Sercan ÜSTÜNDAŞ
Ulus-devletler formunun Ortadoğu’da şekillenen ideolojisi olarak Arap milliyetçiliği, hedeflerini ve argümanlarını gecikmeli bir şekilde oluşturdu. Bu geç kalmışlık Arap milliyetçilerine geri dönüşü imkansız parçalanmış devletçikler ve din-mezhep savaşlarının ağırlığı altında ezilen bir coğrafya bıraktı. Büyük bir alana yayılan Arap nüfusunu kapsayabilen ne bir akım çıkabildi ne de bir önder. Hepsi kendine mağrur 22 Arap devletinde bazen güçlenen bazen silikleşen Arap milliyetçiliği türevleri baş gösterse de ülke erkini elinde tutan ailelerin ya da grupların çıkarları ile baş edilebilecek bir çizgi geliştirilemedi.
Adındaki BAAS kelimesi (Türkçe karşılığı: diriliş) ile anılacak olan Arap Sosyalist Baas Partisi, bu tabloya dur demek için siyaset sahnesine dahil oldu. Fransa’da eğitim almış Şamlı bir Hristiyan olan Mişel Eflak’ın ideolojik ve örgütsel öncülüğünde kurulan Arap Sosyalist Baas Partisi, Arap dünyasının tek bir devlette birleştirilmesi hedefli bir program benimsese de Suriye ve Irak dışında ciddi bir karşılık bulamadı. Baasçılık sadece Suriye ve Irak’ta iktidar olabildi. (Ama Arap coğrafyasında çeşitli türlerden Arap milliyetçiliği siyasete rengini verdi. Birçok devlette Arap milliyetçisi çizgiler iktidara gelebildi ya da güçlenebildiler. Mısır’da Cemal Abdülnasır, Libya’da Kaddafi BAAS çizgisi ile benzer siyasal çizgiler üzerinde yürüdüler.) Baasçılık bir siyasi akım olarak varlığını darbeler ve savaşlar pahasına sürdürebildi. Suriye’de Hafız Esad ve Irak’ta Saddam Hüseyin önderliğinde zirvesini yaşayan Baasçılık, Arap halkının adına görünse de her daim halka karşı, halka rağmen ve despotik bir sistem olarak şekillendi.
BAAS’ın köklerindeki sorun: Sosyalizm aldatmacası, militarizm ve tek particilik
BAAS, iki kutuplu dünya düzeninde çıkarlarını Sovyetler Birliği’nden yana tavır alma ile savunabileceğini kurguladığı için “sosyalizm” iddialı bir parti olduğunu iddia etti ama hiçbir zaman sosyalizmin halkçı, eşitlikçi ve özgürlükçü teamüllerine uygun olmadı. Parti adında bulunan “sosyalizm” devletin doğal kaynakları elinde tutması olarak algılandı. Türk milliyetçiliğinin egemenden yana olma gerçeğini örtmek için “İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz” aldatmacasını öne sürmesine benzer bir şekilde Arap milliyetçiliği de sınıf çelişkilerinde egemenden yana olma durumunu çelişkileri inkar ederek ortaya koydu. Kemalizm’in Arap biçimi olarak Baasçılık egemen sınıfın ideolojisi olarak iktidarlaştı. Sosyalizm sadece parti tabelasındaki isim olarak kaldı.
BAAS’ın Suriye ve Irak kolları çeşitli parti içi darbelerden sonra tamamen askeri kadroların eline geçti. Suriye’de Hafız Esad ve Irak’ta Saddam Hüseyin öncesinde de askerler ağırlıktaydı. Bu askeri çoğunluk parti içi mücadelelerin demokratik işleyişlerle değil darbeler ve siyasi suikastlarla sürüp gitmesine sebep oldu. Devlet erkini ele geçirmek için parti liderliğini garantilemek isteyen güçler arasında savaşlar kanlı geçti.
Partinin askeri yapısının oluşturulmasının yanı sıra BAAS, ülke düzleminde tek parti iktidarını savundu. Başka ideolojik ve siyasi çizgilerin yaşam bulmasına izin verilmedi. Sovyetler Birliği’nin basıncı sayesinde komünist partiler varlık hakkı kazansa da bu partilere karşı baskı hiç eksik edilmedi. İki ülkedeki katliam ve siyasi cinayetlerin gölgesindeki seçimler, göstermelik olmanın dışında bir anlam ifade etmedi.
Tek yumurta ikizleri: Irak ve Suriye
Arap dünyasının tek bir devlette birleştirilmesi ülküsünün aracı olduğunu iddia eden BAAS, Suriye ve Irak dışındaki ülkelerde etkili olamadı. BAAS’ın Suriye ve Irak kollarının iktidar olmalarından kısa bir süre sonra nihai hedeflerini unutup birbirleri ile de hasım olmaları gecikmedi. Parti diktatörlüklerinin üzerinde kişi diktatörlüklerini kuran Hafız Esad ve Saddam Hüseyin sadece kendi ülkelerinde değil, bölge üzerinde de savaşların ve kaosun sebebi oldular. Halklara, parti içi muhalefetlere ve diğer devletlere karşı düşmanca mücadele etmeyi seçen bu iki diktatör tarih sayfalarına adlarını kara lekelerle yazdırdı.
Saddam Hüseyin’in Baasçılığı erken dönemlerde şeklen seküler tonlar taşısa da Şiiler ile girilen iktidar mücadelesi yıllarında Sünnileşti. Saddam, Arap milliyetçiliğinin yanına Sünni İslamı koyarak iktidarını şekillendirmeyi ve bunun dışında kalanları düşmanlaştırarak yok etmeyi hedef olarak belirledi. Saddam’ın Sünniliğinin karşısında nasıl bir Şii cephe oluştuysa Araplığının karşısında da Kürt cephesi oluştu. Uzun bir mücadele geçmişi ile özerklik-bağımsızlık isteyen Kürtler, Saddam ile de sert bir savaşa girdiler. Saddam, uyanışını gerçekleştiren Kürt halkını karşı soykırım, katliam ve göçerme ile yanıtladı. Adını tarihe Kürt soykırımcısı olarak geçirtecek kadar Arap milliyetçiliğine battı. İran ile girdiği savaşlar, ABD müdahalesi öncesi girdiği siyasi hat ile Saddam Hüseyin bir yandan da sürekli olarak Kürt düşmanlığı yürüttü. Iraklı Kürtler başta olmak üzere tüm Kürtler için Saddam bir numaralı düşman olarak tarihe geçti. Saddam’ın ve partisi BAAS’ın sonunu getiren ABD müdahalesinde Iraklı Kürtler Saddam’ın yıkılışına coşkuyla katıldı. Irak’ta özellikle Kürdistan’ın bağımsızlık referandumu sonrasında bir Arap milliyetçiliği örgütlense de bu çizgi BAAS’ın kötü mirası nedeniyle devam ettirilemiyor. Statüsünü kazanan Kürtlerin varlığı Baasçılığın eskisi gibi dirilmesine izin vermiyor.
Hafız Esad liderliğindeki Suriye’de Baasçılık, Arap milliyetçiliğini Sünni kitlelere karşı baskıcı ve despotik politikalar altında şekillendirdi. Esad ailesinin Aleviliği, Sünni çoğunlukla derin bir çelişki yarattı. Esad, rejimini Alevi kökenli askeri ve bürokratik elitlere dayandırarak, Sünni kitleleri dışlayan bir iç savaş siyaseti yürüttü. 1982’de Hama’daki Müslüman Kardeşler isyanını kanlı bir şekilde bastırması bunun en çarpıcı örneğidir. Esad’ın Arap milliyetçiliği, anti-Sünni olmasının yanında Kürtleri kimliksiz bırakma politikasıyla da anti-Kürt bir karakter kazandı. Kürtlerin vatandaşlık haklarını reddeden ve “Arap kemeri” politikasıyla Kürt bölgelerine Arap nüfusu yerleştiren Esad rejimi, özellikle Qamışlo ve Efrin gibi bölgelerde etnik asimilasyonu hedefledi. Beşar Esad, babasının mirasını devralırken bu politikaları sürdürdü; ancak 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı, rejimin Alevi-Sünni çelişkisini derinleştiren ve Kürtlerin Rojava’da özerklik ilanına zemin hazırlayan bir kırılma oldu. Nihayetinde, Beşar Esad’ın 2025’te devrilmesi, Baasçılığın Suriye’deki otoriter ve bölücü mirasının çöküşünü ilan etti, bıraktığı etnik ve mezhepsel bölünmeler, Arap milliyetçiliğinin kara hanesine yazıldı.
Filistin davası ve BAAS
Saddam Hüseyin ve Esad ailesi rejimleri, Filistin davasını Arap milliyetçiliğinin birleştirici sembolü olarak kullansa da bu meselede Baasçılığın pragmatik doğası ağır bastı. Saddam, Filistin’i propaganda aracı olarak benimseyerek, özellikle Körfez Savaşı’nda İsrail’e füzeler fırlatıp FKÖ’ye seçici destek sunarak Arap dünyasında liderlik iddiasını güçlendirmeye çalıştı; ancak bu, daha çok rejiminin meşruiyet arayışına hizmet etti. Hafız ve Beşar Esad ise Suriye’de Filistinli gruplara destek verirken her zaman kendi devletinin çıkarlarını gözetti. Arap milliyetçiliği iddiaları Filistin’i dışarıdan destekle sınırlı kaldığı için saygınlığı ve ciddiyeti olmadı ancak diğer Arap devletlerine göre Filistin davasını gündemde tutma ve destek vermede bir adım önde oldular. Filistinli direniş örgütleri tarafından bu destek hiçbir zaman yeterli görülmedi. Filistin sorununun çözümü arayışları yerine her iki rejim de Filistin davasını iç ve bölgesel çıkarlar için manipüle ettiler. Baasçılığın aslında Arap milliyetçiliği değil, Suriye ve Irak’ta iktidarı elinde tutan egemenlerin kılıfı olduğunu fikri ağırlık kazandı.
Çöküş
Baasçılığın Irak ve Suriye’deki çöküşü, Arap milliyetçiliğinin tüm coğrafya açısından da birleşik bir ideoloji olarak sürdürülebilirliğini sonlandırdı. Irak’ta 2003 ABD işgali, Saddam Hüseyin rejiminin sonunu getirirken, BAAS Partisi’nin ideolojik mirası da büyük ölçüde dağıldı. Suriye’de ise Beşar Esad liderliğinde devam eden BAAS rejimi, iç savaşın yıkıcı etkisiyle girdiği hayatta kalma mücadelesini kaybetti. Ancak her iki ülkede de Baasçılığın kötü mirası Arap milliyetçiliğinin temel açmazını gözler önüne serdi: Baasçılık parçası olduğu haksız savaşlara ve mezhepsel-etnik çatışmalara yenik düştü.
Saddam’dan sonra BAAS partisinin yönetici ve üyeleri IŞİD’in kuruluşuna dahil olarak dünyanın başına bela oldu. Irak’taki Arap milliyetçiliği zemini dinciliğin en gerici versiyonu ile kolayca uyuma geçebildi. Suriye İç Savaşı’nda da BAAS içindeki Arap milliyetçisi askerlerin bir kısmı ÖSO’nun inşa edilmesinde önemli roller aldı. ÖSO, Suriye İç Savaşı dışında Azerbaycan-Ermenistan ve Libya savaşlarına da dahil oldu. Arap milliyetçileri IŞİD ve ÖSO içinde bölgedeki savaşların ve kaosun üreticiliğine hala devam ediyor.
Günümüzde, Arap milliyetçiliği, İslamcılığın ve mezhepçiliğin gölgesinde zayıflamış olsa da yeniden toparlanmaya çalıştığını iddia etmek için yeteri kadar veri mevcut. Ancak, Kürtlerin özerklik talepleri ve Sünni İslam’ın dışında kalanların dinciliğe-mezhepçiliğe karşı duruşları bu ideolojinin iddia gücünü toparlamasına nesnel bir engel oluşturuyor. Peki, Baasçılığın mirası, Arap dünyasında yeni bir milliyetçi dalganın önünü açabilir mi, yoksa bu ideoloji tarih sahnesinden tamamen silinecek mi? Baasçılığın yıkıntıları arasında yükselebilecek bir Arap milliyetçiliği geçmişte olduğu gibi bugün de etnik ve mezhepsel çatışmaları körüklemekten başka bir sonuç doğurmayacaktır. Suriye’nin yeni lideri Ahmed el Şara’nın ülke adındaki “Arap”tan vazgeçmemesi, Kürtleri inkar siyaseti ve mezhepçi saldırıları göz önüne alındığında yeni bir Arap milliyetçiliği denemesinin BAAS’ın sonunu yaşamaktan kurtulamayacağının da işaretlerini veriyor.