Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Ortadoğu kazanı kaynarken I

Kürtlerin demokratik kazanımları artıyor

Ortadoğu kazanı kaynarken I

Gazeteci Mutlu Çiviroğlu, Ortadoğu’nun, son savaş ve çatışmalarla birlikte yeni bir dönemin ilklerini yaşadığını söylüyor. Ona göre İran ilk defa bu ölçekte irtifa kaybediyor, İsrail Ortadoğu’nun yeni süper gücü olmak istiyor. ABD’nin Suriye’de daha uzun yıllar kalacağına neredeyse kesin gözüyle bakan Çiviroğlu’na göre Kürtler bu ortamdan barışçıl ve halkları kucaklayan demokratik yapısıyla kazanımlarını artırıyor.

Ortadoğu yeniden savaşlar, krizler ve büyük değişimlerle gündemde. Hem bölge içindeki güç dengeleri değişiyor hem de dünya güçleri Ortadoğu’da yeniden etkili olmaya çalışıyor. Kürtler’i nasıl bir gelecek bekliyor?

Bu karmaşık süreçte Kürtler, bulundukları dört ülkede — Irak, Suriye, Türkiye ve İran —siyasi ve toplumsal anlamda daha görünür ve etkili bir konuma geliyor. PKK’nin silahsızlanma kararının bu yeni dönemde Kürtlerin üzerinde nasıl bir kadersel dönüşüme evrileceği bilinmezliklerle dolu.

Hem bölgedeki son durumu anlamak hem de Kürtlerin bu süreçteki yerini daha iyi kavrayabilmek için, Ortadoğu üzerine yıllardır çalışan, deneyimli gazeteci Mutlu Çiviroğlu ile söyleştik.

Güler YILDIZ

*Uzun yıllardır Amerika’nın Sesi (VOA) Kürtçe Servisi’nde çalışıyordun ancak Amerika’nın Sesi tamamen sustu. Kürtçe Servis tam olarak nasıl bir boşluğu dolduruyordu?

Amerika’nın Sesi Kürtçe Servisi 1992’den bu yana yayın yapıyordu. Başlangıçta bir radyo kanalıydı, son yıllarda ise televizyon ve sosyal medya platformlarında —Facebook, Instagram, YouTube gibi— oldukça etkili hale gelmişti. Dünyanın en güçlü devletlerinden biri olan Amerika’nın resmî yayın kuruluşunun Kürtçe yayın yapması hem Kürt dili hem de medya çeşitliliği açısından önemliydi.

Kürt basını genellikle siyasi partilerin etkisi altındadır. Oysa Amerika’nın Sesi bu çizginin dışında, editoryal bağımsızlığa sahip bir kuruluştu. Amerikan hükümeti tarafından finanse edilmesine rağmen, hükümetin içerik üzerindeki etkisi sınırlıydı. 52 dil arasında Kürtçe’nin yer alması, bu dilin uluslararası düzeyde tanınmasına katkı sağlıyordu.

Amerika’nın Sesi Kürtçe Servisi’nin kapanması bu açıdan ciddi bir kayıp. Ancak bir noktayı da netleştirmek gerekiyor: Son günlerde Kürt ve Türk medyasında bu gelişme sanki sadece Kürtçe servise yönelik bir kararmış gibi yansıtıldı. Oysa durum öyle değil. Amerika’nın Sesi’nin Türkiye ofisi tamamen kapatıldı; sadece Kürtçe değil, Türkçe, Arapça ve İngilizce servisler de durduruldu. Yani bu karar sadece Kürtçe yayınlara yönelik değil. Bu açıklamayı NuMedya24 aracılığıyla netleştirmiş olayım.

*Senin VOA çalışma hayatın ne zaman başladı, bu sürede nelere tanıklık ettin? Bundan sonrası için ne yapmayı planlıyorsun?

Amerika’nın Sesi Kürtçe Servisi 1992’de yayına başladığında ben henüz lise öğrencisiydim. O zamanlar bir dinleyici olarak bu yayınlarla duygusal bir bağ kurmuştum. Radyo tutkunu biriydim; Amerika’nın Sesi, Erivan Radyosu ve diğer yayınları büyük bir ilgiyle takip ederdim. Türkiye’de yaşarken, Amerika’nın Sesi arşivine kaset, CD ve kitaplar gönderirdim. Onlar da sık sık beni ararlardı; adeta gönüllü bir muhabir gibiydim.  Röportaj yapılabilecek insanları bulur, siyasi, kültürel ya da toplumsal konularda kimlerle konuşulabileceğine dair fikir verirdim.

Kurumla bağım 2009’da resmî olarak başladı ama ilişkim çok daha eskilere dayanıyor. 16 yıl boyunca Amerika’nın Sesi’nde farklı pozisyonlarda çalıştım, web editörlüğü ve bas editörlük yaptım. Bir zamanlar sadece severek dinlediğim bir radyonun parçası olmak benim için büyük bir anlam taşıyordu. Bu bağlılık benim için hâlâ bir teselli.

Ancak geçtiğimiz Cuma günü (20 Haziran) bana ve diğer 638 çalışana resmi olarak bildirildi: Kurumun aldığı kararla Kürtçe servisin yayın hayatına son verildi. Şu anda işsizim ve yeni bir yol çizmeye, yeni alternatifler yaratmaya çalışıyorum.

*ABD’nin Kürtlerle ilişkisinin ya da duygusunun samimiyet derecesi için neler söylersin bize ?

Amerika, bulunduğu konum ve küresel etkisiyle dünyanın en güçlü devleti olarak dünyanın her bölgesiyle ilgileniyor; bu ilginin içinde Kürtler ve Kürdistan da yer alıyor. Son yıllarda Amerikan kamuoyunda, halkında ve Kongresi’nde Kürtlere yönelik belirgin bir ilgi gözlemleniyor. Bu ilgi, medya ve popüler kültür aracılığıyla da yansıyor: Amerikan basını, Hollywood yapımları ve Netflix gibi mecralarda Kürtler; saygı duyulan, direnişçi ve mazlum bir halk olarak takdim ediliyor. Bu algının oluşmasında, özellikle Şengal’den başlayıp Kobanê’de zirveye çıkan IŞİD’e karşı verilen mücadelenin büyük etkisi var.

×Eskiden Kürtler daha çok Saddam Hüseyin rejimi döneminde kimyasal saldırılara uğramış mağdur bir halk ya da Türkiye’nin resmi bakışıyla tanımlanan bir topluluk olarak görülüyordu. Ancak son on yılda Amerika’da Kürtlere, doğrudan Kürtlerin perspektifinden bakılmaya başlandığını söyleyebiliriz. Bu değişimde Rojava’nın rolü oldukça belirleyici. Rojava Kürtleri bugün, genel Kürt halkı içinde en görünür ve etkili temsilcilerden biri olarak kabul ediliyor.

Öte yandan, daha önce burada etkin olan DEM Parti’nin uzun süredir Washington’da resmi bir temsiliyeti bulunmuyordu. Ancak yakın zamanda bir temsilcilik açılması planlanıyor ve şu anda DEM Parti’den bir heyetin Washington’da temaslarda bulunduğu biliniyor. Bu da partinin Amerika nezdinde belli bir varlık ve ilgi alanı oluşturduğunu gösteriyor.

Amerikan kamuoyunda Kürtler genellikle içsel farkları ya da siyasi ayrılıkları çok da önemsenmeden, bir bütün olarak algılanıyor. Bu bakış açısı, Kürtlerin de tıpkı kendi komşuları gibi en temel ve doğal haklara sahip olmaları gerektiği düşüncesiyle birleşiyor. Ancak burada Kürtler açısından bazı eksiklikler dikkat çekiyor. Özellikle Washington’un ne kadar önemli bir merkez olduğunun Kürtler tarafından yeterince kavrandığını söylemek zor. Oysa Washington’da atılacak her adımın, yapılacak her stratejik yatırımın ciddi kazanımlar getirme potansiyeli var. Bu potansiyelin yeterince değerlendirilemediği ise açık.

Bugün için sadece Irak Kürtlerinin bu alanda bir miktar farkındalık ve girişim gösterdiğini söyleyebiliriz. Rojava’nın ise doğal bir sempatiye sahip olmasına rağmen, bu sempatiyi Washington’da etkili bir diplomatik güce dönüştüremediği görülüyor. Bu durum, Kürtler adına siyaset yapan aktörlerin lobicilik, diplomasi ve stratejik ilişkiler kurma konularındaki eksikliklerine işaret ediyor. Oysa 2014’ten bu yana Rojava’nın Amerikan toplumundaki imajı oldukça olumlu. Kürtlerin Batı yanlısı, ılımlı, çoğulcu ve farklı etnik-dini grupları kucaklayan bir yapı kurmuş olmaları, Amerika’da takdirle karşılanıyor.

*PKK’nin silahsızlanma kararı ABD medyasında nasıl ele alındı? Daha çok Suriye’nin yeni durumu üzerinden mi görüldü yoksa 4 parça Kürdistan’ı da kapsayacak bir yeni süreç olarak mı bakılıyor?

PKK’nin silahsızlanma kararı Amerikan medyasında geniş şekilde yer buldu. Bu gelişme, Amerika’nın da uzun süredir arzuladığı bir süreci, yani Kürtlerle Türklerin bir araya gelerek sorunlarını diyalog yoluyla çözme çabasını yansıtıyor. Zira Amerika açısından Kürtler özellikle Suriye bağlamında önemli bir ortak konumunda. Suriye’nin geleceği belirsizliğini korurken, bölge ABD için birçok stratejik başlıkla bağlantılı: İran’ın kontrol altına alınması, İsrail’in güvenliği, Rusya’nın nüfuzunun sınırlandırılması ve Irak’ın istikrarı gibi. Bu bağlamda, Suriye’de politik ve askeri olarak güçlü bir konuma sahip olan Kürtler Amerika için kilit bir aktör.

Öte yandan Türkiye de NATO’dan bu yana ABD’nin önemli bir müttefiki. Dolayısıyla ABD yönetimi ve kamuoyu, iki önemli partneri arasında yaşanan bir sorunun çözülmesini memnuniyetle karşılıyor. Amerikan medyasında da bu konu, on yıllardır süren bir çatışmanın sona ermesine dair olumlu bir gelişme olarak yansıtıldı. Bu noktada, Türkiye’nin atacağı adımlar önem kazanıyor. Henüz somutlaşmamış reformlara işaret edilse de, mevcut durumun diyalog için uygun bir zemin yarattığı görülüyor.

×Her ne kadar Suriye’deki gelişmeler ön planda görünse de Amerikan kamuoyu Kürtleri yalnızca bir ülke bağlamında değil, bütünlüklü bir halk olarak değerlendiriyor. Yani Kürtleri; Irak, Suriye, Türkiye ya da İran Kürtleri olarak değil, bir bütün olarak “Kürt halkı” şeklinde algılıyor. Bu bakış açısı, özellikle son yıllarda belirginleşmiş durumda. Suriye iç savaşına kadar ABD’nin Kürtlerle ilişkileri daha çok Irak Kürtleri üzerinden yürütülüyordu. Özellikle KDP, YNK gibi aktörler Kürt halkının önde gelen siyasi temsilcileri olarak görülüyordu. Ancak 2014’ten itibaren bu ilişki ağı daha çok Rojava üzerinden, yani YPG, YPJ ve SDF olarak bilinen “Demokratik Suriye Güçleri” gibi yapılar üzerinden şekillenmeye başladı.

Buna rağmen ABD’nin Kürtlere yaklaşımı sadece Suriye ile sınırlı değil. Kısa bir süre önce Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Mesrur Barzani Amerika’daydı ve üst düzeyde ağırlandı. Hâlihazırda bir DEM Parti heyeti de Washington’da ve hem Dışişleri Bakanlığı’yla hem de çeşitli hükümet dışı kuruluşlarla temaslarda bulunuyor. Aynı şekilde İran Kürdistanı’ndan Komala lideri Abdullah Muhtedi de kısa süre önce Washington’daydı.

*ABD’nin Öcalan-PKK senaryosu nedir bu yeni sürecin kodlarına göre?

Ben ABD’nin bir senaryosu olduğunu düşünmüyorum. Türkiye ya da Kürt medyasında ABD’nin bu süreçte doğrudan ya da dolaylı bir rol oynadığına dair yorumlar yapılıyor ama ben Washington’da böyle bir hava görmüyorum. Zaten ABD’nin mevcut dış politikası buna uygun değil.

Trump yönetiminin dış siyasette benimsediği yaklaşım, müdahil olmaktan çok geri çekilmek yönünde. ABD şu anda kendi içine kapanan, küresel sorumluluklarını azaltan bir tutum içinde. Bu tavrın tek istisnası İsrail-İran hattındaki gerginlik. Örneğin, Trump’ın İran’ın nükleer tesislerine saldırı sinyali vermesi, İran’ın Katar’daki ABD üssünü vurması ve ardından ilan edilen ateşkes… Bunlar ABD’nin bölgedeki varlığını sınırlı tutarken yalnızca belirli krizlere müdahale ettiğini gösteriyor.

Trump’ın hedefi, Amerikan gücünü daha çok Amerikan halkı için kullanmak. “Amerika’yı yeniden güçlü kılalım” sloganı da aslında bu anlayışı yansıtıyor. Dolayısıyla, Türkiye’de adına “çözüm süreci” ya da “Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği süreç” denilen dönemde ABD’nin perde arkasında aktif rol oynadığına dair bir belirti yok. Washington’da da bu yönde bir izlenim edinmedim.

×Ancak şunu da söylemek gerekir ki Trump kendisini bir “barış yapıcı” olarak görüyor. Savaşları durduran, sorunlara çözüm bulan bir lider imajı çizmeye çalışıyor. Bu bağlamda, eğer Kürtler ya da Türk devleti tarafından bir talep gelirse, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümünde arabulucu olma fikrine olumlu yaklaşabilir. Hatta daha önce Kürtler ve Türklerin “bin yıllık savaşından” söz ettiği bir ifadesi de olmuştu. Yani davet edilirse böyle bir rolde yer almak isteyebilir. Ama bunun dışında, şu an itibarıyla ABD yönetiminin doğrudan bir rol oynadığına dair bir işaret yok.

*Trump’ın dış politikası, geleneksel kurumsal diplomasi yerine daha çok kişisel ilişkiler ve pazarlıklar üzerine kurulu. Bu durum, dünya çapında nasıl bir etki yaratıyor?

Donald Trump, tahmin edilmesi güç bir lider. Nerede ve ne yapacağı konusunda belirsizlikler olsa da, güçlü ve karizmatik bir kişiliğe sahip. Şu anda Amerikan yönetiminde en belirleyici figür diyebiliriz. Trump’ın kabinesi de tamamen onun vizyonuna göre şekillenmiş, onun seçtiği ve söylediklerinden sapmayan kişilerden oluşuyor. Trump, Amerika’nın geleneksel rolünü sonlandırmayı amaçlıyor. Batı dünyasının “büyük abisi” olarak kabul edilen bu rolün suistimal edildiğini savunuyor. Amerika’nın, müttefikleri, NATO, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği tarafından sömürüldüğünü, kaynaklarının gereksiz yere harcandığını ve Amerikan askerlerinin dünyanın polis gücü gibi kullanıldığını söylüyor. Trump’a göre bu masraflar, Amerikan halkı için harcanmalı ve Amerika’nın sınırlarını korumak için kullanılmalı.

Trump, Kongre’nin her iki kanadını da kazanarak, hem Senato’yu hem Temsilciler Meclisi’ni kontrol ediyor. Bu durum, Trump’ın istediği kararları herhangi bir muhalefetle karşılaşmadan almasını sağlıyor. Trump’ın bakış açısı, Amerika’nın dünya genelindeki maddi yardımlarını sonlandırmak ve bu kaynakları kendi halkının ihtiyaçlarına yönlendirmektir. Bu nedenle, birçok uluslararası yardım kurumu kapatıldı veya bütçeleri kesildi. Örneğin, Afrika’daki projeleri yürüten USAID kurumu bütçelerini kaybetti. Trump’ın yönetimi, bu bakış açısıyla şekilleniyor.

İSRAİL ORTADOĞU’NUN SÜPER GÜCÜ OLMAYA OYNUYOR

*Washington’dan bakınca Ortadoğu’da neler yaşanıyor, ne tür olasılıklar üzerine konuşuluyor?

Foto: Yousef Masoud/AP

İsrail, 7 Ekim saldırılarının ardından, daha önceki “yıkılmaz çelik kule” imajını kaybetmiş durumda. Bu yüzden, yaptığı son saldırılarla gücünü ve kudretini yeniden kanıtlamaya çalışıyor. Bu durum özellikle Hizbullah ve Hamas’a karşı yapılan operasyonlarda açıkça görüldü. Geçen yıl İran’a da bir saldırı gerçekleştirmişti ve son birkaç gündür, İran’a yönelik yoğun saldırılar devam ediyor. Bu saldırılarda 30’dan fazla üst düzey İranlı öldürüldü, birçok nükleer bilim insanı hedef alındı. İsrail, bu saldırılarla İran’a ciddi darbeler vurmayı, onu tehdit olmaktan çıkarmayı hedefliyor. Bu süreçte, Trump’ın desteği de belirgin bir şekilde gözlemleniyor.

Ateşkes olsa da, bu ateşkesin ne kadar başarılı olacağı hala belirsiz. Ancak İsrail’in İran’a yönelik büyük darbeler indirdiği açık. İsrail’in, İran’daki rejim değişikliğini istemesi biliniyor. Bu değişiklik olabilir ya da olmayabilir, ancak İran’ın gücünün kırılması, zayıflaması bekleniyor.

×İran son yıllarda ciddi şekilde zayıfladı. Özellikle kendi vekalet savaşçılarının gücünün azalmasıyla birlikte, Hizbullah, Hamas, Suriye’deki Esad rejiminin durumu ve Irak’taki etkisi azaldı. Şimdi ise İran, ilk kez yıllardır karşılaştığı darbeyi kendi topraklarında yiyor. İran, daha önce desteklediği güçler sayesinde kendi ideolojisini bölgeye yayabiliyor, ancak artık İsrail’in saldırıları doğrudan İran’ın içini hedef alıyor. Bu da Ortadoğu’daki güç dengelerinde önemli bir değişimin habercisi. Bu da yeni bir süreç. Yani o bağlamda İsrail’in böyle bir yükselen bir Ortadoğu’nun yeni süper gücü olma gerçekliği var.

İsrail, Amerika’nın desteğiyle bu operasyonları yürütüyor ve bu destek oldukça sağlam. Trump’ın desteği, Amerikan halkının İsrail’e olan güçlü desteğiyle birleşiyor. Amerikan basını da, genellikle İran’a karşı olumsuz bir tutum sergiliyor. Amerikan kamuoyunun büyük kısmı, İran’ı savunulabilir görmüyor. Demokratların bu konuda farklı görüşler olsa da, Amerikan yönetimi ve halkı, İran’ı olumsuz bir perspektiften değerlendiriyor

*İran’la savaş devam ediyor ve ABD de açıktan dahil oldu. Tüm bu olanların İran’ı sadece masaya çekmek için olduğunu düşünmek ne kadar doğru?

İran’ın durumu giderek daha da zorlaşacaktır; çünkü İran, hedef olmaya devam edecektir. Ancak, İran’ın bu durumda verdiği tavizler, ülkenin zayıf görünmesine yol açacak ve bu da İran’ın iç politikası açısından bir kaygı yaratacaktır. İran, taviz vermek yerine güçlü kalmaya çalışsa da, bunun zayıflık olarak algılanmasından endişe ediyor. Buna rağmen, İsrail’in bölgedeki rolü ve etkinliği de göz ardı edilemez.

ROJAVA TÜM SURİYE’DEKİ TEK DENGE UNSURU

* Sürekli Amerika Suriye’den çekiliyor, çekilecek, çekildi yönlü haberler yapılıyor. ABD yönetiminin niyeti açık mı bu çekilme konusunda?

Suriye bağlamında, Amerika’nın güçlerini, Trump’ın yaklaşımı doğrultusunda azalttığı doğru olsa da, ben hala Amerikan güçlerinin Suriye’den çekilmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü Suriye, Amerika için terk edilemeyecek kadar stratejik bir öneme sahip. Bölgesel güvenlik ve güç dengeleri açısından da kritik bir yer: Suriye demek Irak demek, İran demek, İsrail demek, Türkiye demek.. O yüzden de Amerikan varlığı sürecektir.

Amerika’nın Suriye’deki varlığı, Kürtler ve diğer etnik ve dinsel azınlıklar açısından önemli bir durum olarak devam edecektir. Bu sadece Kürtler için değil, aynı zamanda Hristiyanlar, Dürziler ve Aleviler gibi diğer gruplar için de kritik bir faktör. Mevcut geçici yönetimin, Suriye’yi kucaklayacak bir vizyona sahip olmadığı her geçen gün daha fazla ortaya çıkıyor. Örneğin, dün Hristiyanların şiddetle hedef alınması, bu yönetimin sınırlı bir kapsayıcılığa sahip olduğunun bir göstergesidir. Bu bağlamda, Kürtler, Suriye’nin dışarıya karşı denge unsuru olarak büyük bir öneme sahiptir. Hatta Kürtler, bölgedeki diğer azınlıklar için de bir koruma kalkanı görevi görmektedir. Amerika, İsrail ve Fransa gibi ülkeler, Rojava’daki Kürtleri bu rollerinden dolayı destekliyor.

Türkiye ile son dönemdeki diyalog süreci, Rojava’daki baskıları bir nebze hafifletmiş gibi görünüyor. Bu da olumlu bir gelişme. Son birkaç hafta içinde Rojava’da altyapı onarımları ve elektrik trafolarının yeniden yapılması gibi iyileştirmeler yapılmaya başlandı. Rojava’nın yeniden nefes alması, bölgenin geleceği açısından önemli.

Benzer Haberler