Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Kürt din alimi Şêx Murşid El Xeznewî:

Kürtler sadece dua etmeyecek, kendi yolunu da çizecek

Kürt din alimi Şêx Murşid El Xeznewî:

Şêx Murşid El Xeznewî ile yapılan bu röportajda, Rojava’nın çoğulcu geleceğinden, kadınların siyasetteki yerine, Şam rejiminin dayattığı katı kurallara; Abdullah Öcalan’ın barış çağrısından, Kürtlerin ortak siyasal vizyonuna kadar pek çok çarpıcı başlık var. “Kürt kimliğim ve dini inancım beni aynı yöne yönlendiriyor; özgürlük, adalet ve halkımın haklı davası.”

Rojavalı din alimi Şêx Murşid El Xeznewî, yalnızca dini bilgisiyle değil; Kürt halkının kolektif hakları, çoğulculuk, adalet ve özgürlük temelinde yürüttüğü siyasi-diplomatik çabalarıyla da dikkat çekiyor. Bu röportajı yapmamızın temel sebebi tam da bu çarpıcı birleşim: Bir din aliminin, baskı, dışlama ve sömürünün karşısında dururken, İslam’ın özüyle çelişmeden, halkının siyasi ve ulusal haklarını savunabilmesi mümkün mü?

Şêx Murşid El Xeznewî, bu soruya tereddütsüz yanıt veriyor: “Din, rejimlerin aracı değil; mazlumların yanında duran bir güçtür.” Onun söylemlerinde ne katı ideolojik kalıplar var ne de dini araçsallaştıran iktidar hesapları. Aksine, İslam’ın adalet çağrısını halkının kaderiyle buluşturan bir perspektif…

Belki de en önemli yanı, din ile siyasetin çatışmak zorunda olmadığını, tam aksine birbirini ahlaki olarak besleyebileceğini göstermesi… Ve bunu da yalnızca bir teori olarak değil, sahada aktif çaba gösteren bir aktör olarak dile getirmesi. Bu söyleşi, alışıldık bir din alimi portresinin çok ötesine geçiyor. Okurken yalnızca bir figürü değil, bir halkın onurlu duruşunu, kimliğini, inancını ve geleceğe dair umudunu göreceksiniz.

Şêx Murşid El Xeznewî, Numedya24’ten Diyar CİWAN’a konuştu.

*İki hafta önce babanız Şêx Maşûq Xeznewî’nın şehadetinin 20. yıldönümüydü. Şêx Maşûq dini asla siyasi çıkarlar için kullanmamanın önemini vurgulardı hep. Son yıllardaki çalışmalarınıza ve çabalarınıza baktığımızda, siyasi ve diplomatik çalışmalarınızı hangi kimlikle, yani bir Alim olarak mı yoksa Kürt kimliğinizle mi yürütüyorsunu?

Babam Şêx Maşûq, dinin kişisel veya dar siyasi çıkarlar için kullanılmaması gerektiğini söylerdi hep ve dinin bir zorbanın baskı aracı olmaktan daha yüce olduğuna inanırdı. Ne yazık ki Kürtlerin tarih boyunca deneyimlediği gerçeklik de dinin bu tür bir araç olarak kullanılıyor olmasıdır. Dikta rejimler Kürtlerin dinlerine olan bağlılıklarını baskı, dışlama ve Kürt kimliğini yok etme girişimlerini meşrulaştırmak için bir silah olarak kullandılar. Bunu, dini söylemlerde bulunanların Afrin’de halkımıza karşı başlatılan haksız savaşta, adalet ve barış gibi sahte sloganların arkasına saklanarak, Kürtlere karşı yürüttüğü savaş sanki İslami bir fetihmiş gibi minberleri ve camileri de kullanarak Fetih Suresi’ni okurken açıkça gördük. Oysa bu aslında masum, savunmasız insanlara karşı canice bir saldırıdan başka bir şey değildi. Bu nedenle, Şehitler Şêxi Maşûq Xeznewî’nin vurguladığı şeyi yeniden teyit ediyoruz ve bu politikalar hakkındaki pozisyonum açık ve kesindir: Din, rejimler için bir araç, adaletsizliği meşrulaştırmanın bir yolu olmamalı. Sorunuza gelince, işimi hangi kimlikle yapiyorum? Aslında, her iki kimlik tarafından yönlendiriliyorum: İnandığım Kürt kimliğim ve beni adaletsizliğe karşı durmaya mecbur eden dini kimliğim. Bu, şehit olan babamin uyardığı şeyin kapsamına girmiyor.

DİNİM, ADALET SAĞLANANA KADAR BU MAZLUM HALKIN YANINDA DURMAMI EMREDİYOR

*Bu iki kimliği bir arada yürütmek zor olsa gerek. Çünkü sonuçta hassas bir durum.

Dini kimliğimi kişisel, politik veya taraflı çıkarlar için asla kullanmiyorum. Bir siyasi partiye sahip değilim ve tarafgir bir siyasal mücadeleye girmiyorum. Aksine, halkımın haklı davasını desteklemek için dinin gücünden ilham alıyorum. Bu dinin kullanılması ya da sömürülmesi değil; aksine, onun özüdür! Din, beni motive eden ve ezilen halkımın yanında durmamı mecbur kılan bir şeydir. Dinin amacını ve Yüce Tanrı’nın peygamberleri ve elçileri gönderme nedenini anlamak için Kutsal Kuran’ı okuduğunuzda, amacın adalet ve adaletin elde edilmesi olduğunu açıkça göreceksiniz. Delil, Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki şu sözleridir: “Andolsun ki, peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanlar adaleti yerine getirsinler diye, onlarla birlikte Kitabı ve mizanı indirdik.”

Burada kıstas, adalettir. Minbere çıkıp İslam’da adaletten nasıl bahsedebilirim ki, minberin altındaki bir Kürt bana bakıp, “Adaletin nerede? Beni neden kapsamıyor?” diye soruyorsa eğer. Eşitlikten nasıl bahsedebilirim ki, bir başka Kürt merakla, “İddia ettiğin eşitlik nerede? Beni neden kapsamıyor?” diye bağırıyorsa? Dolayısıyla, dinim, adalet sağlanana kadar bu mazlum halkın yanında durmamı emrediyor. Ayrıca İslam, kimliğimi, namusumu, toprağımı ve servetimi bu gaspçılardan korumamı emrediyor. Beni destekleyen ve onları korumak ve savunmak için elimden geleni yapmama izin veren, bu yolda öldürülsem bile İslam’dır. Bana şehitlik ünvanını veren İslam’dır.

İmam Müslim’in rivayet ettiği Hadisi Sahih‘ten (Sahici Hadis) yola çıkarsam eğer, bir adam Allah Resulü’ne (s.a.v.) geldi ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü, bir adam gelip malıma el koymaya çalışırsa ne dersin?” O da şöyle dedi: “O zaman ona malını verme.” Adam: “Benimle dövüşürse ne dersin?” Peygamber şöyle dedi: “Onunla dövüş.” Adam: “Beni öldürürse ne dersin?” Peygamber: “O zaman sen şehitsin.” Adam: “Onu öldürürsem ne dersin?” Peygamber: “O, cehennem ateşindedir.”

Bu yüzden benim pozisyonum sabittir: Ben dini siyasi çıkarlar için kullanmıyorum. Aksine, din bana mazlumların yanında durmamı ve zalimlerin karşısında olmamı emrediyor, Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Zulmedenlere meyletmeyin ki, ateş size dokunmasın.” Din bana gerçeğin sesi olmamı ve otoriter rejimlerin Kürt halkının yoluna döşediği mayınları sökmemi emrediyor. Şehitler Şêxi Maşûq’un dediği gibi: “Düşman Kürtlerin yüzüne mayın gibi din yerleştirdi, öyle ki haklarımızı talep edersek dinin dışında olduğumuz söyleniyor. Benim görevim bu mayınları sökmek. Ki ancak böylelikle halk ve politikacılar gasp edilen haklarına doğru güvenle ilerleyebilir. Ve Şêx Maşûq’tan öğrendiğimiz gibi, haklar hediye olarak verilmez birilerine veya ölülerin ruhları karşılığında sadaka olarak sunulmaz. Aksine, haklar zorla alınır! Bugün taşıdığımız misyon budur: Gasp edilen haklarımızı geri almak için birlik olacağız, din veya siyaset adına bize dayatılan tüm kısıtlamaları kıracağız ve tüm dünyaya halkımızın yenilmeyeceğini, kırılmayacağını kanıtlayacağız.

KÜRT KİMLİĞİ BİR VAROLUŞ MESELESİDİR, BİR VARLIK MÜCADELESİDİR

*Kamuoyu Şêx Murşid El Xeznewî’yi bir din alimi olarak tanıyor, ancak kolektif haklardan ulusal çıkarlara, siyasetten diplomasiye kadar birçok alanda daha Kürt bir duruş sergilemeniz dikkat çekici. Aslında bu Kürtler için alışmadık bir durum. Bazen o ince çizgiyi aştığınızı düşünüyor musunuz?

Aştığım düşünulen sınırlar, baskıcı rejimlerin Kürtleri tarihin kenarlarında tutmak, yapay siyasi duvarların ardında hapsetmek ve tüm bir halkın özlemlerini kısıtlamak için koyduğu kısıtlamalardan başka bir şey değildir. Ancak sarsılmaz gerçek şu ki; Kürt kimliğim de salt ulusal bir aidiyet meselesi değildir; Bu bir varoluş meselesidir, bir adalet meselesidir, çağlar boyunca onu silmeye çalışan rejimlere karşı bir varlık mücadelesi meselesidir.

 

Din alimi olmam, halkımın sorunlarından uzaklaşmak anlamına gelmez. Gerçek dini mesaj, ne izolasyonda ne de tarafsızlıkta yatar. Alimlik, adaletsizlikle yüzleşmekte ve gerçeğe tam olarak bağlı kalmaktan geçer. Ulusal davamıza bağlılık ve haklarımızı talep etmek eğer sınırları aşmak olarak görülüyorsa, öyle olsun! Çünkü unutmayalım, bu sınırlar hiçbir zaman bizim lehimize işlemedi. Aksine, haklarımızı ele geçirmemizi engellemek için aramıza dikkatlice yerleştirildiler. Tarihte de şeyhlerimiz ve alimlerimiz Kürt devrimlerinin ön saflarında yer aldılar, Şeyh Said Efendi’den Qazi Muhammed’e kadar siyasi ve diplomatik mücadeleye öncülük ettiler.

Baskıcı ve gaspçı rejimler, Kürtleri ve alimlerini Kürt davasından ve dininden ayırmak, onları siyasi gerçeklikten soyutlamak ve onları politikacılarımızın ve askeri personelimizin düşmanları olarak göstermek için on yıllarca çalıştılar. Bu nedenle, Kürt davasına ilişkin duruşum şaşırtıcı ve belki de bir tür ihlal olarak görülüyor. O rejimler bunu istiyordu, ancak bu plan sona erdi! Bugün, Şeyh Said, Qazi Muhammed, Şêx Maşûq ve diğerleri gibi bizden önce gelenlerin ayak izlerini takip ediyor ve din ile hak, adalet ile siyaset, inanç ile milli mücadele arasındaki bu kutsal bağı yeniden kuruyoruz. Siyaset, girmekten korktuğumuz bir oyun alanı değildir. Diplomasi bir sınıfın veya grubun tasarruf alanı değildir. Aksine, kaderi şekillendirmek için kullanılan araçlardır. Eğer duruşumuz bazılarını şaşırtıyorsa, belki de bugüne kadar sessizliğimize alışmış olmalarındandır. Ancak bizim sadece seyirci olduğumuz zamanlar geride kaldı. Bugün denklemin merkezindeyiz artık ve kendi ellerimizle yolumuzu şekillendirmeye katılıyor, onu kırılmaz irademizle savunuyoruz. Politikacılarımızın ve ordumuzun eşsizliğine saygı duyuyoruz ve onlardan asla uzaklaşmayacağız. Aksine, hedefe ulaşılana kadar onlarla el ele duracağız. Gaspçı rejimlerin din alimlerimizi politikacılarımızın ve askeri personelimizin düşmanları haline getirdiği dönem artık sona erdi! Bugün, çizdikleri sınırları aşıyoruz, siyasi ve askeri temsilcilerimizin arkasında duruyoruz ve halkımızın hak ettiği zaferi elde etmek için birleşiyoruz!

*İster kabul edin ister etmeyin, Kürtler, bu yıl Rojavalı güçlerin siyasetinde olumlu değişiklikler olduysa bunda biraz da Murşid Xeznewî’nin rolünün açık olduğunu söylüyor. Buna katılıyor musunuz?

Rojava’da Kürt siyasetinde gerçekten olumlu bir değişim olduysa ve birleşik bir siyasi vizyon şekillenmeye başladıysa, bu, bireysel çabaların ürünü değil, siyasi güçlerden aydınlara, aktivistlere, haklarını talep etmekten hiç vazgeçmeyen kitlelere kadar herkesin katıldığı uzun ve zorlu tartışmaların ve çabaların bir meyvesidir. Ancak bu dönüşümde en önemli rolün Şêx Murşid Xeznewî’ye ait olduğu söyleniyorsa, bu, Yüce Allah’ın bir lütfudur. Beni halkımın hizmetkarı kıldığı ve zor zamanlarında onların arasında bulunduğum için Allah’a şükrediyorum. Ancak bu başarının ve rolün kişisel olarak benimle ilgili olmadığının, aksine benimsediğim vizyonun her zaman küçük farklılıkları aşma ve Kürt halkının çıkarları için çalışma ihtiyacına dayandığının, on yıllardır Kürt konumunu zayıflatan bölünmelerden uzak olduğunun vurgulanması gerekir.

Allah’a şükür dar çıkarlar ve siyasi oyunların bir parçası olmak için çalışmadım ve ilerlemedim. Aksine, net bir ilkeye göre hareket ettim: Siyaset sadece partiler arasındaki anlayışlar değil, adalet ve haklar elde etmenin bir aracıdır. Siyaset halkın iradesiyle birleştiğinde, değişim kaçınılmaz hale gelir. Rojava’nın siyasi manzarasında olumlu bir şey başarılmışsa, bu, bize denklemlerin dayatıldığı dönemin bittiğine ve Kürtlerin başkalarının kararlarına tepki göstermekten ziyade kendi vizyonlarını dayatabileceklerine inanan kolektif bir iradenin ortaya çıktığını gösterir. Bu nedenle, bugün elde edilen her başarı, Kürt davasının dar hesaplardan daha büyük ve kişisel veya partizan düşüncelerden daha önemli olduğuna inanan herkes için bir başarıdır. Burada da en önemli rolü kimin oynadığı değil, bu birliğin sadece geçici bir an değil, Kürt karar alma mekanizmasının bağımsız, güçlü ve bölgesel ve uluslararası sahnede mevcut olduğu yeni bir aşamanın başlangıcı olmasını sağlamak için bu dönüşümü nasıl inşa ettiğidir.

İYİMSERLİĞİM SADECE UMUDA BAĞLI DEĞİL

Rojava’da Kürt birliğini sağlama çabalarınızın ilk gününden itibaren çok umutluydunuz. Kürt halkı bu birliğin bu kadar kolay sağlanacağına inanmıyordu. Bu kesin inancınızın nedenleri nelerdi?

İyimserlik sadece bir his değildi; Rojava’daki politik ve toplumsal gerçekliğe dair derin bir anlayışa dayanan bir kanaatti.

Birincisi, Kürt halkının iradesi her zaman var olan engellerdden daha güçlüydü, bazen birlik olma olasılığına inanmadıkları görülse bile. Ancak tarih, Kürtlerin kadersel zorluklarla karşılaştıklarında, farklılıklarını aştıklarını ve büyük sorunlar karşısında birleştiklerini kanıtlıyor.

İkincisi, politik koşullar birliği sadece bir seçenek değil, bir zorunluluk olarak dayattı. Dünya değişiyor, ittifaklar kayıyor ve büyük güçler politikalarını duygulara göre değil, güç ve etki mantığına göre inşa ediyor. Rojava’daki Kürtler kaderlerini belirlemede gerçek bir rol oynamak istiyorlarsa, Suriye’deki krizin başlangıcından rejimin düşüşüne kadar olduğu gibi, kolayca etkilenen parçalanmış gruplar olarak değil, birleşik bir siyasi blok olarak kendilerini sunmalılar.

Üçüncüsü, birliğe alternatif, başa dönmek anlamına gelecekti! Siyasi bir uzlaşıya varamamanın daha fazla parçalanmaya ve şu anda karşı karşıya olduğumuz tarihi fırsatın kaybına yol açacağı açıktı. Bu anlaşmayı sağlamak için tüm gücümüzle çabalamaktan başka seçeneğimiz yoktu, çünkü dağılma kabul edilebilir bir seçenek değildi.

Dördüncüsü, artık sadece seyirci olduğumuz zamanların sona erdiğini fark eden yeni bir Kürt nesli var! Bu nesil siyaseti farklı bir perspektiften görüyor, eski partizan anlaşmazlıklarına dayanmıyor, aksine geleceğe açık gözlerle bakıyor ve Kürtlerin uluslararası düzeyde gerçek bir güç olması gerektiğine inanıyor. Bu yüzden iyimserdik, çünkü zorlukları kalıcı engeller olarak değil, aşılabilir zorluklar olarak görüyorduk ve önümüzdeki anın kaçırılmayacak tarihi bir an olduğuna inanıyorduk.

Sahada adamlarım yoktu ve General Mazlum Abdi’de bulduğum şey tam da buydu. Rojava’ya gittiğimde, gerçek bir Kürt uzlaşısına varma olasılığı konusunda şüphelerle dolu, kasvetliydim. O güne kadar gördüğüm siyasi çatışmalar ve partizan bölünmeler birliğin önünde engeldi. Ancak General Mazlum Abdi ile olan görüşmem temel bir dönüm noktasıydı. Onda sorumlu bir liderin kişiliğini, ilgi odağı olmayı aramayan, inandığı şeyi başarmak için sessizce ve ısrarla çalışan bir adam gördüm. O görüşmeden bu yana, birlik olma olasılığına dair iyimserliğim arttı. Çünkü içtenlikle çalışan, yorulmadan çabalayan ve Kürt halkının çıkarlarını her şeyin üstünde tutanların olduğundan emin oldum. O görüşmeden edindiğim iyimserlik sadece anlık bir his değildi; Bu dönemin farklı olacağına ve General Mazlum Abdi’de gördüğüm aynı ruhla hepimiz çalışırsak gerçek bir değişime tanık olacağımıza dair kesin bir inançtı. Bu yüzden iyimserliğim duygusal veya sadece umuda dayalı değil. Aksine, Kürt davasının geleceğinde gerçek bir fark yaratmak için sahada içtenlikle çalışan insanların olduğuna dair net bir vizyona dayanıyor.

Şam rejimi kendi İslami kurallarını dayatıyor. Suriye’nin çoğulcu etnik ve dini yapısı ile şu anda öngörülen katı İslami kurallar uyumlu mu? Farklı etnik ve dini gruplar kendilerini sistem içinde nasıl bulacak, temsil ve ifade edecek?

Şam yönetiminin Suriye toplumuna dayatmaya çalıştığı katı kurallar gerçek anlamda İslami kurallar olarak adlandırılamaz. Aksine, bunlar o yönetim ve ondan önceki IŞİD, Boko Haram ve El Kaide gibi aşırı güçler tarafından üretilen ideolojik formülasyonlardır. Bu yanlış kurallar İslam kisvesi altında gizlenmiştir. Dini çağrışımları olan herhangi bir kuralın mutlaka gerçek İslam’ın bir parçası olarak kabul edilmesi bir yanılgıdır. İslam, adalet, merhamet ve hoşgörüyü çağıran bir dindir. Dışlama ve egemenlik aracı değildir. Dolayısıyla, bu kurallar dini bir kisve altında halk arasında otoritesini sağlamlaştırmaya çalışan bir gücün kullandığı politik araçlardan başka bir şey değildir.

Öte yandan, Suriye farklı dini, etnik ve mezhepsel gerçekliğiyle her zaman çoğulculuğun bir modeli olmuştur. Bu çeşitli topluma katı kurallar dayatma girişimi, halkın iradesine göre değil. Bu, ülkenin doğasını zorla değiştirme girişiminden başka bir şey değil. Tarihsel deneyim, dışlama ve baskı politikalarının istikrar sağlamadığını, aksine çeşitli bileşenler arasındaki uçurumu derinleştirdiğini ve bölünmeleri artırdığını kanıtlamıştır. Şam’ın dayatmaya çalıştığı katı politikalar, Özerk Yönetim‘in dinlere ve mezheplere karşı çoğulculuk ve tarafsızlığa dayalı benzersiz bir demokratik deneyimi başarıyla sunduğu Rojava’ya doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır. Aşırı ideolojik kuralların dayatılması yalnızca laiklik ve çoğulculuğa dayalı özerk yönetimin temellerini zayıflatmayı değil aynı zamanda otoriter merkezi yönetime alternatif olabilecek en ufak bir siyasi modeli boğmayı da amaçlamaktadır. Rojava’daki özerk yönetim, Suriye manzarasının karmaşıklığı içinde siyasi ve sosyal dengeyi korumada önemli bir baskı ile karşı karşıyadır. Ancak yine de zorluklar karşısında kararlılığını korumaktadır. Suriye genelinde bu kuralların dayatılması, çok mezhepli ulusal kimliği korumaya çalışan güçler ile bu kimliği zorla değiştirmeye çalışanlar arasında derin bir bölünme yaratır.

Rojava’daki siyasi partiler, Abdullah Öcalan’ın son çağrısının bölgeye yönelik saldırıları önemli ölçüde azalttığını söylüyor. Bu çağrının Rojava’nın ve genel olarak bölgenin geleceği üzerindeki etkisini nasıl görüyorsunuz?

×Bu doğru. Sayin Abdullah Öcalan’ın son zamanlarda barış süreci çağrısı yapması sadece Rojava’da değil, tüm bölge üzerinde stratejik bir etkiye sahip. Birincisi, Rojava’da bu çağrı açıkça askeri saldırı ve siyasi baskının azalmasına katkıda bulundu. Barış çağrısı, odağı silahlı çatışmadan siyasi ve diplomatik çözümlere yönlendiriyor. Artan gerginlikler ortasında, istikrarın sağlanmasi siyasi güçler için bir nefes alma alanı sağlıyor ve özellikle devam eden güvenlik ve siyasi zorluklarla karşı karşıya olan özerk bölgelerde istikrar ve yeniden yapılanma projelerinin teşvik edilmesine olanak tanıyor.

İkincisi, Orta Doğu’da Öcalan gibi etkili bir figürün barışa doğru herhangi bir hareketi, direkt bölgesel hesapları değiştiriyor. Bölge derin dönüşümler geçiriyor ve çatışmaların sonlandırılması çağrısı yapan söylem öncelikleri yeniden düzenliyor. Çünkü etkili güçler açık çatışmaların devam etmesinin herkesi tükettiğini ve bölgesel ve uluslararası aktörlerin çıkarlarını tehdit eden istikrarsız bir ortam yarattığını fark ediyor.

Üçüncüsü, bu çağrı Kürt hakları ve bölgesel denklemdeki rolleri konusunu yeniden gündeme getirdiği için içsel bir siyasi boyutu da var. Barışa doğru atılan her adım, Kürt sorununa ilişkin pozisyonların yeniden değerlendirilmesi anlamına gelir ve bu da çeşitli tarafların hem içeride hem de uluslararası alanda Rojava’daki özerk yönetime yönelik yaklaşımlarını yeniden gözden geçirmelerine yol açıyor.

Dördüncüsü, bu çağrı Kürt güçlerine siyasi birliklerini güçlendirmeleri ve güçlü bir konumda müzakere etmeleri için bir fırsat sunuyor. Askeri çatışmanın azaltılması, uluslararası alanda daha etkili diplomasiye kapı aralıyor ve Kürt davasına daha iyi hizmet etmek için önceliklerin yeniden düzenlenmesine olanak tanıyor. Sonuç olarak, bu çağrı yalnızca geçici bir açıklama değil; güç dengesini yeniden şekillendiren ve Rojava’nın ve tüm bölgenin geleceğini etkileyebilecek yeni düzenlemelerin yolunu açan siyasi bir adımdır.

ÖZERK YÖNETİM TÜM DİNLERE SAYGIYA DAYALI BİR MODEL SUNUYOR VE BU BİR SLOGAN DEĞİL

Bir tarafta katı İslami hukuka dayalı bir sisteme sahip Şam var ve diğer tarafta kadınların özgürlüğüne, eşitliğe, tüm dinlerin ve inançların korunmasına dayanan Rojava’daki sistem duruyor. Şêx Murşid El Xeznewî olarak, bu sistemlerden hangisini tercih edersiniz?

Şam yönetimi ve Rojava Özerk Yönetimi gibi iki karşıt siyasi model arasındaki tercih, yalnızca siyasi bir pozisyon değil; özgürlük, adalet ve temel haklarla ilgili değerlerin ve ilkelerin bir yansımasıdır. Sıkı ve aşırı kurallara dayanan Şam yönetimi, dini muhalif sesleri dışlamak için bir araç olarak kullanıyor. Çoğulcu bir topluma tek ve katı bir vizyon dayatmaya çalışan bir siyasi modeli temsil ediyor Şam. Rojava Özerk Yönetimi ise, toplumda ve siyasette kadınların rolünü güçlendirmenin yanı sıra, özgürlük, eşitlik ve tüm dinlere saygıya dayalı bir model sunuyor. Bu yalnızca bir slogan değil. Bunlar, tüm bileşenlerin ayrımcılık yapılmaksızın eşit haklara sahip olduğu, büyüme ve gelişmeye elverişli bir siyasi ve sosyal ortam yaratan, istikrar ve ilerleme sağlamayı amaçlayan herhangi bir sistemin temelidir. Şêx Murşid olarak da yalnızca ve yalnızca adaleti ve özgürlüğü teşvik eden bir modeli destekleyebilirim, dışlamayı ve baskıyı sürdüren bir modeli değil. Çoğulcu bir topluma aşırı politikalar empoze etmeye çalışan herhangi bir otorite, bir arada yaşamanın doğal temellerini baltalıyor demektir. Sadece insan haklarına ve eşitliğe saygı duyan bir sistem desteklenmeyi hak ediyor demektir. Gelecek de insanları baskılayan sistemlere değil, insanlara olmak istedikleri kişi olma özgürlüğünü veren sistemlere aittir.

KÜRDİSTAN’IN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN EN ÖN SAFTA OLACAĞIM

Her fırsatta, “Kürt özgürlük davasına elimden gelen her şekilde hizmet edeceğim” diyorsunuz. Yarın Rojava halkı sizi siyasi aday olarak gösterse, bunu kabul eder misiniz?

Kürt davası yalnızca siyasi bir taahhüt değil; ahlaki ve militan özellikleri isteyen bir görevdir. Tüm yeteneklerimle buna hizmet edeceğimi söylediğimde, bu yalnızca bir sözden ibaret değil, sağlam ve sarsılmaz pozisyonumun göstergesidir. Rojava halkının benden onları siyasi olarak temsil etmemi talep ettiği gün gelirse, cevabım kişisel hırsa değil, tarihi sorumlulukla bir cevap olacaktır. Bir halkı temsil etmek aranan değil, bahşedilen bir onurdur. Sadece ama sadece halkın özlemlerine hizmet ediyorsa, özgürlük ve onurlu temsil hedefine ulaşıyorsa kabul edilen bir görevdir. Siyaset yalnızca tutulacak bir pozisyon değil; taşınacak bir emanettir. Herhangi bir siyasi rol kendi başına bir amaç değil. Bu, adalet ve eşitliği sağlamanın ve Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını garanti altına almanın bir aracı olmalıdır. Bu nedenle, bu karar bireysel bir karar değil, kendi kaderini belirleyen bir halkın kararıdır. Eğer beni bu sorumluluğu taşıyabilecek kapasitede görürlerse, her zaman uğruna mücadele ettiğim ilkeler doğrultusunda, tüm gücümle ve samimiyetimle davaya hizmet etmeye hazırım. Ancak kabul veya ret sorusundan daha önemlisi, Kürt davasının tek bir kişiyle değil, kolektif bir irade, birleşik bir duruş, siyasi güçlerin dayanışması ve halkın Kürtlerin çalınmış haklarını geri kazandıran net bir proje etrafında birleşmesiyle zafer kazanacağının vurgulanmasıdır. Kürtlerin geleceği, birinin öne çıkıp liderlik etmesini beklemek üzerine değil, her birimizin bu davanın fedakarlık ve kolektif eylem gereklerini fark etmesi üzerine inşa edilecektir. Benden beklenen rol ne olursa olsun, Kürdistan’ın özgürlüğü için en ön saflarda olacağım.

Benzer Haberler