Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Kıbrıs’ta Türk‘e devlet, Kürdistan’da Kürd‘e esaret, öyle mi?

Kıbrıs’ta Türk‘e devlet, Kürdistan’da Kürd‘e esaret, öyle mi?

Memo Şahin

Türk devleti, geçtiğimiz günlerde Kıbrıs işgalini törenlerle, bandolarla, balolarla diyecektim ama, artık Yeni Türkiye’de balolar revaçta olmadığı, out olduğu için camilerde verilen vaazlarla kutladı.

Kıbrıs’ın kuzey yakası, elli yıldır işgal altında. Avrupa Birliği (AB) ilerleme raporlarında Türkiye her yıl mütemadiyen Kıbrıs’ta işgalci bir güç olarak tanımlanıyor ve AB ile üyelik önündeki en büyük engel de bu.

Türk devleti, toprak bakımından Batman‘dan küçük, barındırdığı nüfus ile Bitlis ili büyüklüğündeki Kıbrıs’ın işgal altındaki bölümünde yaşayan 400 bin insana devleti, 30 milyon Kürd’e ise esaret ve köleliği hak görüyor, Kürd’ün bir anaokuluna sahip olmasına dahi tahammül etmiyor.

Madem böyle, bakalım biraz Kıbrıs’a.

Doğu Akdeniz’in ortasında yer alan Kıbrıs Adası, yaklaşık 9.250 kilometre kare büyüklükte ve bugün itibari ile yaklaşık 1,25 milyonluk bir nüfus barındırmakta. Ve jeopolitik konumu ile yüzyıllardır bölgesel ve uluslararası aktörlerin ilgi odağı olmakta.

Ada’nın Türklerle tanışması 1571 yılına dayanır. Osmanlılar 1571 yılında Kıbrıs’a ayak basarak adayı işgal ederler. O tarihten itibaren de Kıbrıs, Rumların yanısıra Türklere de ev sahipliği yapmaya başlar. 1878 yılında Kıbrıs yine el değiştirir ve Osmanlı adayı terketmek zorunda kalarak, bu kez Britanya’nın denetimine geçer.

20. yüzyılın ortalarında Yunanistan destekli Enosis (birleşme, ilhak) fikri Rum toplumunda, taksim, bölünme fikri ise Türkiye ile bağların güçlenmesini amaçlayan Türk toplumunda güç kazanır. 1955 ile 1959 arasında EOKA (Ethniki Organosis Kyprion Agoniston – Kıbrıslı Rumların Ulusal Örgütü), İngiliz yönetimine karşı silaha sarılır.

Bu mücadele sonucu Enosis gerçekleşmez, ama Kıbrıs, 1960 yılında kendi kaderini ele alarak İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin garantörlüğünde Rum ve Türk toplumları siyasi planda eşit kılınarak bağımsız bir devlete dönüşür.

Bu durumdan her iki toplumdan ırkçı ve kör milliyetçiler rahatsızlık duyar. Fazla geçmeden 1963 yılında Enosis yanlıları anayasanın kodlarıyla oynamaya başlar ve bu, kanlı olayların başlamasına sebep olur. Bu nedenle de 1964’ten bu yana BM Barış Gücü adada görev yapmaya başlar.

1974 yılına gelindiğinde ise Kıbrıs iki etnik grup arasında bölünür. Rum subaylar, Yunanistan’daki askeri cuntanın desteğiyle Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı darbe yaparak Enosis’i gerçekleştirmeye çalışır. Buna misilleme ise geçikmez. Türkiye 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a asker çıkararak kuzey kısmını işgal eder. Bununla da yetinmeyerek demografi, nüfus yapısı ile de oynar ve 100 binlik nüfusu, Türkiye’den adaya taşıdığı insanlarla 400 bine çıkarır. Ve ardından da 1983 yılında işgal ettiği topraklarda‚ Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ilan eder ve dünyada sadece kendisi tarafından tanınan bir devlete de imza atmış olur.

Adanın güneyinde varlığını sürdüren Kıbrıs Cumhuriyeti ise uluslararası toplumun bir parçası, Avrupa Birliği (2004) ve Birleşmiş Milletler Örgütü üyesidir.

Kıbrıs Cumhuriyeti (Rum kesimi) yaklaşık 5.896 km² (%63) büyüklükte, Türkiye’nin işgal ettiği Kuzey yakası ise 3.355 km² (%37) civarındadır.

Türkiye, 1974 işgalini meşru saymakta ve çözüm olarak da iki devletli bir çözüm savunmaktadır. Buna karşın Yunanistan ve uluslararası kuruluşlar, BM ve AB, federatif bir çözümde ısrar etmektedir.

Kıbrıs sorunu, elli yıldır Türkiye ile Yunanistan rekabetinin, AB ile Türkiye ilişkilerinin ve Doğu Akdeniz jeopolitiğinin merkezinde yer alan çok boyutlu bir kriz alanıdır. Tüm bu güçlük ve sorunlara rağmen, adadaki iki halkın barış içinde bir arada yaşayabileceği bir düzenin kurulması mümkündür. Bu da eşit hak ve hukuka dayalı federal bir devletten başkası değildir.

Kıbrıs Türk toplumu, Türkiye adayı işgal etmeden önce iki egemen güçten biriydi, devletin tüm kademelerinde temsil hakkına sahipti. Dil ve kültürleri okullarda, sokak ve pazarda, devlet kurumlarında serbestti.

Kıbrıs’ta 400 bin insan için federasyonu dahi yeterli görmeyen, uluslararası topluma rağmen ayrı bir devlette ısrar eden Türkiye’nin egemenlik ve boyunduruğu altında yaşayan 30 milyon Kürdün hangi hakları var 2025 yılında?

Kürtler, Türklerle eşit mi?

Kürt varlığı anayasada tanınıyor mu?

Kürt dili, eğitim, öğretim ve kamuda kullanılabiliyor mu?

Kendi toprakları üzerinde kendilerini yönetme hakkına sahip mi?

Şayet, yanıtınız hayırsa, işte Kürt sorunu tam da budur.

Nasıl tanımlıyor Mehmed Uzun bu durumu romanında?

“Ji roava re elektrik û rê

Ji rohelat re cendirme û qereqol”

Kürtler son yüzyılda birçok kez silaha sarılmak zorunda kalmışlarsa, bundan dolayıdır.

Ve şöyle özetliyor Mehmed Uzun son söz bağlamında:

„Bav û kalên me çi gotine?

Şixul çek e

Li paşila xwe ke

Te hewce tê, derî lê veke…”

Kılın Kürtleri Türklerle her alanda eşit, ne Kürt sorunundan bahseden ne de silaha sarılan tek bir Kürt kalır.

Otuz milyon Kürt, 250.000 km²’lik toprakları üzerinde Türklerin 65 yıldır Kıbrıs’ta sahip oldukları hakları istiyorlar ne eksiği ne de fazlası!

Benzer Haberler