özelinde, dinsel, dilsel, etnik ve kültürel farklılıklardan kaynaklanan kimlik sorunlarının varlığı göz önüne alındığında, yalnızca Kürt meselesinin değil, tüm kültürel kimlikler alanındaki sorunların kalıcı çözümü için ortak bir kimlik belgesi niteliğinde yeni bir anayasa yapılması gereklidir. Mevcut 1982 Anayasası’nın farklılıkları ve çoğulculuğu dışlayan “tekçi” yapısı, kimlik sorunlarını derinleştirmekte ve Kürt meselesi eksenindeki çatışmaya zemin hazırlamaktadır. Bu nedenle barış ve çözüm sürecinde anayasal dönüşüm, ertelenemez bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır.

Ancak Türkiye gibi etnik, dilsel veya kültürel kimlikler ekseninde kırılgan bir yapıya sahip toplumlarda, toplumsal mutabakata dayalı yeni bir anayasa yapımının güçlüğü açıktır. Siyasal kamplaşma, toplumsal kutuplaşma ve karşılıklı güvensizlik ortamında temel ilkeler üzerinde uzlaşmak oldukça zordur. Türkiye’de uzun yıllardır sürdürülen anayasa yapım girişimlerinde bir sonuca ulaşılamamış olması da bu zorluğun somut bir göstergesidir.

Bu nedenle, Türkiye ve benzeri ülkeler için “tedrici/aşamalı anayasa yapım yöntemi” önerilmektedir. Buna göre:

*Mutabakat sağlanamayan hususlar ertelenerek, bu konulardaki düzenlemeler zaman içerisinde oluşabilecek uzlaşmalara bırakılabilir.

*Hak ve özgürlükler temelli bir anayasal düzen üzerinde asgari müştereklerde ortak mutabakat sağlanabilir.

*Türkiye gibi kimlikler ekseninde kırılgan bir zemine sahip ülkelerde, kalıcı anayasa yapımı için gerekli güven ortamının oluşturulması ve barış sürecinin pekiştirilmesi amacıyla, “yol temizliği” ve “güven artırıcı tedbirler” niteliğinde köklü yasal reformlar ve buna eşlik eden idari düzenlemeler kaçınılmazdır.

*Yaklaşık yarım asırlık bir çatışma sürecini sonlandırma, bir asırlık bir sorunu çözme ve kalıcı barışı inşa etme amacıyla başlatılan çözüm süreci, karşılıklı güven temelinde ilerlemelidir. Sürecin derinleşerek devam edebilmesi için, uluslararası hukuk normları ve demokratik ilkeler ışığında, aşağıda sıralanacak olan anayasal ve yasal düzenlemelerin yanı sıra, uygulamaya yönelik idari önlemlerin tedrici olarak hayata geçirilmesi büyük önem taşımaktadır.

ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI HUKUKUNA DAİR ÖNERİLER

1. Türkiye’nin Taraf Olmadığı Belgelerin Onaylanması

Türkiye, bugüne kadar taraf olmaktan kaçındığı aşağıdaki uluslararası insan hakları belgelerini en kısa sürede imzalamalı ve/veya onaylamalıdır:

*Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü

*Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunmasına Dair Çerçeve Sözleşme

*Avrupa Konseyi Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı

*Yerel Yönetimlerin Faaliyetlerine Katılım Hakkına Dair Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı Ek Protokolü

*Avrupa Konseyi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 12 No’lu Ek Protokol (henüz onaylanmamıştır)

*Avrupa Konseyi Avrupa Vatandaşlık Sözleşmesi

2. Mevcut Çekincelerin Kaldırılması

Türkiye, aşağıdaki insan hakları sözleşmelerine koymuş olduğu çekinceleri ivedilikle kaldırmalıdır:

*BM Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (Madde 27)

*BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme (Madde 13)

*BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (Maddeler 17, 29 ve 30)

*Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı (Maddeler 1, 4/6, 6/1, 7/3, 8/3, 9/4, 6, 7, 10/2, 3 ve 11)

*Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1 No’lu Ek Protokol (Madde 2)

ANAYASAL ÖNERİLER

1. Etnik, Dini ve İdeolojik Referansların Kaldırılması

Anayasada herhangi bir etnik, dini veya ideolojik referansa yer verilmemelidir. Bu bağlamda, Anayasa’nın başlangıç kısmı sorunludur ve kaldırılmalıdır.

2. Vatandaşlık Düzenlemesi

İki alternatiften biri tercih edilmelidir:

*Vatandaşlık tanımına hiç yer verilmemesi,

*Vatandaşlığın, herhangi bir etnik, dini veya kültürel kimliğe atıf yapmadan, tüm farklılıkları kapsayan bir kavramla tanımlanması.

3. Kültürel Kimlik Hakları

Aşağıda azami düzeyden asgariye doğru sıralanan seçeneklerden biri benimsenebilir:

*Kültürel kimliklerin kendilerini ifade, koruma, geliştirme ve yayma hakkı genel bir koruma düzenlemesiyle güvence altına alınmalı ve buna ilave olarak, kültürel kimlik haklarının önemli bir parçası olan dil hakları (başta ana dilde eğitim hakkı olmak üzere) tüm boyutlarıyla düzenlenmelidir.

*Yalnızca genel bir koruma düzenlemesi veya dil hakları güvencesi sağlanabilir.

*Kültürel kimlik haklarının kullanımını yasaklayan herhangi bir hüküm (örneğin mevcut Anayasa m.42/10) yeni anayasada yer almamalıdır.

4. Yönetim Yapısına Dair Öneriler

Adem-i merkeziyetçi bir yönetim tarzı benimsenmeli; bu doğrultuda iki aşamalı bir yol haritası izlenebilir:

Minimal talep:

*Mevcut yerel yönetimlerin özerkliğini güçlendirecek düzenlemeler yapılmalı.

*İdari vesayet denetimi yalnızca hukuka uygunlukla sınırlandırılmalı.

*Daha güçlü bir yerel yönetim reformuna zemin hazırlayan açık hükümler anayasada yer almalıdır.

Maksimal talep:

*Üniter devlet yapısı korunarak bölgesel yönetim modeli benimsenmeli.

*Bölgesel yönetimler idari ve siyasi özerklikle donatılmalıdır.

5. Siyasi Partiler ve Demokratik Siyaset

*Siyasi partiler anayasal güvenceye kavuşturulmalı.

*Siyasi partilerin kapatılması müeyyidesi kaldırılmalı; kaldırılmaması halinde, AİHM ve Venedik Komisyonu kriterleri esas alınmalıdır.

*Ayrılıkçılık dahil tüm düşüncelerin siyasi parti olarak örgütlenebilmesinin önü açılmalıdır.

*Genel seçimlerde alınan oy oranına göre hazine yardımı esas olmalıdır.

YASAL DEĞİŞİKLİKLER VE YENİ YASA ÖNERİLERİ

Türkiye’de çözüm sürecinin başarıyla yürütülmesi ve kalıcı barışın sağlanabilmesi için mevcut mevzuatta köklü değişiklikler yapılmalı ve yeni yasal düzenlemeler hayata geçirilmelidir. Bu kapsamda:

1. Mevcut Kanunlarda Değişiklik Gerektiren Düzenlemeler

Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi Kanunu

2. maddenin (a) bendinin ilk cümlesi olan “Eğitim ve öğretim kurumlarında, Türk vatandaşlarına Türkçeden başka hiçbir dil, ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” hükmü kaldırılmalıdır.

Milli Eğitim Temel Kanunu

Ana dilde eğitim ve çok dilli öğretime imkan tanıyacak şekilde değiştirilmelidir.

İl İdaresi Kanunu

Adem-i merkeziyetçi yönetim anlayışını güçlendirecek düzenlemeler yapılmalıdır.

Soyadı Kanunu ve Nüfus Hizmetleri Kanunu

Bireylerin etnik ve kültürel kimliklerini ifade eden isimlerin serbestçe kullanılabilmesi sağlanmalıdır.

Siyasi Partiler Kanunu ve Milletvekili Seçimi Kanunu

Partilerin kapatılmasını zorlaştıran, demokratik çoğulculuğu güvence altına alan düzenlemeler yapılmalıdır.

Terörle Mücadele Kanunu (TMK)

Tamamen yürürlükten kaldırılmalı; kaldırılmaması halinde ise, ilk maddesindeki “terör tanımı” uluslararası normlara uygun şekilde yeniden yapılmalıdır.

Bu tanım değiştirilmeden TMK ve TCK’da yapılacak değişiklikler anlamlı olmayacaktır.

Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun

İfade özgürlüğünü ihlal eden hükümler kaldırılmalı.

Siyasi mahkûmlar için hak temelli düzenlemeler yapılmalıdır.

Köy Kanunu

Köylerin kültürel ve yerel yönetim özerkliğini artıracak değişiklikler yapılmalıdır.

2. Yeni Kanun Önerileri

“Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu” Kanunu

Her türlü ayrımcılıkla mücadele eden bağımsız bir kurul oluşturulmalıdır.

“Hakikat ve Adalet Komisyonu” Kanunu

Geçmişte yaşanan hak ihlallerini araştırmak, toplumun barış sürecine adaptasyonunu sağlamak amacıyla bağımsız bir komisyon kurulmalıdır.

Toplumsal Entegrasyon Yasası

PKK’nın silah bırakmasının ardından, örgüt mensuplarının ve cezaevlerindeki siyasi mahkûmların topluma yeniden kazandırılmasını sağlayacak hukuki çerçeve oluşturulmalıdır.

Bu düzenleme, rehabilitasyon ve toplumsal barışa entegrasyonu da kapsamalıdır.

UYGULAMAYA YÖNELİK ÖNERİLER

Kürt sorunu, esasen Kürt kimliğinin reddi, inkârı ve asimilasyon politikalarına dayanmakta; bu nedenle sorun sadece bu politikaların terk edilmesiyle çözülemez. Kalıcı bir çözüm için:

*Siyasi ve hukuki sistem, özgürlük ve eşitlik temelinde yeniden dizayn edilmelidir.

*Bu süreç, geniş toplumsal uzlaşıyı gerektirir.

Yaklaşık bir asırdır görmezden gelinen ve yönetilebilir bir sorun olarak ertelenen Kürt meselesi, zamanla daha karmaşık hale gelmiş; aktörlerin sayısı artmış, maliyet büyümüştür. Son çözüm girişimleri sonuçsuz kalmış, ancak bugün Türkiye, en ciddi ve kapsamlı çözüm sürecini yaşamaktadır.

Türkiye toplumu, bu sorunun çözülmesinin:

*Toplumsal barışı güçlendireceğini,

*Demokrasiyi kökleştireceğini,

*İnsan hakları standartlarını yükselteceğini,

*Ekonomik performansı artıracağını bilmekte ve bu nedenle sürece destek vermektedir.

Güneydoğu’da, yaşanmışlıklar nedeniyle çözüm sürecine destek ve beklenti en üst düzeydedir. Ancak, son günlerde yaşanan bazı olaylar toplumda yeni fay hatları yaratmaktadır. Kalıcı barışın sağlanması için bu tür toplumsal çatışmaların önüne geçilmeli ve sürecin, farklı kesimlerin taleplerini gözeterek yönetilmesi sağlanmalıdır. Bu noktada akil insanlar ve sivil toplum örgütleri, kritik bir rol üstlenmelidir.

11.07.2025 tarihinde PKK’nın silahları yakma töreniyle birlikte barış süreci resmen başlamıştır. Şimdi, farklılıklarımızla yeniden barışmalı, birlikte yaşama kurallarımızı yeniden yapılandırmalı, ülkemizi birlikte yönetmeli, birlikte savunmalı ve birlikte çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmalıyız.

×KEZBAN HATEMİ KİMDİR?

2 Kasım 1950 yılında İstanbul’da doğdu. 1972 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Kadın hakları ve azınlık hakları konusunda çalışmalar yaptı. İstanbul Barosu’na kayıtlı serbest avukat olarak çalışan Hatemi, Türkiye’deki Cemaat Vakıfları ve sorunları hakkındaki yasal düzenleme ve kanun çalışmalarında görev aldı, kişisel raporlar verdi. Türkiye’deki Katolik, Ortodoks ve Süryani cemaatlerinin ve Patrik Bartholomeos’un avukatlığını üstlendi. Hrant Dink davasında Rakel Dink’in avukatlığını yaptı.

Hatemi, 2013 yılındaki Çözüm Süreci kapsamında kurulan Akil İnsanlar Heyeti’nde yer aldı.

Benzer Haberler