Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

“Sokakta kimse birbirinin sahibi değildir”

“Sokakta kimse birbirinin sahibi değildir”

“Sokakta kimse birbirinin sahibi değildir”

Demirtaş’ın Jamal’ı da sahip olunamayanlardandır.

Ele geçirme arzusu, hırsı ile masumiyetin kavgasıdır Jamal ve her insan gibi bir yanı saf, bir yanı karmaşık, bir yanı müsait ve en çok da kırılgandır…

Bu “kırılganlık” sokağında herkes biraz yalnız ve herkes biraz çoktur…

Sokak “kurtlar sofrasıdır” da biraz.

Kötünün olmadığı yerde iyinin, iyinin olmadığı yerde kötünün anlamı başka nasıl ortaya çıkabilir ki?

“Sen canlı balığı boğmak için kafasını suya batıracak kadar zalim ve aptalsın” diyen o sesin, içimizde bir yerlerde yaşadığını ve kimi zaman o balığı suda boğmaya çalışacak kadar zalimleşenin, bunu planlayacak kadar aptallaşanın kendimiz olduğunu bilmeyen var mı? Jamal’ın sesi, iç sesimize dönüşüyor böylece. Hatırlatıyor yani…

Jamal aramızda geziyor, soluklanıyor, ağlıyor, üzülüyor, siniyor, şaşırıyor ve en çok da üzülüyor… Kafa sesi, yürek sesi, akıl sesi, düş sesi aynı anda, aynı ruhta buluşuyor ve sokağın içinde geziniyor.

Sokakta yaşayanların önünden geçip giden hayatlar, birbirlerinin umursamazlığında hiçleşiyorlar ve bunu görünür kılıyor hikaye.

Jamal ise her gün “sabahı uyandırıyor” ve şehrin tik-takları arasında akan zamanı, insan yüzlerindeki mimikleri ve çöpleri karıştırıyor. Çünkü biriken çöpler insanlar gibidir ve mimikler onların yansımasıdır…

Demirtaş’ın sokağı oluyor Jamal ve anlaşılan hücresinden çıkıp her gün, Jamal ile birlikte şehri turluyor…

Şehre kimsesizlerinin gözünden bakıp, kalabalıkların kimse olamayışlarını seyrediyorlar…

Çatışmaların en büyüğü bu ve “Ulan dik kafalı. Senin devletin seni sokağa sıçmış, üstüne sifonu çekmiş sen halen milliyetçilik yapıyorsun!” diyen sesin özgürlüğü, bir küçük kayıkla geçip gidiyor sessizce aramızdan.

Sokak aşktır biraz ve aşksız her sokak yalnız ve yoksundur.

Demirtaş, böylece Jamal’ın aşk gölgesi oluyor ve o gölgenin tanıklığında, “gözüme toz kaçtı” dediğiniz bir duygu taşkınlığı, karşı konulamaz bir cevap olarak dervişin ağzından, gözlerimize taşıyor.

“Ben onun Düzgün Baba’ya aşık olduğuna inanıyorum. Düzgün baba “yok” diyor, “o sadece masumiyete hasret, hepsi o kadar”

“Masumiyete hasret” olmanın çoğuluyuz hepimiz işte.

Her şeyde ama her şeyde aradığımız tek şey o.

Düzgün Baba’nın özünden fışkıran bu buz gibi soğuk, cam gibi berrak söz, gözesinden yudumladığımız her şey, Jamal ile yolculuğumuzun da katığı oluveriyor.  “Sen Arus’u değil aşkını yaşatmaya çalışıyorsun” …

Sokakın sesinde Demirtaş hicvini bulmak da oldukça hoş.

Bu konuda oldukça bonkör davranmış gerçekten. Yüzünüzde manalı manasız bir tebessümle, sokakta insanların yüzüne bakarken buluyorsunuz kendinizi.

Sokakta yaşayan insanlardan neşe çıkartmak, mutsuz bir ülkeye kahkaha attırmak kadar zordur ama Demirtaş, Jamal ile en azından tebessüm ettirmiş. Büyük bir kazanım bu.

Romanın “kazan kazan” yanı da burada.

“Ermeniler Ağrı dağına Ararat derler. Daha doğrusu Türkler Ararat’a Ağrı derler. Neyin ağrısıysa artık!” diyen sokak, aynı zamanda ince bir yüzleştirme halidir de.

Yüzleşmeden bir sokak, gerçek bir sokak olamaz ve belki de bizim sokaklarımız bu yüzden sığ, sıradan ve tadımsız biraz… Siyasi mahallemiz de farklı sayılmaz hani…

“İnsanın direnç noktaları kırılınca hayatın da, mücadelenin de, isyanın da anlamı kalmıyor. Hatıralar bile birer hayale dönüşüyor. Normalleşiyor insan. Yani türünün en tehlikelisine dönüşüyor; gamsız, tasasız, vurdumduymaz” diyen Jamal, bu nedenle yarına dair de bir şey söylüyor. Bunu dert ediniyor…

Çünkü sokak, tükettiğimiz insanların ruhlarıyla dolu ve “en tehlikeli” olanı, gücün arkasına en hızlı sıralananı.

Kitabın sonuna doğru, ister istemez yıllar yıllar öncesine, yani cezaevine akıyor hafızam.

Görüş günündeyiz. Koğuşa telaşla koşturan bir arkadaş, ranzasında kitabını okuyup, olası ziyaretçisini bekleyene sesleniyor,

– Alican ziyaretçin var.

-Kim gelmiş?

-Kim olacak düzen bağın tabi ki…

*Bu yazı Akın Olgun’un X platformundaki sayfasından alınmıştır.

Benzer Haberler