Sürecin, önümüzdeki günlerde daha da görünür ve somut adımlarla ilerleyeceği açıktır. Zira Kürt hareketi, ilan ettiği tek taraflı ateşkesle yetinmeyecek; çağrının önünü açacak siyasal, diplomatik ve toplumsal hamlelerle süreci ilerletecektir.
Amed Dicle
27 Şubat 2025’te Sn. Abdullah Öcalan’ın yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”, sadece Kürt meselesinde değil, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun geleceğinde yeni bir siyasal eşiğin açıldığını haber veriyor. Çağrı, 50 yılı aşkın bir silahlı mücadele tarihinden süzülerek gelen bir hareketin, artık çözümün toplumsal ve siyasal zeminde örülmesi gerektiği yönündeki kararlı duruşunu resmileştiriyor. Bu, salt bir ateşkes değil; örgütsel bir dönüşümün, tarihsel bir kapanışın ve yeni bir kurucu sürecin ilanıdır.
Şimdi gözler, bu çağrının bölgesel güç dengeleriyle, Türkiye siyasetindeki bloklaşmayla ve Kürt toplumunun örgütlü refleksiyle nasıl kesişeceğinde. Zira bu çağrı, bir sonuç değil; mücadeleyle açılmış yeni bir dönemin başlangıç işaretidir. Öcalan’ın müdahalesi, bölgenin yeniden dizayn edildiği, güç merkezlerinin yer değiştirdiği ve halkların tarihsel rolüne yeniden talip olduğu bir konjonktürde gerçekleşti. Dolayısıyla bu çağrı, yalnızca bir çözüm talebi değil; aynı zamanda sistemin inkârcı karakterine karşı yöneltilmiş stratejik bir yanıt, bir karşı paradigmadır.
SÜREÇ NEREYE GİDİYOR?
Bu çağrının ardından gelişen sürecin, önümüzdeki günlerde daha da görünür ve somut adımlarla ilerleyeceği açıktır. Zira Kürt hareketi, ilan ettiği tek taraflı ateşkesle yetinmeyecek; çağrının önünü açacak siyasal, diplomatik ve toplumsal hamlelerle süreci ilerletecektir. Öcalan’ın müdahalesi, pasif bir barış arayışı değil, devleti adım atmaya zorlayacak kadar güçlü bir siyasal iradenin beyanıdır. Bu yeni dönemde artık tartışmalar yalnızca temenniler üzerinden değil; atılacak somut adımlar, önerilecek siyasal modeller, kurulacak müzakere zeminleri üzerinden şekillenecektir. Kürt hareketi, 50 yıllık mücadele deneyimiyle bu süreci pasif izleyici değil, aktif kurucu olarak yürütecektir.
Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin atmaya hazırlandığı yapısal adımlar, süreci sadece siyasal aktörler düzeyinde değil, toplumsal düzeyde de yeni bir eşiğe taşıyacaktır. Fakat bu sürecin tarihsel sonuçlar üretmesi, yalnızca açıklanan kararlarla değil, bu kararlara gösterilecek toplumsal karşılıkla mümkündür. Hiçbir çağrı, onu sahiplenmeye hazır kitleler olmadan toplumsal gerçeklik hâline gelemez. Bu bağlamda halkın ve özellikle de Kürt toplumunun bu çağrıya göstereceği refleks, sürecin seyri açısından belirleyici olacaktır. Bu yalnızca bir destek meselesi değil; sürece aktif katılım, örgütlü cevap, siyasal özneleşme ve tarihsel rol üstlenme meselesidir.
Çünkü çağrının ve atılacak adımların gücü, onu yapanın kim olduğundan ziyade, onun toplumsal tabanda ne kadar karşılık bulduğuyla ölçülür. Bugün Öcalan’ın müdahalesi ve PKK’nin atacağı adımlar, halkın siyasal cesaretini ve örgütlü inisiyatifini yeniden sınava çağırmaktadır. Süreç, sessiz izleyicilerle değil, tarihsel iddia sahibi kolektif aktörlerle yürür. Bu yüzden şimdi önemli olan, çağrının ruhuna uygun bir şekilde kararlılık göstermek, hamleye hamleyle karşılık vermek ve süreci sahiplenerek kurucu zemine taşımaktır. Sessizlik bu aşamada tarafsızlık değil, edilgenlik olur. Toplumsal sahipleniş olmazsa, en ileri çağrı bile yarım kalır.
ÖRGÜTSEL DÖNÜŞÜM VE PKK GERÇEĞİ
Bu sürecin en kritik dönemeçlerinden biri, PKK’nin kendi örgütsel formunu, tarihsel misyonunun tamamlandığı bilinciyle yeniden yapılandırma kararını almasıdır. Bu, doğrudan kongresini toplayarak fesih yönünde karar alma sürecidir ve takip ettiğimiz kadarıyla, bu bu süreç işlemektedir. Bu gelişmeyi doğru anlamlandırmak için, yalnızca güncel politik gelişmeleri değil, aynı zamanda ideolojik ve tarihsel bağlamı birlikte değerlendirmek gerekir. PKK, bu dönüşümü bir geri çekilme ya da çözülme olarak değil; tarihsel bir doyum ve stratejik olgunluğun sonucu olarak ele almaktadır. Çünkü ancak güçlü olan dönüşebilir; kendisiyle hesaplaşabilen bir hareket, yeni bir geleceği kurma iradesi gösterebilir. Zayıf olan dönüşemez. Yüzleşemeyen, tarihle hesaplaşamaz.
Öcalan’ın 2000’li yılların başında “yeni paradigma” olarak tanımladığı demokratik modernite perspektifi, bu dönüşümün teorik zeminini oluşturmuştur. PKK’nin feshi ya da silahlı mücadeleden çıkışı, bu paradigmanın doğal sonucudur. Mücadele yöntemlerinde yaşanan bu değişim, ideolojik bir vazgeçiş değil; devrimci sürekliliğin yeni toplumsal araçlarla yeniden örgütlenmesidir. Yani bu bir “bitiş” değil; daha derinlikli, daha kapsayıcı ve uzun vadeli bir inşa sürecidir.
Bu dönüşüm çağrısının, devletin içindeki savaş yanlısı klikler tarafından manipülasyonla karşılanacağı, sürecin boğulmak isteneceği ve istendiği açıktır. Devletin temel refleksi, sorunu bastırarak çözmeye yöneliktir. “Çöktürme Planı” olarak adlandırılan strateji, son on yılın belirleyici hattını oluşturmuştur. Ancak bu strateji PKK’yi tasfiye edememiş, aksine Kürt toplumunun siyasal ve örgütsel düzeyde daha derinleşmesine yol açmıştır.
Bugün devletin içeriden tıkanmış yapısı, sadece Kürt meselesine yaklaşımından değil; genel anlamda demokratik siyaseti dışlayan otoriter zihniyetinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle Öcalan’ın çağrısı yalnızca Kürtlere değil, Türkiye’de demokrasiye inanan tüm toplumsal kesimlere yöneliktir. Sol-sosyalist çevreler, dindar demokratlar, sivil toplum, akademi ve siyasal muhalefet bu çağrının muhataplarıdır. Çünkü Öcalan’ın işaret ettiği gelecek; yalnız Kürtler için değil, Türkiye’nin tamamı için eşitlik ve özgürlük temelinde yeniden kuruluş anlamı taşımaktadır.
Bu noktada barış, bir temenni değil; örgütlü toplumsal çabanın hedefi olmalıdır. Devlet-iktidar dengeleri, süreci zaman zaman kendi lehlerine çevirmeye çalışabilir. Ancak Kürt halkı 20. yüzyıl başlarının edilgen toplumu değildir. Bugün siyasal özneleşme düzeyi, barışa yön verme kapasitesini de beraberinde getirmiştir. Bu yüzden Öcalan’ın çağrısının karşılığı, yalnızca resmi muhataplardan değil; halkın kendisinden gelmelidir. Demokratik toplumun örülmesi, bu çağrının kaderini belirleyecek ana hattı oluşturacaktır.
Barış artık bir müzakere değil, bir kurucu süreçtir. İktidarların çizdiği sınırların ötesine geçen, halkların birlikte yaşam iradesini siyasal bir forma büründüren toplumsal bir inşadır. Bu, yalnızca devletin reforma zorlanması değil; toplumun kendini yeniden kurmasıdır.
İNKÂRCI PARADİGMA YENİLİYOR
Bugün bazı kesimler süreci “geri çekilme” ya da “yenilgi” gibi basit çerçevelere sıkıştırmaya çalışsa da, tarihsel olanın akışı buna izin vermiyor. Eğer konu bu bağlamda tartışılacaksa, asıl kaybeden; inkâr, imha ve tekçi ulus-devlet anlayışıdır. PKK kendi iradesiyle dönüşüyor. Bir örgütsel form olarak kendisini tarihe mal ederken, bir mücadele ruhu ve toplumsal hareket olarak yoluna devam ediyor. Bu bir çekilme değil, stratejik mevzi değişimidir. Ve bu değişim, ancak kazanmış hareketlerin, halkın iradesini arkalamış mücadelelerin yapabileceği bir tercihtir.
Bu süreç, yalnızca Kürt meselesinin çözümüne değil; Türkiye’de demokratik siyaset alanının yeniden inşasına da kapı aralamaktadır. Bu bir zafer ya da teslimiyet değil, kesin kazanıma odaklı bir inşa sürecidir. Silahlı mücadeleden gelen bir hareketin, örgütsel aklıyla barışı örgütlemesi, yeni mücadele biçimleriyle siyasal meşruiyetini tahkim etmesi; sadece Kürt halkına değil, tüm topluma yeni bir nefes alanı sunacaktır.
İNŞA SÜRECİ BAŞLIYOR
Önümüzdeki günler, bu sürecin daha görünür ve somut adımlarla ivme kazanacağı bir evreye girecektir. Toplumsal örgütlenmelerin yükselişi, yeni siyasal zeminlerin doğuşu ve demokratik anayasa tartışmalarının derinleşmesi bunun habercisi olacaktır. Bu nedenle herkes, bu yeni siyasal denkleme hazır olmalı; bu sürece müdahil olmalıdır.
Çünkü bu kez yalnızca bir barış yapılmayacak; yeni bir ülke, yeni bir bölge, yeni bir siyasal denklem kurulacaktır.
Ve bu denklemin kurucu gücü, örgütlü halkların iradesi olacaktır.