Türkiye’nin enflasyonu neden düşüremediği sorusunu cevaplamak için, öncelikle enflasyonun gelir (üretim) artırılamadığı durumda gelir üzerindeki çatışmanın aşırı-karlar olarak fiyatlara yansıması olduğunu ve çözümünün de hükümet tarafından bu çatışmanın madunlar, işçiler lehine modere edilmesinden geçtiğini vurgulamak gerekiyor.
İlhan DÖĞÜŞ
Önceki yazıda Arjantin’in enflasyonu Milei ve taraftarı anaakımcı iktisatçıların pazarladıkları gibi kamu harcamalarını kısması sayesinde değil, aksine anaakımcıların karşı çıktıkları sermaye kontrolleri ve kuru sabitleyerek düşürdüğünü anlatıp, Türkiye’nin neden düşüremediğini bir sonraki yazıya bırakmıştım.
Türkiye’nin enflasyonu neden düşüremediği sorusunu cevaplamak için, öncelikle enflasyonun gelir (üretim) artırılamadığı durumda gelir üzerindeki çatışmanın aşırı-karlar olarak fiyatlara yansıması olduğunu ve çözümünün de hükümet tarafından bu çatışmanın madunlar, işçiler lehine modere edilmesinden geçtiğini vurgulamak gerekiyor.
Berraklaştırmak için kapasite kullanım oranlarındaki farklar nedeniyle petrol fiyatlarındaki artışın enflasyona katkısının farkını vurgulamak gerekiyor. 1971’deki petrol sokuna yüksek kapasite kullanım oranı ile yakalanan ABDli firmalar, üretimi artıramadıklarından maliyetlerindeki artışı fiyatlarına yansıttılar ve enflasyon %12’ye kadar çıktı. Lakin 1999 ve 2005’teki petrol fiyatlarındaki artışlar herhangi bir ciddi enflasyona sebep olmadı çünkü kapasite kullanım oranları düşüktü ve üretim artışıyla bu petrol kaynaklı maliyet artışı absorbe edilebildi. 2021’de de kapasite kullanım oranları düşüktü fakat tedarik zincirindeki kırılmalardan ötürü üretim artırılamadığı için %8’e varan enflasyona maruz kalındı.
Kaynak: stlouis-fed
Emeğin GSMH’dan aldığı %38 gibi çok düşük payın gösterdiği ve onun sebebi olan çok yüksek tekelleşmenin yanısıra Türkiye enflasyonuna en büyük katkının yüksek ithalat bağımlılığı nedeniyle döviz kurundan geldiğini herkes biliyor. Bu da gelir üzerindeki çatışmanın, sadece ülke içindeki gelir grupları arasında değil; Louis-Philippe Rochon’un vurguladığı üzere, küresel ölçekte vuku bulduğunun ifadesidir. Tarihi boyunca birkaç yıl haricinde hep yüksek enflasyonla boğuşmuş yoksul bir ülkenin enflasyonunun talep kaynaklı olduğunu söylemek için analitik ve eleştirel düşünme yeteneklerinden ve bilimsel ahlaktan yoksunluğunu ünvanlarıyla ve kibar üslubuyla örten anaakımcı iktisatçı olmak gerekiyor. İnsanların 1970lerde gelirleri çok arttığı için ihtiyacından fazla tüp ve gaz yağı almak amacıyla kuyruklara girdiklerini düşünüyorlar. Oysa ki asıl sebep, küresel petrol şokunun yanısıra ABD’nin Kıbrıs nedeniyle uyguladığı ambargo ve TÜSİAD’ın Ecevit hükümetini düşürmek için ürünleri stoklamasıydı. Yani arz sorunlarıydı mesele… Zira normal zamanda, yani arz sorunu yoksa, arz (üretim), kendisini talebe uyarlar. Başka bir ifadeyle, talep artışı üretim artışını tetikler.
Ekonomiyi güç ilişkilerinden, toplumdaki farklı çıkar ve değerlerin çatışmasından izole varsayan ve teknik bir mesele gibi sunan anaakım iktisat anlayışıyla şekillenen neoliberal politikaların fonksiyonu burada devreye giriyor: Gelir üzerindeki çatışmayı, tekelci ulusal holdinglerin ve küresel finans şirketlerinin, yani muktedirlerin lehine modere etmek yönünde politikalar uygulamak ve bunu meşrulaştırmak. Örneğin, bugünlerde İzmir belediyesindeki grevinde yoksulluk sınırı üzerinde ücret talep eden işçilere tepki gösteren işçiler bu anaakım iktisatçıların zehirlediği zihinlerden muzdariptirler.
İşte Mehmet Şimşek’in “enflasyonu 2026’da tek haneye indireceğiz” diyerek Haziran 2023’te göreve geldiğinde 20 olan Dolar-TL kurunu 36’ya, KKM sayesinde %38’e indirilmiş olan enflasyonu da %75’e getirip 24 aylık süre sonunda hala %38’in altına düşürememesinin açıklaması, bu gelir üzerindeki çatışmanın kimin lehine modere edildiğinde gizlidir.
Bir sonraki yazıda Mehmet Şimşek’in ve faiz artışları kuru baskılamayı başaramayına “yetersizdi, beklentilerin altındaydı” diyip bugünlerde enflasyon düşmeyip ekonomi daralınca “faizler haddinden fazla artırıldı” diye ağız değiştiren, destekledikleri politikaların sonuçlarını eleştiren yüksek ahlak sahibi anaakımcı iktisatçıların küresel finansın ve ulusal tekelci holdinglerin çıkarlarını öncelemek için kuru, enflasyonu ve faizleri bilerek artırdıklarının ayrıntılarını anlatacağım. Elbette heterodoks iktisada dair hiçbir şey bilmeden kendisini heterodoks diye lanse eden Nureddin Nebati’nin hangi çıkar gruplarını öncelediğini de vurgulayarak…