Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ülkesinin Eylül ayında Filistin Devleti’ni tanıyacağını açıkladı. Macron, uzun süredir Batılı ve Arap müttefiklerinden destek bekledikten sonra bu adımı tek başına atma kararı aldı. Ancak bu açıklamanın sahadaki etkisi, büyük ölçüde Fransa’nın İsrail’in baskılarına ne ölçüde direnebileceğine bağlı olacak.
Medyapart’tan Ilyes Ramdani’nin yazısı:
Gazze’de süregiden soykırım boyutundaki savaş, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un uzun süredir süren tereddütlerini sona erdirdi. Cumhurbaşkanı Macron, 24 Temmuz Perşembe günü yaptığı açıklamayla, Filistin Devleti’ni resmen tanıyacağını ilan etti. Bu tanıma kararı, Eylül ayı sonunda Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda resmiyet kazanacak. Macron, bu kararla “Fransa’nın Ortadoğu barışına belirleyici bir katkı sunmak istediğini” belirtti. Söz konusu ifadeler, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’a gönderdiği mektupta yer aldı.
Bu karar, Fransa için tarihi bir dönüm noktası niteliğinde. Filistin’in devlet olarak tanınması meselesi, 1988’deki uluslararası tanıma dalgasından bu yana, görevdeki her Fransız cumhurbaşkanının önüne geldi. François Mitterrand, Jacques Chirac ve Nicolas Sarkozy bu hedefe bağlı olduklarını ifade etseler de, somut bir adım atmadılar. François Hollande, seçim öncesinde tanıma sözü vermişti ancak beş yıllık görev süresi boyunca bu sözünü yerine getirmedi.
Macron da yedi yıl boyunca bu meselede çekimser kaldı, hatta konuya genel olarak kayıtsız davrandı. Ancak 7 Ekim 2023’te Hamas’ın gerçekleştirdiği saldırılar ve ardından gelen İsrail’in ağır askeri operasyonu bu tutumu değiştirdi. Gazze’deki yıkım ve sivil ölümlerin boyutu, Macron’u Şubat 2024’te ilk kez tanıma ihtimalini kamuoyunda dile getirmeye itti. Nisan 2025’te ise Mısır’a gerçekleştirdiği ziyarette yaralılarla ve yardım görevlileriyle görüştükten sonra, “Filistin’i tanıma yoluna gideceğini” açıkladı.
Ancak bu açıklamanın ardından uzun bir sessizlik dönemi yaşandı. Tekrarlanan söylemler dışında somut bir ilerleme kaydedilmedi. Haziran ayı sonunda yapılması planlanan ve tanıma kararını duyurması beklenen Fransa-Suudi Arabistan konferansının ertelenmesi, sürecin tamamen rafa kalkabileceği endişelerini doğurdu. Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkileri normalleştirme niyetinde olmaması – ki bu, Paris’in başlangıçta düşündüğü karşılıklılık koşuluydu – ve ABD’nin Fransa üzerindeki yoğun baskısı da bu karamsarlığı besledi.
Tam bu ortamda, yaz ortasında beklenmedik bir şekilde Macron, yazılı ve takvimli biçimde kararını ilan etti. Fransa ve Suudi Arabistan önümüzdeki günlerde “ertesi gün” için bir plan açıklayacak; bu plan Gazze’deki yönetim ve güvenliğin yeniden tesis edilmesine yönelik olacak. 28-29 Temmuz tarihlerinde, Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot ve Suudi mevkidaşı bu konuda ortak bir konferansa ev sahipliği yapacaklar. Her şey planlandığı gibi giderse, Macron’un New York’ta 23-27 Eylül tarihleri arasında Filistin’i resmen tanıması bekleniyor.
Bu gelişme, elbette Gazze’de bombalar altında yaşamaya çalışan sivil halkın günlük yaşamını hemen değiştirmeyecek. Bu, zaten Macron’un çevresindeki bazı danışmanların da itiraz noktasıydı: “Tanıma kararı, bir Filistin devleti yaratmaz,” demişti bir yetkili aylar önce. “Filistinlilere somut bir fayda sağlamaz, hele ki işleyen bir devlet hiç sağlamaz.”
Ancak bu kararın sembolik değeri göz ardı edilemez. Eğer Macron sözünü tutarsa, Fransa, Filistin’i tanıyan ilk büyük Batılı güç, ilk G7 ülkesi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri arasında bir ilki gerçekleştirmiş olacak. İspanya geçtiğimiz yıl benzer bir adım atmıştı; ancak Fransa, küresel ağırlığının daha yüksek olduğuna inanıyor.
FİLİSTİN FRANSA’NIN KARARINDAN ŞİMDİLİK MEMNUN
Filistin tarafı, bu kararı memnuniyetle karşıladı. Filistin Yönetimi Başkan Yardımcısı ve Mahmud Abbas’ın muhtemel halefi Hüseyin el-Şeyh, “Bu karar, Fransa’nın uluslararası hukuka olan bağlılığını ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkına verdiği desteği yansıtıyor,” dedi. Fransa’da özellikle sol kesimden birçok siyasetçi de kararı destekledi. Solcu lider Jean-Luc Mélenchon, kararı “ahlaki bir zafer” olarak nitelendirdi.
Yeşiller Partisi milletvekili Sabrina Sebaihi ise Mediapart’a yaptığı açıklamada, “Bu büyük bir duygusal an. Geç kalınmış bir tanıma ama Fransa’yı yeniden mazlumların yanında, diplomasinin onurlu tarafında konumlandırıyor,” dedi. Sosyalist lider Olivier Faure ise kararı memnuniyetle karşıladığını açıkladı ancak bunun Gazze’deki “soykırımı durdurmak için yaptırımlarla desteklenmesi” gerektiğini vurguladı.
Uluslararası Barış Forumu Başkanı Ofer Bronchtein de kararı “büyük bir rahatlama” olarak nitelendirdi. Macron’un kendisine, İsrail ve Filistin toplumları arasında köprü kurma görevi verdiğini hatırlatan Bronchtein, “Bu barış kampı için büyük bir zafer. Bundan sonrası uzun ve sancılı olacak ama saygı ve onur temelinde bir gelecek umudu taşıyor,” dedi.
Ancak sürecin asıl sınavı şimdi başlıyor. Filistin halkı her gün ölüme sürüklenirken, Macron’un açıklamasıyla resmi tanıma arasında geçen iki aylık gecikme, Fransız diplomasisi açısından ciddi riskler barındırıyor. Tarihçi Vincent Lemire’in RTL’de Cumhurbaşkanına seslenerek söylediği gibi: “Filistin’i tanımayı ertelemeyin; aksi halde tanıyacağınız şey bir mezarlık olur.”
Peki Fransa neden bu iki aşamalı duyuruyu seçti? Elysee Sarayı, bu süre zarfında başka ülkelerin de Fransa’nın arkasında toplanmasını umut ediyor. Aylarca süren girişimlere rağmen Macron’un hedeflediği uluslararası blok – bir yanda Kanada ve İngiltere gibi Batılı müttefikler, diğer yanda İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye hazır Arap ülkeleri – şekillenemedi. Şimdi Fransa yalnızca kendi adına hareket ediyor ama “diğerlerine pozisyon alma fırsatı” sunuyor.
KİLİT ÜLKE İNGİLTERE: 60 MİLLETVEKİLİ LONDRA’YA BASKI YAPIYOR
Bu noktada en kritik ülke ise İngiltere. Macron, İngiltere Başbakanı Keir Starmer ve Almanya Başbakanı Friedrich Merz ile bir görüşme yapacak. Paris, Berlin’in bu konuda adım atmasını hayal olarak görüyor; bu nedenle tüm dikkatini İngiltere’ye vermiş durumda. Özellikle İngiltere’de son haftalarda hükümet içinden yükselen “Filistin’i tanıyalım” çağrıları, Fransa’nın umudunu artırmış durumda. Sağlık Bakanı Wes Streeting, “Tanıyacaksak, tanıyacak bir devlet kalmışken yapmalıyız,” demişti. Hükümetten 60 milletvekili de Keir Starmer’a bir mektup yazarak tanımayı talep etti.
Ancak Fransa’nın bu süreçte İsrail’e yönelik yaptırımlar uygulaması beklenmiyor. Nitekim kısa süre önce yapılan AB Dışişleri Bakanları toplantısında da İsrail’e karşı hiçbir ciddi adım atılmadı. Paris, kendini yaptırım uygulayan değil, geleceği inşa eden bir aktör olarak konumlandırmak istiyor. ABD’nin görevi ateşkesi sağlamak; Fransa-Suudi ikilisi ise “ertesi gün” planını kuracak: Hamas’ın silahsızlandırılması, Gazze’nin uluslararası güçlerle güvence altına alınması, sürdürülebilir bir yönetim kurulması gibi adımlar düşünülüyor.
İsrail, bu gelişmeye sert tepki gösterdi. Başbakan Benyamin Netanyahu, Macron’un kararını “terörizmi ödüllendirmek” olarak nitelendirdi. Başbakan Yardımcısı Yariv Levin, “Fransa tarihine kara bir leke” dedi. Savunma Bakanı İsrael Katz ise kararı “utanç verici” buldu ve “İsrail, bir Filistin varlığının oluşmasına izin vermeyecek,” diye konuştu.
Paris, Tel Aviv’in bu sert sözlerinin ötesinde, somut yaptırımlardan çekiniyor. İsrail’in, Macron’un tanıma kararı halinde Batı Şeria’daki yerleşim yerlerini resmen ilhak edeceği tehdidini daha Mayıs ayında Le Figaro gazetesi aktarmıştı. Dışişleri yetkilileri bu tehdidi ciddiye alıyor.
Son olarak, ABD, Fransa’nın kararını “kesin bir dille” reddetti. Trump yönetimi, İsrail’in sadık müttefiki olarak, Fransa’nın iki devletli çözüm çabasından memnun değil. 28-29 Temmuz’da ABD topraklarında yapılacak konferansa Trump yönetiminden hiçbir temsilci katılmayacak.
2012 yılında da benzer bir an yaşanmıştı. Fransa, Filistin’in BM üyeliğini desteklemeye çekinirken, yazar ve eski diplomat Stéphane Hessel, Elysee Sarayı’nı arayıp “Amerikan baskısına boyun eğmeyin” demişti. Görüştüğü iki danışmandan biri… Emmanuel Macron’du.