Enerji geçişinin merkezinde yer alması planlanan “Süper Bölge” kapsamında Türkiye’nin maden potansiyeli yeniden şekilleniyor. ÇED süreçleri hızlandırılıyor, ormanlar, meralar ve zeytinlikler maden şirketlerine açılıyor.
HABER MERKEZİ- İskoçya merkezli enerji araştırma şirketi Wood Mackenzie, 2024 yılı başında Türkiye’nin de dahil olduğu Afrika-Ortadoğu-Güney Asya eksenini “Mineral Süper Bölge” olarak tanımladı. Ocak ayında Riyad’da düzenlenen “Geleceğin Mineralleri Forumu” nda sunulan raporda, bu bölgenin Çin’in enerji geçiş teknolojilerindeki hakimiyetine karşı denge unsuru olabileceği belirtildi. Ancak bu parıltılı vizyonun ardında, eski sömürge ilişkilerinin modern bir versiyonu yatıyor olabilir.
“Süper Bölge” adı verilen bu coğrafyada yer alan ülkeler, kritik maden rezervleri açısından zengin olmalarına rağmen, yüzyıllardır yoksulluk, çatışma ve sömürgeci müdahalelerle anılıyor. Yeni dönemde ise bu topraklar, kobalt, nikel, lityum, grafit gibi “yeşil ekonomi”nin hammaddeleri için yeniden hedef haline getiriliyor.
400 milyar dolarlık ilk yatırım ihtiyacıyla tanımlanan bu süper bölge, üç temel ayak üzerine kuruluyor:
×
- Afrika: Zengin maden rezervleri (kobalt, mangan, grafit)
- Ortadoğu: Finansman ve sermaye desteği
- Güney Asya: Üretim ve tüketim potansiyeli
Türkiye ise hem rezerv hem de jeopolitik konum nedeniyle bu denklemde “anahtar ülke” konumuna yerleştiriliyor. Raporda Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Batman, Adıyaman, Antep gibi illerdeki demir, bakır, çinko, kurşun ve petrol varlıkları özellikle vurgulanıyor. Bu bağlamda, özellikle Kürdistan coğrafyasında son yıllarda hız kazanan GES (güneş enerji santrali) ve maden faaliyetleri raporla doğrudan ilişkili.
ORTADOĞU: SERMAYESİ VAR MADENLERİ YOK
Wood Mackenzie, Ortadoğu’yu “Süper Bölge”nin sermaye ve yatırım ayağı olarak konumlandırıyor. Özellikle Körfez ülkelerinin varlık fonları, enerji ve altyapı yatırımlarında öncü rol üstlenmeye çağrılıyor.
Ancak bu finansal güç, bir o kadar da riskler barındırıyor: Yatırımların otoriter rejimlerle kurulması, bölge halklarının karar süreçlerinden dışlanması anlamına geliyor. Güneş enerjisi yatırımları, çöl ekosistemleri, yerli kabile yaşam alanları ve geleneksel tarım alanları üzerinde yeni baskılar yaratıyor. Bu dönüşümde yine halkın değil, rejime yakın şirketlerin ve küresel yatırımcıların çıkarı öne çıkıyor.
STRATEJİK MADENLER ERDOĞAN’IN YETKİSİNE BAĞLANIYOR
Hükümet, Wood Mackenzie’nin “Süper Bölge” raporunun ardından maden yasalarında köklü değişikliklere gidiyor. TBMM’ye sunulan yeni düzenlemeye göre, stratejik ve kritik madenlerde tüm izin süreçlerinde son söz, Cumhurbaşkanı Yardımcısı öncülüğünde kurulacak bir komiteye ait olacak.
Bu kurul acele kamulaştırma kararlarını verebilecek, tüm ÇED süreçlerini devre dışı bırakabilecek ve bürokratik kurumların yanıt vermemesi durumunda süreci “olumlu” varsayabilecek.
ENERJİ BAKANI MEMNUN: İZİN SÜRELERİ 48 AYDAN 18 AYA DÜŞECEK
Enerji ve maden alanlarında yatırımların önünü açacak düzenlemeler içeren kanun teklifi Meclisimize sunuldu.
Düzenleme ile özellikle yenilenebilir enerji yatırımlarında izin süreçleri hızlandırılacak. ÇED, orman izinleri, imar izinleri gibi uzun ve karmaşık bürokratik…
— Alparslan Bayraktar (@aBayraktar1) June 13, 2025
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda, yeni düzenlemeyi “yatırım ortamını iyileştirecek” bir adım olarak savundu. Bayraktar, “ÇED, orman ve imar izinleri gibi karmaşık süreçlerin 18 aya ineceğini” belirtti.
Ancak bu süre kısaltması doğa hakları açısından ciddi bir alarm niteliği taşıyor:
×
- Mera, orman, sit alanları, zeytinlikler artık madenciliğe açılabilecek
- MAPEG tüm ruhsatlandırma süreçlerinde tek yetkili olacak
- Maden şirketlerine ruhsat bedellerinde %30 indirim sağlanacak
ZEYTİNLİK YASASI YENİDEN MECLİS YOLUNDA
Tüm bu gelişmelerin yanında, daha önce kamuoyu baskısıyla geri çekilen Zeytinliklerin madene açılmasını öngören yasa tasarısı, yeniden meclis gündemine getirilmeye hazırlanıyor. “Gece yarısı yasası” olarak adlandırılan bu düzenlemenin hızla geçirilmesi bekleniyor.
BAKIN BURASI ÇOK ÖNEMLİ
Türkiye’nin son yıllarda peş peşe açtığı güneş enerji santrali (GES) projeleri, hızla genişleyen maden sahaları ve ÇED süreçlerindeki değişiklikler, sadece “enerji ihtiyacı” ile açıklanamayacak kadar sistematik ve küresel bir bağlama sahip.
Özellikle Kürdistan coğrafyasında artan GES projeleri ve maden ruhsatlandırmaları, Süper Bölge’ye “yeşil likidite” sağlama hamlesi olarak görülüyor.
Özellikle 2021 sonrası güneş enerjisi alanında bir patlama yaşadı. Sadece 2023’te, 8 binin üzerinde yeni GES başvurusu yapıldı. Bunların önemli bir kısmı Mardin, Şırnak, Diyarbakır, Urfa ve Van illerinde yoğunlaştı. Bu iller aynı zamanda maden ruhsatlarının da patlama yaptığı bölgeler.
Projeler büyük oranda halkın bilgisi ve katılımı olmadan “acele kamulaştırma” ya da “ÇED gerekli değildir” kararlarıyla hayata geçiriliyor.
Kürdistan’da dikkat çekici bir tablo daha var: GES ve maden projelerinin büyük bölümü askeri denetimin olduğu bölgelerde açılıyor. Projelerle birlikte bölgeye yeni yollar, karakollar, güvenlik noktaları kuruluyor. Bu, enerji politikalarının aynı zamanda asayiş ve güvenlik politikalarıyla iç içe geçtiğini gösteriyor.
Aslında GES projeleri genellikle “yenilenebilir, temi, çevre dostu” yatırımlar olarak sunulsa da sahadaki tablo başka bir yere işaret ediyor: Birçok GES, maden sahalarının altyapısını beslemek amacıyla kuruluyor. GES bölgelerinde kısa süre sonra aynı arazide maden arama ruhsatları ortaya çıkıyor. Ve güneş enerjileri maden ocaklarının elektrik ihtiyacı için kullanılıyor. Yani bulunduğu bölgeye değil, GES adı altında gasp edilen alanda faaliyete başlayan maden çalışmalarına enerji sağlıyor.