Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Öcalan’ın çağrısı ve kader anı…

Öcalan’ın çağrısı ve kader anı…

Barış konuşmazsa, felaket susmaz. Barış bir ihtimal değil, yüzleşilmemiş hakikatin adıdır; ondan kaçan her toplum, sonunda kendisinden de kaçar.

Amed DİCLE

Ortadoğu yeniden yazılıyor. Sınırlar sallanıyor, dengeler altüst oluyor, halklar ise çatışma ve çözüm arasında sıkışmış bir geleceği bekliyor. Türkiye bu büyük dönüşümün tam kalbinde, belki de kaderini belirleyecek en kritik karar anlarından birine yaklaşıyor. Bu kader anı, sadece siyasal bir hesaplaşma değil; tarihsel bir yüzleşme, toplumsal bir yeniden kuruluş sürecidir. Ve bu sürecin merkezinde, kurucu bir aktör olarak Sayın Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı çağrı duruyor. Sadece çağrının içeriği değil, ortaya koyduğu çözüm denklemi, Türkiye ve Kürt halkı için olduğu kadar tüm bölge halkları için de yeni bir dönem fırsatıdır.

PKK’nin 12. Olağanüstü Kongresi’nde açıkladığı kararlar, bu çağrının sahici ve politik olarak sahiplenildiğinin kanıtı. Silahlı mücadelenin sonlandırıldığını ilan etmek, sadece bir taktik değil; yarım asırlık bir direnişin evrimini ifade ediyor. Bu, hem bir dönemin kapanışı hem de yeni bir dönemin başlangıcıdır. Kurulan denklemin özünde, demokratik siyasetle çözüm, halklar arası eşit yaşam ve Ortadoğu için toplumsal inşa iradesi yer alıyor. Ancak bu iradeye şu an karşılık veren siyasal bir düzlem maalesef oluşmuş değil.

Ankara’dan gelen tepkiler hâlâ çelişkili. Bir yanda “yeni dönem” vurguları yapan siyasi açıklamalar, diğer yanda Kürt coğrafyasına dönük hava saldırıları. Bu çift yönlü siyaset, çözüm zemininin kırılganlığını artırıyor. Oysa bu çağrıya verilecek en net yanıt; silahların değil, siyasetin konuştuğu bir zemini güçlendirmek olmalıydı.

Devletin medya aygıtları, süreci kendi penceresinden çerçevelemek için yoğun bir algı operasyonu yürütüyor. Zaman zaman bu medya dili, barışa yönelik olumlu mesajlar üretse de, aynı anda bir “teslimiyet” algısı yaratılarak sürecin özünü boğmaya çalışıyor. Toplumsal tartışma, gerçeklikten koparılıyor. Algı öyle bir düzeyde kuruluyor ki, devlet dışı bir aktörün barış çağrısı yapması bile kriminalize edilmeye çalışılıyor. Bu, yalnızca çözümü geciktirmekle kalmıyor; aynı zamanda toplumu manipüle ediyor.

Kürt tarafı böyle bir manipülasyon dili kurmaz, kurmamalı da. Ancak bu, olup bitenleri daha cesur, daha net ve ikna edici bir dille konuşmak zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Artık sembollerle değil, somut söylem ve açıklıkla yürünecek bir döneme girilmiştir. Kürt tarafı, yalnızca barış isteyen bir halkın diliyle değil; aynı zamanda süreçte kurucu bir özne olarak daha yüksek sesle konuşmalı, kamuoyunu etkili biçimde bilgilendirmelidir.

Burada DEM Parti’ye de özel bir sorumluluk düşüyor. Geliştirdiği söylem yapıcı, dikkatlidir. Ancak bu dili sahaya taşıma konusunda belirgin bir tereddüt olduğu görülüyor. Sokakta, medyada, üniversitede, köyde ve kentte bu yeni sürecin anlamı yeterince anlatılamıyor. Oysa bu süreç, yalnızca kurumların değil; halkın da sahip çıkması gereken bir fırsattır. Süreci koridorda konuşmak, onu gerçeklikten koparmaktır.

Bu sadece Kürt sorununun değil, Türkiye’nin demokratikleşme sorununun da çözüm anahtarıdır. Sayın Öcalan’ın geliştirdiği çözüm denklemine gerçek karşılık, yalnızca silahların bırakılmasıyla değil, aynı zamanda siyasal zeminde samimi ve karşılıklı adımlarla verilir. Bu adımlar atılmadıkça çözüm zemini sahici hale gelmez.

Meclis zemininde yapılan bazı öneriler elbette önemlidir. Ancak bu önerilerin gücü, arkasında toplumsal irade ve siyasi kararlılık olmadıkça etkisiz kalır. Geçmiş deneyimler bunu fazlasıyla gösterdi. 2013-2015 arasında süreci zayıflatan şey, toplumu dahil etmeyen dar ve kapalı yürüyüştü. Bugün benzer bir hata tekrarlanırsa, bu yalnızca yeni bir kırılma değil, büyük bir çöküş olur.

Çünkü bu sürecin artık başarısızlık gibi bir şansı yok. Bu kez mesele bir örgütün geleceği değil, halkların birlikte yaşam iradesidir. Bu sürecin altından yalnız bir taraf değil, tüm aktörler birlikte kalır. Barışın ertelenmesi sadece çatışmayı uzatmak değil, toplumsal çürümenin, ekonomik yıkımın ve siyasal daralmanın da derinleşmesidir.

Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü, bu sürecin başarısı için bir ön koşul olarak her geçen gün daha çok öne çıkıyor. Çünkü kurulan çözüm denklemine yön verecek tek aktör hâlâ o. Bu sadece bir temsil meselesi değil; sürecin devamlılığını ve halklar arası güveni sağlayacak politik gerçekliktir. Devlet, bu iradeyi muhatap almadan çözümün zemini kurulamaz. Bu kadar açık, bu kadar net.

Bugün tarihsel bir seçimle karşı karşıyayız. Ya bu topraklar demokratikleşmenin adresi olacak ya da yüz yılın son şansı da kaçırılacak. Sayın Öcalan’ın kurduğu denklemin sahiplenilmesi, onun muhataplığının tanınması, sadece Kürt halkının değil, Türkiye toplumunun da geleceğini belirleyecek.

Ve evet, bu kez geri dönüş yok. Bu süreç başarıya ulaşmazsa, yalnızca barış kaybedilmez. Gelecek, birlikte yaşam umudu, yeni bir Türkiye ihtimali de gömülür. Bu nedenle bu sürece omuz vermeyen herkes, suskun kalan her aktör, yalnız bugünün değil yarının da yükünü taşır.

Barış konuşmazsa, felaket susmaz. Barış bir ihtimal değil, yüzleşilmemiş hakikatin adıdır; ondan kaçan her toplum, sonunda kendisinden de kaçar.

Benzer Haberler