“Futbol bir ülkenin kendine bakma biçimidir; orada adalet duygusunu, eşitlik talebini ve öfkesini de görürsünüz.”
— Tanıl Bora
Türkiye’de yaşanan bahis skandalı yalnızca birkaç hakemin bahis oynaması meselesi değil. Bu ülke artık kendi çürümüşlüğünü gizleyemeyen bir sistem krizi yaşıyor. Futbol, o çürümüşlüğün aynasında bir kez daha görünür oldu.
Zeyno BAYRAMOĞLU
Federasyon düğmeye bastı deniyor ama mesele bu değil; sistemin artık kendi pisliğini saklayamaması.
Kir, kendi ağırlığından yüzeye çıkıyor.
Bu tip skandallar çoğu kez rantın yeniden paylaşım evrelerinde görünür olur; pazar payı kavgası, içerideki ağlar arası çıkar çatışmaları, veri akışını kontrol edenlerin değişimi ve siyasal meşruiyet krizleriyle birlikte sahaya yansır. Bugün patlayan şey birkaç hakemin hatası değil; sistemin kendi çıkar dengesidir aslında. O yüzden soru “kim bahis oynadı” değil, “kim artık eskisi kadar kazanamıyor?” sorusudur.
Yasal ya da yasa dışı olması fark etmez; bahsin kendisi zaten şikedir. Bahis, oyunun adaletine değil oranına inanır. Çünkü oranlar, algoritmalar ve şirket bağlantıları yalnızca oyunu değil, hakikati de manipüle eder. Bir ülke adaleti sahada değil, sistemde kaybettiğinde o oyunun sonucu da meşruiyetini yitirir; futbolun güzelliğine, adaletine ve rekabetin bilinmezliğine olan inanç artık ciddi biçimde zedelenmiş durumda.
Federasyonun “özerk” yapısı kâğıt üzerinde. Gerçekte bu özerklik, siyasetin futbola doğrudan müdahalesinin önünü açan bir kılıfa dönüşmüş durumda. Kararlar masada değil, ilişkiler ağında alınır. Dolayısıyla burada mesele hakemlerin disiplin suçu değil, yapısal bir yozlaşmadır. Futbolun temizlenmesi TFF’nin ya da savcılığın iradesine bırakılamaz; bu bir idari karar meselesi değil, sistemsel bir kriz. Hakemleri, futbolcuları, kulüpleri değil; parayı, piyasayı ve rantı kontrol eden mekanizmayı konuşmak gerekir. Bugün yaşananlar tam da o düzenin sonucu; Türkiye’nin siyasal ve ekonomik yapısındaki meşruiyet krizinin sahaya yansıması.
Birçok şeyin üzeri örtülebilir bu ülkede ama futbolun ki kolay değil. Çünkü futbolun toplumsal bir yapısı, sosyolojik derinliği ve tarihsel bir hafızası var. Taraftar adil oyunu bilir; sahadaki adaletsizliği hisseder.
Sahada adalet azaldıkça, kasada kazanç artıyor.
Ve sistem, adaletsizliğin en kârlı yatırım olduğunu çok iyi biliyor.Halkın sessizliğiyle sermayenin gürültüsü birbirini tamamlıyor.
Oyunun durmasına sistem izin vermez; çünkü sponsorlar, yayıncılar, bahis şirketleri ve kulüpler arasındaki para akışı bu düzenin can damarını oluşturur. Bu akış sürdükçe hiçbir “temizlik” gerçek olmayacak. Eğer bu lig bir daha inandırıcılığını kazanmak istiyorsa, önce durmak zorunda; çünkü ancak durduğunda aynaya bakabilir. Gerçek bir temizlik ancak o zaman başlayabilir. Aksi hâlde sahada oynanan şey futbol değil; bir ülkenin kendi kirini alkışlaması olur.



