Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Namık Kemal DİNÇ yazdı | Lozan tartışmaları- II

Konferansta Kürtleri kim temsil etti?

Namık Kemal DİNÇ yazdı | Lozan tartışmaları- II

TBMM’de Kürtlerin en gür sesi olarak adeta çırpınırcasına hakikatleri dile getiren ve yanlıştan vazgeçilmesi çağrısı yapan Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey’in 6 Mart 1923’te gizli celse oturumunda, Meclis kapanmadan kısa bir süre önce yaptığı konuşmayı aşağıya bırakıyorum. Belki “beka” korkusundan kurtulamayanların kulağına küpe olur: “Türkle Kürt teşriki mesai ederek yaşamazlarsa, ikisi için akıbet yoktur. Bugünkü vaziyet böyle geliyor. Arkadaşlar; vaziyeti içtimaiyemiz bunu gösteriyor. Binaenaleyh her hangisi, her hangisine ihanet ederlerse ikisi için de akıbet yoktur.”  

Namık Kemal DİNÇ

Öncelikle bir tespitle başlayalım: PKK’nin Lozan eleştirisinin ardından süren tartışmalar “İnkılap Tarihi” müfredat ve müktesebatının ötesine geçmiş değil. Sıradan okur-yazarı bir yana bırakalım memleketin münevverinin bile bu bilgi ve düşünüş seviyesinde seyretmesi hem şayan-ı hayret hem de üzüntü verici bir durum.

En temel refleks; tartışmaktan kaçınıp, ezberlenmiş “doğruları” terennüm ederek kendi safının ne kadar doğru olduğunu ispata çalışmak. Bir tarafta tekçi ulus anlayışıyla yazılmış, resmi tarihin yeni devletin sıfır noktası olarak ilan ettiği, başarının ve kurtuluşun nişanesi olarak yüce bir katta duran bir Antlaşma var. Sadece yeni Türk devletinin değil Türklüğünde zafer kazandığı, tek başına yedi düveli dize getirdiği, Türkün en büyük zaferi. Diğer tarafta ise refleksif tarih anlayışıyla resmi söylemin zıddının doğruluğunu savunan bir “karşı-tarih” kurgusu.

Tarihi olguları, sadece sonrasında yaşananlar veya sonuçları üzerinden izah etmek yerine, evveliyatı ve sürecini gözeterek, kendi bağlamında tartışmak hakikate ulaşmamıza imkân tanır. Hâkim anlayışa göre; inşa edilen yeni devleti ve ulusunu yüceltmek için amentüye dönüştürülen Lozan Antlaşmasını tartışmaya çalışmak züldür. Egemenlik hakkına saldırıdır, Türk’e ve Türkiye’ye düşman olmak, onları bu topraklardan söküp atmak istemektir.

Mengü’lü Özdil tayfasını kale almaya gerek yok ama memleketin bir sosyalist akademisyeninin şu sözleri bile hali pürmelâlimizi izaha yeter kanaatindeyim: “Yüz yıl sonra hâlâ daha bu coğrafyadaki varlığımızı tartışamayız, Cumhuriyet’ten ve Lozan’dan geri adım atamayız, buna dair atılacak her adım felaketi çağırmak anlamına gelecektir çünkü.”[i]

Bu ifadelerin Türk siyaset sınıfının diline pelesenk ettiği “beka” söylemiyle özdeşliği düşünülecek olursa tartışma ihtiyacının azameti daha iyi anlaşılır. Beka söyleminin haklar ve özgürlükler önünde nasıl bir engele dönüştüğünü son yarım asırda feci bir şekilde tecrübe ettik. Tartışmayı berhava etmek yerine kemal-i ihtimamla Lozan’ı evveliyatından başlayarak, süreci ve bağlamı içerisinde (elbette sonrasında yaşananları da göz ardı etmeden) etraflıca tartışmak elzemdir.

Yüzyıldır bitmeyen “beka” söylemi ve korkularıyla sağlıklı bir toplum, yaşam ve düzen inşa etmek mümkün mü? Cumhuriyetin kurucu ataları resmi tarihin ana hatlarını çizerken, icraatlarının haklılığını ve meşruluğunu toplum nezdinde kabul ettirmek için tek doğrunun kendi yaptıkları ve söyledikleri olduğunu vazettiler. Bunun dışında söylenecek her söz ve tartışmaya şüphe ve korkuyla yaklaşılması, edinilmiş bir davranış kalıbına dönüşmüş vaziyette.

Sözü daha fazla uzatmaya gerek olmadan, Lozan’la ilgili tartışılmasının faydalı olduğu bazı başlıkları sonraya bırakarak Kürtlerin temsili meselesine geçmek istiyorum.

Lozan’da Kürtlerin Temsili

Resmi tarihin Lozan anlatısında Kürtlerin ismi de cismi de yıllar yılı hiçbir şekilde yer almadı. Elbette ki tarihçiler, konunun uzmanları Lozan tutanaklarından, Kürtlerle ilgili tartışmalardan haberdardılar ama cari olan “Türklük sözleşmesi” gereği sessiz kalmayı tercih ettiler. 1990’lardan sonra Kürt inkârına dair katı politikanın esnemesiyle birlikte Lozan’da Kürtlerin durumu tartışılmaya başlandı ama resmi tarih söyleminde sessizlik hali değişmeden devam etti.

Kürt cenahında ise temel eleştiriler hem Lozan sürecine hem de sonuçlarına odaklanmakta. Öncelikle, Lozan sürecinde Kürtlerin ayrı bir halk olarak masada yer bulmamasını eleştirerek, TBMM adına Konferansa katılan Heyetin ve başkanı İsmet Paşa’nın Kürtleri de temsil ettiği iddiasının gerçeği yansıtmadığı ileri sürülmektedir. İkinci olarak ise, sonuçları itibarıyla Kürtlerin inkârına giden bir sürece yol açtığı, Kürdistan’ın dörde bölünerek parçalandığı iddia edilmekte.

İsmet Paşa’nın ve Lozan Heyeti’nin diğer aktif üyesi Dr. Rıza Nur’un konferans görüşmelerinde resmi tutanaklara göre birçok kez “Biz Türkler ve Kürtlerin temsilcisi olarak buradayız”, “TBMM Türklerin ve Kürtlerin yetki sahibi mebuslarının bulunduğu bir temsil organıdır” dediği sabittir. 23 Ocak 1923’te Lozan’da Musul meselesi görüşülürken İsmet Paşa, şöyle konuşur:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türklerin olduğu derecede Kürtlerin de hükümetidir. Zira Kürtlerin hakiki ve meşru temsilcileri Milli Meclise dâhil olup Türklerin temsilcileri derecesinde ülkenin Hükümetine ve yönetimine katılmaktadırlar. Kürt halkı ve yukarıda belirtilen temsilcileri, Musul Vilayetinde oturan kardeşlerinin Anayurttan ayrılmalarına razı değillerdir; böyle bir ayrılmaya engel olmak için bütün fedakârlıklara katlanmaya hazırdırlar.”[ii]

İsmet Paşa Hatıraları’nda ise şunları söylemekte: “Kürtler, Türk vatanının kendileriyle beraber, bilhassa doğuda, Ermeni tehlikesine maruz kalacağını biliyorlardı. Milli Mücadelenin devamınca canla başla beraberlik gösterdiler. Sonra, Lozan Muahedesi yapılırken de Kürtler vatansever olarak Türklerle beraber bulunmuşlardır. Kürtler Ermeniler gibi Lozan’a gelip bize müracaat etmediler. Hatta biz Lozan’daki konuşmalarımızda, milli davalarımızı ‘biz Türkler ve Kürtler’ diye bir millet olarak müdafaa ettik ve kabul ettirdik.”[iii]

İsmet İnönü’nün bu söylemleri bilinmeyen, daha önce yazılmamış şeyler değil. Bir de o günlerde TBMM’de Kürt muhalefetinin öne çıkan ismi olarak Bitlis mebusu Yusuf Ziya Beyin sesine kulak verelim. 3 Ocak 1923 tarihinde TBMM’de Musul meselesi tartışılırken aynen şunları söylemektedir:

“Efendiler Lozan’daki Sulh Konferansı Heyeti yalnız Türklerin heyeti değil, yalnız Türkleri temsil etmiyor, Kürdü, Türkü temsil ediyorlar. (Vatanı sesleri) Aynı zamanda hakken, hukuken bir Kürt Heyeti Murahhasası da olan heyete, orası Kürtlerle meskûndur, vermeyeceğim demek, bilmem ne dereceye kadar hakla, hukukla kabili teliftir.”[iv]

1. TBMM’nin önemli isimlerinden Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey’de Meclis’te yaptığı konuşmada aynı kanaatte olduğunu belirten ifadeler kullanır: “ Görüyorsunuz ki, cihan huzurun da Iraklılar, Musul dâvasında zannetmiyorum ki, Lord Curzon’a bir vekâlet vermiş olsunlar. Kürtlerin murahhasları da Lozan’da karşılarındadır… Buradan kendilerine ihtara lüzum yoktur. Bir mesele olarak söz söylemeye bile değmez. Onlar Türk ve Kürd murahhası olarak, şayet siyasi entrikaların hâkim olacağını hissederlerse, onun cevabını vermek üzere buraya geleceklerdir.”[v]

Lozan Konferansında Musul meselesinin özellikle İsmet Paşa ile Lord Curzon arasındaki tartışmaları ve bunun TBMM’de yankıları ayrıca ele alınması gereken bir başlıktır. Bunu göz ardı etmeden Yusuf Ziya ve Hüseyin Avni Beylerin konuşmasına odaklanacak olursak, açık bir şekilde Lozan’a giden Murahhas Heyeti aynı zamanda bir Kürt heyeti olarak tanımlamaktadırlar[vi].

Bu noktada İsmet İnönü’nün Hatıralarında da belirttiği bir hususun altını özellikle çizmek gerekmekte. Sevr’in aksine Lozan’a Kürtler ayrı bir temsilci ya da heyet gönderme girişimlerinde bulunmamışlardır. Ne kuzeyden, ne Cenubi Kürdistan’dan yani Musul Vilayetinden ne de Fransız işgali altındaki Kürt bölgesinden. Yine diasporadaki Kürtlerin de böyle bir girişimi olmamıştır.

Bilindiği üzere Sevr sürecine bazı Kürt çevrelerinden temsilci gönderilmek istenmiştir. Şerif Paşa Avrupa’da bulunması hasebiyle kendini temsilci olarak sunmuş, Musul Vilayetinden ve Mısır’daki Kürt örgütlerinden de Paris’e temsilci göndermek için girişimler olmuştur. Fransızların ve İngilizlerin bu temsilcilerin gidişlerine müsaade etmediği ve bu sebeple katılamadıkları bilinmektedir.

Bir ara not olarak düşmek isterim ki: Sevr, resmi tarihin empoze ettiğinin tersine Kürtler tarafından benimsenen ve sahiplenilen bir antlaşma olmamıştır. Aksine Kürtlerin en temel korkularının körüklendiği, Avrupalı galip devletlerle aralarına mesafe koydukları bir sözleşme olmuştur.

Sevr Antlaşmasına göre Kürtlere verilmesi “vaat edilen” topraklar Osmanlı Kürdistanı’nın sadece yüzde 20’sidir[vii]. Yani Osmanlı Kürdistan’ın da Kürtlerin yaşadığı toprakların yüzde 80’i Ermeniler, İngiliz mandasındaki Irak ve Fransız mandasındaki Suriye arasında pay edilmektedir. Bilindiği gibi Şerif Paşa oluşan tepkilerin ardından temsilcilikten çekilmiş ve Sevr imza edildiğinde Kürtleri temsil eden herhangi bir kişi bulunmamaktadır.

Sevr’e gösterilen tepkiyi Yusuf Ziya Bey TBMM’de şu sözlerle açıkça ifade etmektedir: “Biz Kürtler vaktiyle Avrupa’nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlere iade ettik.”[viii]

Kürtlerin Yüzü Ankara’ya Dönük

Hülasa, sözü daha fazla uzatmadan buradaki tartışmalı konuların bazılarını sonraki yazılara bırakarak, I. TBMM’nin ve Lozan’a giden Murahhas Heyetin Kürtleri de temsil ettiğine dair bazı başlıkların altını çizerek nihayete erdirelim. Belirteyim ki her bir başlık ayrıntılı izahata muhtaç olup bilahare ele alınacak.

-Lozan’da Kürtler mevzu iki başlık altında tartışma konusu olmuştur. Biri Musul’un akıbeti konusudur, diğeri ise ekalliyetler (azınlıklar) konusudur. Lozan’da azınlıklar komisyonunda müzakereleri yürüten Rıza Nur’un yaklaşımlarını bir kenara bırakarak TBMM’de Kürt mebusların meseleye yaklaşımlarına baktığımızda kendilerini azınlık tartışmasının dışında gördüklerini söylemek mümkün. Lozan’a giden heyeti Türklerin ve Kürtlerin temsilcileri olarak görmeleriyle paralel, azınlık değil doğrudan devletin sahibi olarak konuşmaktadırlar. Bunda en büyük etken, TBMM’nin de kurulmasına vesile olan Misak-ı Milli belgesidir. Kısaca söyleyecek olursam, bir önceki yazıda da belirttiği gibi yeni devletin sınırlarının Türkler ve Kürtlerin yaşadıkları topraklar olarak belirlenmesi. İki halkın çoğunluğu oluşturduğu topraklar aynı zamanda müşterek yeni devletin meşruiyet kaynağı olmaktadır. Kürtler bu ortaklığın parçası olarak kendilerini azınlık görmemektedirler.

-Nedenlerini, nasılını ve sonuçlarını sorgulamayı sonraya bırakarak bir durum tespiti olarak vurgulamak gerekir ki, I. TBMM güçlenip Osmanlı’nın yıkıntıları üzerinden yeniden yükseleceğine dair bir umut belirdiğinde Kürtlerin büyük kısmı Ankara’yla birlikte hareket etmeye, ona bağlanmaya gayret etmiştir. Cenubi Kürdistan’da İngilizlere karşı mücadele eden Şeyh Mahmut Berzenci çok erkenden Mustafa Kemal hareketiyle birlikte olmayı istemiştir. Mustafa Kemal, 24 Nisan 1920’de yani meclis açıldıktan bir gün sonra gizli celsede yaptığı konuşmada Musul ve Irak için, “biz aramadan onlar bizimle temasa geçti ve yine Osmanlı’ya bağlı olarak yaşamak istediklerini söylediler” der. Lozan’da Musul meselesi tartışılırken Şeyh Mahmut Berzenci bir hamle yaparak 6 Şubat 1923’te Revanduz’daki Türk birliğinin komutanı Özdemir Bey’le 10 maddelik bir özerklik anlaşması imzalar ve Ankara’ya sunar. TBMM’ye bağlı özerk bir Musul teklifinde bulunur. TBMM’nin Güney Kürdistan’daki etkinliğini artırmak için Süleymaniye’yi temsilen bir mebus belirlerler ve Meclis’in kabul etmesi durumunda Ankara’ya göndereceklerini yazarlar.

-Ekim 1921’deki Ankara İtilafnamesiyle belirlenen sınırlar nedeniyle Suriye tarafında kalan Kürtler, gizli yapılan bu anlaşmayı sonradan öğrendiklerinde hem büyük bir sitem ve tepki gösterirler hem de 1922 yılında Ankara’ya kadar gelerek taleplerini bir broşürle TBMM’ye sunarlar. Kürd-Dağlıların Mutalebâtı isimli bu broşür hala TBMM Kütüphanesinde bulunmaktadır. Kürd-Dağlı Kürdlerin lideri Okçu İzzeddunlu Aşiretinden Hannan Ağa ve maiyetindekiler sundukları broşürde Ankara’ya bağlı yaşamak istediklerini söylerler[ix].

-Koçgirililerin TBMM’ye başvurularını bile bu minvalde değerlendirebiliriz. Resmi tarihin yalanlarını terennüm etmeyi adet edinmiş bir kısım zevatın bölücülük, ayrılıkçılık diye lanse ettiği Koçgiri Hadisesine bakılacak olursa, öz itibarıyla TBMM’ye bağlı “mümtaz bir vilayet” içerisinde bir Kürt vali tarafından yönetilmek istediklerini söylemektedirler. 8 Nisan 1921 tarihli TBMM’ye çektikleri telgrafta bunlar açıkça dile gelmekte[x]. Yani kendi bölgelerinde TBMM’ye bağlı muhtar bir idare talep ediyorlar. Dolayısıyla TBMM’yi bir irade olarak tanıyıp, onun hâkimiyeti altında yaşamayı kabullenmiş bulunuyorlar.

Sonuç olarak

Kürtlerin, Konferansa katılım için ne diasporadan ne de Anayurttan başkaca bir girişiminde bulunmadığı ve TBMM adına Lozan’a giden Murahhas Heyeti Kürtlerin de kendi temsilcileri olarak kabul ettikleri anlaşılmakta. Bu sürecin 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali ve akabinde TBMM’nin Ankara’da kurulması ve sonrasındaki gelişmelerle hayli bir alakası var. Ankara’da kurulan Meclis ve Hükümet güçlenip uluslararası kabul anlamında işlere imza attıkça, zaten baştan beri İslam kardeşliği, halife-sultanı kurtarma mücadelesi olarak kendisini sunan Ankara’ya bağlılığın arttığı aşikâr.

Ankara’da yeni devletin temelleri atılıp güçlendikçe Kürtlerin bağlılığı artsa da Türk tarafında bu bağlılık ilişkisinin tersinden işlediği görülmekte. Özellikle Ankara siyasetine yön veren siyasal elit; askeri, siyasi ve diplomatik başarılara imza attıkça daha önce arasına mesafe koyduğu İttihatçı-Türkçü siyasete dönüş eğilimine yönelmektedir. Bu anlamda 1921 yılının önemli bir dönemeç olduğu söylenebilir. Ankara Hükümetinin 1920’nin sonunda yürüttüğü Ermeni Savaşı ve sonucunda imzalanan Gümrü Antlaşması; Şubat-Mart 1921’de katıldığı Londra Konferansı; 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması ve son olarak Sakarya Savaşı’nın ardından Fransızlarla imzalanan 20 Ekim 1921 tarihli Ankara İtilafnamesi (Anlaşması) Kürt politikasında önemli bir dönemeç noktası olmaktadır.

Dolayısıyla Lozan Konferansına giderken Kürtler 1919’da vardıkları mutabakata daha büyük bir bağlılıkla sarılırken Türk siyaset erbabının önemli bir kısmı İttihatçı, tekçi ulus politikasını uygulama arzusundadır. I. TBMM’nin feshi 1919’da inşa edilen Kürt-Türk ittifakının da sonuna işaret etmektedir. 1 Nisan 1923’te I. TBMM’nin feshedilmesi ve seçime gidilmesi kararı alınır. Mustafa Kemal ve arkadaşlarını bu karara yönelten en önemli sebep Lozan görüşmelerine gösterilen muhalefettir. Musul gibi başlıklarda mevcut Meclis yapısının Antlaşmayı onaylaması mümkün görülmemektedir.

Şubat 1923’te müzakereler kesintiye uğramış ve Lozan Heyeti geri dönmüştür. I. TBMM’nin kendini feshedip, seçim kararı aldığı bir zaman diliminde müzakerelere devam etmek için yeniden Heyet gönderilir. 23 Nisan 1923’te müzakereler için Lozan’a giden Heyet’te kısmi değişiklikler olur. Mayıs, Haziran aylarında devam eden görüşmeler 23-24 Temmuz’da nihayete erdiğinde seçimler devam etmektedir ve Meclis yoktur. II. TBMM 11 Ağustos 1923’te açıldığında Antlaşma imzalanmıştır. Yeni Meclis’in mebus bileşimi Antlaşmayı uygun bulur ve 23 Ağustos 1923’te onaylayarak yürürlüğe koyar.

Kürtler kaderlerini Lozan’da iki halkın temsilcisi olan Murahhas Heyete bağlamışlardır ama Antlaşmanın imzalanması ve ardından Ankara’nın Kürt varlığını yok sayan politikalara yönelmesi hayal kırıklığına sebep olmuş, ihanete uğradığı hissi yaratmıştır. Lozan’da Musul meselesi üzerinden yürütülen tartışmalar Kürtlerin bedeni üzerinde cerrahi müdahalelerle sonuçlandı. I. TBMM’de Türk ve Kürt birçok mebus Musul’un Irak’a, İngiliz mandasına bırakılmaması; Fransızlarla yapılan Ankara Anlaşmasının tadil edilerek güney sınırının tekrar düzenlemesi, yani Misak-ı Milli’ye riayet edilmesi çağrısında bulunmuş ama yanıt alamamıştır. Bunları tartışmaya açmak; “egemenlik hakkına bir saldırı” yada sınırları yeniden çizelim çağrısı değildir. Tarihsel bir yanlışın, haksızlığın dile getirilmesidir.

Bitirirken I. TBMM’de Kürtlerin en gür sesi olarak adeta çırpınırcasına hakikatleri dile getiren ve yanlıştan vazgeçilmesi çağrısı yapan Bitlis mebusu Yusuf Ziya Beyin 6 Mart 1923’te gizli celse oturumunda, Meclis kapanmadan kısa bir süre önce yaptığı konuşmayı aşağıya bırakıyorum. Belki “beka” korkusundan kurtulamayanların kulağına küpe olur:

“Türkle Kürt teşriki mesai ederek yaşamazlarsa, ikisi için akıbet yoktur. Bugünkü vaziyet böyle geliyor. Arkadaşlar; vaziyeti içtimaiyemiz bunu gösteriyor. Binaenaleyh her hangisi, her hangisine ihanet ederlerse ikisi için de akıbet yoktur.”

Namık Kemal DİNÇ yazdı | Lozan tartışmalarına giriş: Barış mücadelesi ve tarih yazımı

×[i] https://haber.sol.org.tr/yazarlar/fatih-yasli/lozan-surec-turkler-kurtler-398244

[ii] Lozan Barış Konferansı Tutanaklar-Belgeler, Birinci Takım, Cilt I, Kitap I, Çeviren Seha L. Meray, YKY Yayınları, İstanbul Mayıs 2001, s. 348-349.

[iii] İsmet İnönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara 1987, s. 202.

[iv] TBMM Zabıt Ceridesi, Yüz altmış yedinci İçtima, 3.1.1339 (3 Ocak 1923)

[v] TBMM Zabıt Ceridesi, 25 Ocak 1923

[vi] Lozan’a giden TBMM Heyetinde Diyarbakır mebusu Zülfü Tigrel’de bulunmaktadır. Zinar Silopi, Mustafa Remzi Bucak gibi kimi Kürt şahsiyetlerin anılarında Heyete danışman statüsünde dâhil edilen Zülfü Tigrel’in diğer devletlere “Bakın içimizde Kürt şahsiyetler de var” demek için yerleştirildiği iddia edilmiştir. Bu anılarda anlatılanların dışında iddialarını doğrulayan başka bir vesika bulunmamaktadır. Zülfü Tigrel, İttihatçı gelenekten gelen, Ermeni Kırımına dâhil olduğu suçlamasıyla tutuklanıp sürgüne gönderilen, sürgün sonrası geldiği Ankara’da mebus olarak TBMM’ye giren Diyarbakır eşrafına mensup bir kişidir. Lozan görüşmeleri sırasında İsmet Paşa’nın Musul’u İngilizlere bırakma yaklaşımını benimsemediği ve bir aralık istifa ettiği ancak sonrasında istifasını geri aldığı bilinmektedir. Musul meselesindeki rahatsızlığından olmalı ki, Nisan 1923’de başlayan ikinci tur Lozan görüşmelerine giden Heyete dâhil edilmemiştir.

[vii] Metin Atmaca, Sevr’e Giden Yol, Kürt Tarihi Dergisi, Sayı 49, Temmuz-Ağustos-Eylül 2022, s. 42-51.

[viii] Fahri Çoker, Türk Parlamento Tarihi, Cilt-II, s. 342-343

[ix] Metnin transkript hali ve analizi için bakınız: Mehmet Bayrak, Kürdoloji Belgeleri II, Öz-Ge Yayınları, Ankara 2004, s. 231-263.

[x] Gültekin Uçar-Alişan Akpınar, Koçgiri ve Cumhuriyet: Hile ile Abad Olunmaz! Yalanla Cumhuriyet Kurulmaz!, https://kurdarastirmalari.com/yazi-detay-oku-310 (Erişim Tarihi 04.06.2025)

 

Benzer Haberler