BIG_TP
Bluesky Social Icon
Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Mecnur Laçin yazdı |

Anzele'nin hikayesi: Su, inanç ve bellek

Mecnur Laçin yazdı |

Mecnur LAÇİN

Mekânlar yalnızca fiziksel yerler değildir; insanların deneyimleriyle anlam kazanan ve toplumsal ilişkilerle şekillenen alanlardır. Bir sokak, bir meydan ya da bir su kaynağı, zamanla farklı topluluklar ve bireyler için farklı anlamlar taşıyabilir, bu anlamlar, o mekanı kullanan insanların hatıraları, inançları ve gündelik yaşam pratikleriyle örülerek oluşur. Diyarbakır’da bir su kaynağı, yüzyıllar boyunca farklı toplumsal grupların deneyimleriyle şekillenmiş olabilir. Bir dönem kutsal sayılır, bir dönem ‘haram’, başka bir dönem gündelik ihtiyaçları karşılar, sonra da eğlence alanı haline gelebilir. Bu değişimler tesadüfi değildir; her kuşak o mekâna kendi yaşadıklarını, inançlarını ve ihtiyaçlarını ekler. İnsanlar mekanları dönüştürürken, mekanlar da insanların yaşam biçimlerini, alışkanlıklarını ve duygusal dünyalarını etkiler. Böylece her mekân, kendi hikâyesini taşır; bu hikâyeler zamanla katman katman birikerek toplumsal belleğin taşıyıcısına dönüşür. Mekanların hafıza taşıyıcılığı karmaşık ve çok boyutlu bir süreçtir; bedensel deneyimler, duygusal bağlar ve mekanla ilgili yazılı ya da sözlü anlatılar sürekli olarak birbirini besler, yaşanan deneyimler anlatıları güçlendirir; anlatılar da deneyimlerin algılanma biçimini şekillendirir, bu karşılıklı etkileşim, mekânın hafızadaki sürekliliğini sağlar, aynı mekan, farklı tarihsel dönemlerde ve farklı toplumsal gruplar için birbirinden çok farklı anlamlar üstlenebilir. Bu dönüşümler, önceki anlamları tamamen silmez; aksine, yeni katmanların eklenmesiyle mekan çok sesli, çok renkli ve çok boyutlu bir yapıya bürünür.

Anzele’nin hikayesi de bize iktidar, hakim inanç ve kültürel yapıların mekanları nasıl şekillendirdiğini göstermektedir. Her dönem kendi anlayışı ve değerleriyle mekanı yeniden üretir, bu yeniden üretim biçimleri yalnızca fiziksel bir değişim değil, aynı zamanda sembolik bir yeniden inşadır. Mekanlar aynı zamanda toplumsal müzakere alanlarıdır, farklı gruplar aynı yeri farklı şekillerde anlamlandırır ve kullanmaya çalışır, bu süreçte ortaya çıkan gerilim ve uzlaşma dinamikleri, mekânın sosyal anlamını sürekli yeniden belirler. Mekan toplumsal belleğe yerleşirken, aynı zamanda bu bellek de sürekli dönüştürülür, böylece mekânsal pratikler, toplumsal kimliğin vazgeçilmez bir bileşeni haline gelir ve kolektif hafızayı canlı tutar.

Anzele, günümüzde Sur içi olarak adlandırılan tarihi kent merkezi içinde, Urfa Kapı ile Çift Kapı arasındaki İnönü Caddesi üzerinde yer almaktadır, bu konum kaynağın kent yaşamıyla bütünleşmesini ve erişilebilirliğini sağlayan temel faktördür. Bazı kaynaklarda Anzele’nin Ali Dede ve Kal’a suları ile birlikte dönemin önemli su kaynaklarından biri olduğu belirtilmektedir.

Anzele’nin erken dönem tarihine dair çeşitli yerel anlatılar mevcuttur, bu anlatıların toplumsal hafıza inşası açısından işlevselliği açıktır; ancak bu konudaki anlatıların çokluğu ve çeşitliliği, bu çalışmanın kapsamın aşmaktadır.  Yerel sözlü gelenek ve bazı yazılı kaynaklarda Anzele’ye 1500 yılı aşkın bir kutsiyet atfedildiği belirtilmektedir, bu anlatılara göre 5. yüzyılda Mar Zaura adlı bir din adamının kaynak yakınında kilise

kurduğu ve suyun bu isimle anılmaya başladığı rivayet edilmektedir. Benzer şekilde, 629 yılında Urfa Metropoliti Mar Şem’un ve 649 yılında Antakya Patriği Mar Yuhanna’nın cenazelerinin buraya defnedildiği aktarılmaktadır, ancak bu anlatıların tarihsel geçerliliği konusunda ciddi sınırlılıklar bulunmaktadır. Söz konusu dönemle ilgili birincil kaynaklar ve Süryanice arşiv malzemeleri henüz sistematik olarak incelenmemiş, bahsedilen şahısların varlığı ve olayların gerçekleşip gerçekleşmediği konularında doğrulayıcı belgeler mevcut değildir ya da ben bulamadım. Bu durum, söz konusu anlatıların kesin tarihi gerçeklikler olarak sunulamayacağını göstermektedir. Bu çerçevede Mar Şem’un ve Mar Yuhanna’nin anlatıları, Anzele’nin kutsiyet kazanma sürecinin parçası olarak değerlendirilebilir ve doğruluklarından bağımsız olarak mekanın sembolik değerini pekiştiren hafıza malzemeleri işlevi görmektedir. Erken dönem Hristiyan anlatılarının Anzele’ye yüklediği kutsiyet, sonraki dönemlerde İslami anlatılarla birlikte varlığını sürdürmüş; zaman zaman çatışmış, zaman zaman da birbiriyle kaynaşmıştır. Bu süreç, mekanların farklı tarihsel katmanlar ve anlam düzeyleri üzerinden şekillenme dinamiğini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, Anzele’nin kutsiyet algısı erken Hristiyanlık dönemine uzanan geleneksel anlatılar ve bölgesel inanç pratikleri ile şekillenmiş olup, bu anlatılar kesin tarihi gerçekliklerden ziyade toplumsal hafızanın dinamik süreçlerini anlamamıza yardımcı olan materyaller olarak değerlendirilebilir.

Anzele’nin toplumsal bellek içindeki sembolik önemi, onun fiziksel varlığının ötesine geçerek sosyo-kültürel bir referans noktası haline gelmesini sağlamıştır. Bu süreç, mekânsal sembolleşmenin toplumsal kimlik inşasındaki belirleyici rolünü ve kolektif hafızanın mekânsal pratikler üzerinden nasıl yeniden üretildiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca, kavramsal ve mekânsal dönüşümlerin birbirinden ayrı düşünülemeyeceği dikkate alındığında, mekanın erken Hristiyan dönemindeki adlandırma ve anlamlandırma pratiklerinin, sonraki sembolik dönüşümlerin temelini hazırladığı düşünülmektedir.

Yedinci yüzyılda Arap-İslam ordularının bölgeyi fethetmesiyle birlikte, mekânsal yapılar büyük oranda değişime uğramış ve kültürel egemenlik anlatısının yeni bir alanı haline gelmiştir, bu süreç, Anzele’nin fethedenin kültürel jargonuyla duygusal bir arşiv biçimi almasını sağlamıştır. Anzele’nin İslam teolojisindeki anlatısı, Nemrut ve Hz. İbrâhim efsanesine dayanır. Talmud metinlerinde ve geleneksel Yahudi düşüncesinde Nemrud, Hz. İbrâhim’i ateşe atan ‘putperest ve zalim bir yönetici’ olarak tanımlanır. Kur’an’da Nemrud’dan doğrudan bahsedilmemekle birlikte, Bakara sûresi 2/258 ayetinde ‘Allah’ın mülk verdiği’ ve ‘Hz. İbrâhim ile tartışan’ kişinin Nemrud olduğu kabul edilir. Hz. İbrâhim’in ateşe atılması hikâyesi de bu bağlamda Nemrud’a atfedilen olaylardan biridir.

İslam kaynaklarındaki anlatıda Nemrud’un Hz. İbrâhim’i ateşe atması, imanın sınanması ve direnişin sembolü olarak yorumlanır. Anzele’nin kutsal suyu ve bu yöndeki anlatılar da bu temel mitolojik ve teolojik

motifler üzerine inşa edilmiştir. Rivayete göre Nemrud’un kızı Züleyha’nın ateşe atlaması ve ateşin suya dönüşmesi, Anzele suyunun kutsal doğasını açıklayan sembolik bir çerçeve oluşturur. Bu yapı ve kutsiyet algısı, Anzele’nin dini kimliğini güçlendirirken aynı zamanda bölgesel ve kültürel anlamını da şekillendirir, mekânın toplumsal hafızadaki önemini pekiştirir. Bu yüzden Anzele, etimolojik olarak “Ayn-Züleyha” ve “Ayn-Zelal” biçiminde anılır. Buradaki “ayn” kelimesi Arapçada hem “göz” hem de “suyun çıktığı kaynak, gözenek” anlamına gelir; dolayısıyla “Ayn-Züleyha” ve “Ayn-Zelal” ifadeleri “Züleyha’nın gözü/kaynağı” ve “temiz, berrak kaynak” anlamlarını taşır.

Bu anlatı, Şanlıurfa’daki Balıklı Göl ile paralellik gösterir; her iki kaynak da Karacadağ hidrojeolojik sisteminin bir parçasıdır ve her ikisinde de balıklara kutsallık atfedilir. Halk inancına göre balıklara zarar vermek veya onları yemek günah sayılır ve bu kurala uymayanlar ilahi bir müdahaleyle cezalandırılır.

Anzele suyu, bu kutsal anlatılar kadar günlük yaşamın ekonomik işlerinde de önemli bir rol oynamıştır. Salhane alanında hayvan kesimi gerçekleştirilir ve kesilen hayvanların beden parçaları ile iç organları burada yıkanır. Tabakhane ise deri işleme faaliyetlerinin sürdürüldüğü yerdir. Anzele’nin kutsal su kaynağı olarak önem taşıyan bölgesi, günümüzde çocukların yüzme alanı olarak kullandığı park alanıdır. Ancak, tarihsel olarak salhane ve tabakhane gibi hayvan kesimi ve deri işleme faaliyetlerinin yürütüldüğü alanlar Çift Kapı’ya yakın olan günümüzde Eski hâl olarak isimlendirilen bölgede, şehrin yapılaşma öncesi dönemde suyun üzerinin açık olduğu yerlerde bulunmaktaydı. Bu alanlar, bugün Anzele suyunun aktığı park bölgesinden farklıdır ve kentin ekonomik hayatında önemli işlevler görmüştür, bu bağlamda, Anzele suyu sadece kutsal anlatılarla değil, günlük yaşamın maddi pratikleriyle de güçlü ilişkilere sahiptir.

Geleneksel deri işleme sürecinde, Tabakhane alanında derilerin temizlenmesi ve yumuşatılması için köpek dışkısı kullanılması yaygın bir uygulamaydı. Bu yöntem, köpek dışkısındaki doğal enzimlerin derileri etkili bir şekilde temizleyip yumuşattığına olan inanç nedeniyle tercih ediliyordu. Ancak Diyarbakır’da yaşayan nüfusun önemli bir kısmının bağlı olduğu İslam’ın Şafii mezhebi açısından köpek necis kabul edilir ve köpeğe dokunmak bile haram sayılırdı, bu mezhep anlayışında, köpek dışkısının kullanıldığı deri işleme sürecinin gerçekleştirildiği alan ve bu alanı besleyen su kaynağı da necis olarak değerlendiriliyordu. Bu nedenle, Tabakhane bölgesindeki deri işleme faaliyetleri sebebiyle kirlendiği düşünülen Anzele suyuna, dini hassasiyetler gereği “haram su” denilmekteydi. Bu adlandırma, halkın dini inançları ile gündelik yaşam pratikleri arasındaki gerilimi yansıtan önemli bir toplumsal algıyı ortaya koymaktadır. Bu isimlendirmenin, dönemin dini yorumlarının gündelik yaşama yansıması olarak ortaya çıktığı değerlendirilebilir. Sözlü gelenek kaynaklarında, “haram su” kavramı etrafında şifa arama ritüelleri, Çarşamba günlerinin özel kullanımı ve çeşitli temizlik uygulamaları gibi halk inanç pratiklerinin geliştiği rivayet edilmektedir. Bu inanç ve uygulamalar, dönemin toplumsal ve dinî normlarının yansımasını gösterirken, “haram su” hem pratik hem de sembolik bir işlev görerek bireylerin psikolojik baş etme mekanizmalarına hizmet etmiştir, ancak bu pratiklerin sistematik dokümantasyonu mevcut olmadığından, konunun tam kapsamını anlamak için sözlü tarih çalışmaları ve etnografik araştırmalarla desteklenmesi gerekmektedir. Bu çelişkili durum aynı suyun hem ‘kutsal’ hem de “haram” sayılması Anzele’nin karmaşık toplumsal anlamını göstermektedir, farklı toplumsal gruplar ve kullanım biçimleri, aynı mekânı farklı şekillerde değerlendirmiştir.

Modern dönemde bu geleneksel kullanım biçimleri büyük ölçüde ortadan kalkmış, suyun şehir şebekesine bağlanması ve alanın park olarak düzenlenmesiyle kentsel gelişimin geleneksel pratikler üzerindeki etkisi görülmüştür. Bu değişim süreci, Anzele’nin sadece bir su kaynağı olmadığını, aynı zamanda kentsel yaşamın ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlarının kesiştiği çok işlevli bir alan olduğunu ortaya koymaktadır.

1978 yılında Anzele’nin havuz bölümü üzerine beton dökülerek itfaiye araçlarının depolarına su doldurabilecekleri bir yer haline getirilmiş ve kaynak şehir şebeke suyuna bağlanmıştır. Bu müdahale, hızlı kentleşme sürecinin tarihi mekanlara etkisini göstermektedir. Sonraki yıllarda Sur Belediyesi’nin peyzaj çalışmalarıyla alan park haline getirilmiştir.

Erken Hristiyan döneminde Mar Zaura kilisesiyle ilişkilendirilen ve bu sayede ilk kutsiyet katmanını kazanan alan, daha sonra etimolojik olarak Ayn-Zülal (temiz su kaynağı) anlamına gelen Anzele, tarihsel süreçte “haram su” formuna dönüşerek Hevsel bahçelerini suladıktan sonra Dicle’ye ulaşmıştır. Bu fiziksel ve sembolik dönüşümler, farklı dönemlerde egemen olan kültür ve iktidar biçimlerinin mekanı sürekli yeniden şekillendirmesinin sonucudur. Anzele böylece, çeşitli sosyal gruplar için farklı anlamlar taşımasına rağmen toplumsal hafızanın sürekli bir parçası olarak kalmış, güç dengelerinin coğrafi yansımaları ile sosyal direniş ve uyum mekanizmalarının kesiştiği dinamik bir alan haline gelmiştir. Bu süreç, mekanların sadece fiziksel yerler değil, aynı zamanda toplumsal belleğin korunması ve dönüştürülmesi süreçlerinin yaşandığı alanlar olduğunu ortaya koymaktadır. Bu gibi mekanlar, geçmişten günümüze, farklı kültürlerin ve toplumların birbirleriyle etkileşimde bulundukları, anlamlarını sürekli yeniden ürettikleri dinamik bir alan olarak kalırlar.  Bu bağlamda Anzele, tarihsel ve toplumsal belleğin kesişim noktası olarak gelecek kuşaklara aktarılan önemli bir miras niteliği taşımaktadır.

Not: Bu çalışmanın ilk taslağı 2020 yılında hazırlanmış ve Dilop dergisi’nin 15. sayısında yayınlanmıştır. Mevcut metin, Amed Hafıza Kolektifi’nin süregelen hafıza araştırmalarının bir parçası olarak güncellenmiş olup, özellikle erken dönem anlatılarının doğrulanması için kapsamlı arşiv araştırmaları ve saha çalışmaları gerekmektedir.


Kaynakça

Beysanoğlu, Şevket. Kısaltılmış Diyarbakır Tarihi (1963)

Haspolat, Yusuf Kenan. Diyarbakır Karacadağ (2013)

Çelik, Recep. “Diyarbakır’ın tarihî su kaynakları.” Diyarbakır Dergisi (2023)

Arkitera. “Tarihten Bugüne Fışkıran Su ‘Anzele’ 

Medyascope. “Diyarbakır’da Bir Zamanlar ‘Kutsal’ Diye Balıkları Yenmeyen Havuz”

Sahte faturadan kara paraya, adli emanetten vurguna…|

Yolsuzluk ve kamu zararı zinciri büyüyor

İki dil, bir direniş hafızası:

Evdalê Zeynikê ile Dadaloğlu’nun Kozan Dağı Savaşı (1865-1866) - (II)

Halep’te son durum |

İç Güvenlik Güçleri ve DSG'den yeni açıklamalar

Gündemde rapor yazım süreci var |

Meclis Komisyonu yarın 20. kez toplanıyor

Bir sonraki görüşme Meclis Başkanı Kurtulmuş’la |

İmralı Heyeti - Adalet Bakanı görüşmesi başladı

Yazım ekibi rapor gündemiyle bir araya geldi |

Komisyon çalışma süresini uzatmak için toplanacak

İmralı Heyeti CHP ve EMEP’i ziyaret etti |

"Kürt meselesini çözmek hepimizin görevi"