Gerçeğe yeni ses
Nûmedya24

Süreç, “norm dışı devlet” ve Paradigmanın cesareti…

Öcalan hiç bir şeyi “gizli” yapmaması, her şeyi açık konuşması ve düşünsel anlamda kendisine dair de eleştirel tutum içinde olması, liderlerde pek alışık olunmayan bir şey ama sanırım Öcalan zaten alışık olunmayan her şeye cesaret edebilendi…

Siyaset karşıtını kazanma sanatıdır diyebiliriz ve bunu başardığınız ölçüde kalıcılaşır, iz bırakır ve devamlılığınızı da sağlarsınız.

Kürt siyaseti bunun önemine 90’lı yıllarda farkına vardı ve ittifaklar siyasetiyle sesini geniş ve farklı alanlara yayarak, önce karşıtlarının  çeperine ve daha sonra kendisine ulaşmayı başardı.

HDK ve HDP bu anlayışın en somut ve pişmiş haliydi.

Hatta bu pişme hali haraketin kendisini bile aşarak onu zorlayan ve daha ileriye sıçraması için baskılayan bir hakikate dönüştü.

Demirtaş gerçekliği, bu geleneğin ve gelinen aşamanın bir sıçrama momentumuydu ve o AN’ın misyonunu omuzlayıp, liderlik edebilmek hiç de kolay bir şey değildi ama başarıldı. Karşıtlarını ikna eden ve onları yeni paradigma etrafında toplamayı başaran temsiliyet artık Türkiye siyasetinin de bir aktörüydü.

Başarının “kurucu lider”liği ise Öcalan’da somutlanıyordu. Devrimci bir perspektif ve bakış açısıyla, ileriyi gören ve o AN’ı işaret eden ve daha da ötesi hepsini bir paradigma etrafında örgütleyen akıl, İmralı adasındaki hücresinden tüm Türkiye ve bölge için yeni bir pencere açıyordu.

Ne yazık ki bunun anlamı ve değeri yeterince anlaşılamadı. Öcalan bunun için sadece devleti değil, örgütünü de eleştirdi hep.

Hatta en acımasız eleştirilerini örgüte yaptı.

“Beni kullanamazsınız” eleştirisinin altında devasa bir Ortadoğu ve savaştığı devlet deneyimi olduğu açık ve bunu da her zaman ifade etti.

Öcalan hiç bir şeyi “gizli” yapmaması, her şeyi açık konuşması ve düşünsel anlamda kendisine dair de eleştirel tutum içinde olması, liderlerde pek alışık olunmayan bir şey ama sanırım Öcalan zaten alışık olunmayan her şeye cesaret edebilendi…

Bu tespitten haraketle sürece bakarsak eğer, göreceğimiz şey aynı yaklaşımın sahada da olduğudur.

Kendisinin doğru anlaşılmıyor olduğuna dair her şikayeti, kendi düşüncelerinin ve devrimciliğinin hızına uygun bir tempo beklentisinden ve bu beklentiye uygun bir pratiğin tam olarak ortaya çıkmayışından doğuyor muhtemelen ama maalesef hiç bir zaman dışarısı o tempoyu yakalayamayacak ve tam da bu yüzden dışarısı sürekli “öyle yapılmalı”, “böyle yapılmalı”, “şöyle yapılmalı” şeklinde durum kotarmaya yönelik isteklerde bulunarak, Öcalan’ın düşünsel hızına yetişmenin zamanını kazanmak için bazen “talep”, bazen “neden” üretecek…

Bunlar elbette haklı nedenler ve talepler olacak ama hemen şimdi olması gereken değil…

Her ne kadar sızan, sızdırılan notlardan (tek taraflı yalanlasa dahi) anlaşılan o ki Öcalan kendisine ifade edilen duygusal cümlelerden pek haz etmiyor. Geçmişe değil gelecekle, olanla değil olması gerekenle, yaşananla değil yaşanması gerekenle ilgileniyor ve aynı yaklaşımı kadrolardan istiyor.

Duygular üstü bir pozisyon alarak, Kürdün kurtuluşunu, Türkün yeniden doğuşunu bir araya getirmenin tarihsel kazanımına el yükseltiyor. “O gün bugündür” yaklaşımını çok net hissediyorsunuz.

Kendisini doğru anlayanlarla yürüyeceği bir hat kurduğununu ve bu hattı sekteye uğratacak herkesle hesaplaşacağını ilan eden bir tutumu olduğunu da anlıyoruz ki bu Dem’i de kapsıyor anladığım kadarıyla.

(Notların sızdırılması mevzusunda açıklamanın hep Dem’den gelmesi, sızıntının Kürt tarafında yaşandığı duygusu veriyor bu arada. Devlet tarafı hiç oralı değil ilginç şekilde. Eğer bilerek sızdırılmıyorsa, bilgiyi koruyamayanın barışı koruyamayacağı anlayışı gelişir ki bu büyük bir kumar olur)

Ama şimdi asıl mesele sürecin inşası ve önündeki engellerin kaldırılmasıyla ilgili. Bir engel aşılmadan yeni bir aşamaya geçmek, arkada bırakılan engele takılanların, daha büyük engel çıkarması demek olacağı net ve ortada.

İşte komisyon bir engeli aşmanın önemli bir aracı olacak ama her şeyi değil…

Komisyona yüklenen anlamı abartmak, onu olduğundan farklı bir yere koymak, asıl yapılması gerekenleri gölgeleyebilir.

Tam da bu yüzden, olması gereken için bir “araç” olduğu bence unutulmamalı…

Komisyona sıkışmış, sıkıştırılmış ve hatta sıkıştırmak isteyen yaklaşımlara dikkat kıymetli…

Siyaset piyasasında “ince” şovenler ile “kalın” faşistleri bir araya getirme misyonu üstlenen ve bunun için imza platformları oluşturup, alt alta biriktirenlerin çabasını, muhalif medyaya çöreklenmiş barış karşıtları ile “ilkel milliyetçi” kesimlerin  yan yana gelişlerinden bağımsız düşünmemek de önemli kanımca.

Bu, farklı renklere bürünmüş şoven link, “norm dışı devlet” kısmına not olarak düşülmeli…

Tekrar başa dönerek ifade etmek gerekirse, süreç hızlandıkça şoven çığırtkanlıklar da artacak ve “norm dışı devlet” kullanınışlılığı, “norm” içinde olanları da etkileyebileyecek. (Olasılık)

Yeni bir kapışma da kaçınılmaz olabilir.

Çünkü süreç, iktidar cenahının pek çok kez devlet içi koalisyonu tanımlamak için kullandıkları o “kızıl elma” artık pek işlevsel değilmiş gibi görünüyor.

Öyle olmasa, sürece Bahçeli eli de değmezdi muhtemelen…

Türkiye’nin ikinci yüzyılına dair Bahçeli’nin ortaya koyduğu yaklaşım ile “kızıl elma” anlayışı arasında ciddi bir farklılık var sanırım.

Belki de bu yüzden ulusalcı kesim Bahçeli’nin karşısına çıkarılmaya çalışılıyordur ama sadece ulusalcılar sahada olursa inandırıcılık etkisi zayıf olacağından, “sol” maskeli faşistlerin desteğiyle bu karşıtlık büyütülmeye çalışılıyordur. (Olasılık)

Barış karşıtlığı temelinde haraket eden kişilerin ve yapıların AKP’den çok MHP’yi hedefleyen bir siyaset yürütmeleri ise gözleme değer bir durum…

Öcalan’ın “norm dışı devlet” güçleri olarak tanımladığı ve hatta sürekli dikkat çektiği bu alanı çok küçümsememek gerektiği, meselenin karşıtlarının sayısı değil, ideolojik etkileri olduğu sanırım hep akılda tutulmalı…

Son söz ve bir başka yazıya da konu olacak şekilde söylemek gerekirse, Türkiye bir reform yaşamak zorunda.

Kürt siyaseti bir reform haraketi olarak, bu dönüşümü de sağlayacak şekilde pozisyon alıyor.

Öcalan bu reformun paradigmasını inşa ediyor ve eğer bu doğru kavranırsa, bugün her anlamda sıkışan ülke, büyük bir dönüşümü kansız ve daha az acısız geçirebilir…

Bunun için de toplumsal vicdanın kapıları açılmalı ve içeridekiler dışarıyla kavuşmalı öncelikle…

*Bu yazı Akın Olgun’un dijital medya platformu X’teki sayfasından alınmıştır.

Benzer Haberler